Güncelleme Tarihi:
Tatavla ya da bugünkü adıyla Kurtuluş. İstanbul'un bir çok semti gibi büyük bir değişime uğramış, eski sakinlerinin yerini yenileri almış. Osmanlı İstanbulu’nda, daha çok Rumların oturduğu Tatavla, Kasımpaşa, Sinemköy, Feriköy, Cinderesi ve mezarlıklarla çevrili bir İstanbul semti. Önce 6-7 Eylül olayları ardından 1964 kararnamesi ile Rum nüfusunu hızla kaybeden Kurtuluş, bu göçlerden sonra yaşam biçimini de kaybetmiş. Şimdi çok az sayıda Rum vatandaşın yaşadığı Kurtuluş'un tarihini 30 yıldır orada yaşayan Orhan Türker kaleme aldı. 15 yıllık bir çalışmanın ürünü olan kitap, Tatavla'nın kuruluşundan bu yana orada yaşayan insanların yaşam biçimlerine ve günümüze kadar gelen
tarihine ışık tutuyor. Orhan Türker, Heybeliada doğumlu eşi kimya mühendisi Katerina Türker ile halen Kurtuluş’taki evlerinde yaşıyor. Eşi de kendisi gibi rehber, ikisi de Yunanca biliyor. Katerina Türker, kozmopolit İstanbul'un kaybolan yaşama biçimini inatla ayakta tutmak istercesine önce taze şamfıstığından yapılan kaşık tatlısını gümüş kaşıklar ve gümüş bir tepsi içinde ikram ediyor. Elbet yanında da bir bardak su. Arkasından çikolata ve vişne likörü. Daha sonra üzerine toz şeker serpilmiş tarçınlı kurabiyeler ikram edildi. Kitapta anlatılan yaşam biçiminin içine daha sohbete başlamadan girmiş oluyoruz.
Tatavla'nın adının Kurtuluş olarak değişmesine neden olan ve eski semtin çehresini olduğu gibi değiştiren büyük bir yangın var. Üzerindeki spekülasyonlar halen sürüyormuş.
Yangının kasıtlı çıkarıldığı doğru değil ama söndürme çalışmalarının aksadığı ya da kasıtlı olarak ağır davranıldığı görüşü ağırlık kazanıyor. Kilise bahçelerinde tulumbalar vardı, bunlarla kendimiz söndürebilirdik ama mani oldular diyorlar. İtfaiye geç geliyor ve yeterince suyu olmadığı için yangını söndüremiyor. Gerçi bugün de durum farklı değil ya. Tabii bütün bunların yanında yangının çıktığı 1929 kışı çok sert geçmiş. İstanbul Boğazı’nın donduğu bile söylenir. Yerler buzluymuş sokaklar da oldukça dar ve yokuşlu. Evler de ahşap olduğu için tepeden Dolapdere'ye kadar olan bölüm 24 saat içinde yanıp kül olmuş. Ama işin ilginç yanı, kamu binalarından hiç biri bu yangından zarar görmemiş.
Şu an Kurtuluş'ta ağırlıklı olarak hangi yörenin insanları oturuyor?
1964 Kararnamesi'nden sonra büyük bir göç yaşandı ve şehir merkezi boşaldı. Bu göçten sonra boşalan binaları çok ucuz fiyata satın aldılar ya da işgal ettiler. Sonuç olarak 60'larda başlayan göç 74 Kıbrıs olaylarından sonra iyice arttı ve semt son şeklini aldı. Bir yerde Kasımpaşa yukarı çıktı ya da Anadolu'dan daha çok Erzincan civarından gelen insanlar tarafından mesken edinildi.
Osmanlı yönetiminde olmalarına rağmen sanki özerk bir yönetim biçimleri var?
Evet, bildiğim kadarıyla Ayvalık ve Tatavla için, burada Rumlardan başkası oturamaz diye padişah tarafından özel ferman çıkarılmış. Bu ferman ne amaçla ve nasıl verilmiş bilemiyorum ama çok büyük bir ayrıcalık. O dönemde orada Türklerin yaşaması zaten mümkün değil. Bu aşağı yukarı 1925'lere kadar zaten öyle gidiyor. Tramvay gelip cadde geliştikten sonra başkaları da buraya yerleşmeye başlamış.
Bayrak krizi
Osmanlı döneminde Rum sporcular Tatavla'yı temsilen olimpiyatlara katılmışlar. Özerkliğin sonucu mu bu?
O çok ilginç bir olay. Bu tür şeylere bugün de rastlanıyor. Biliyorsunuz Patrik, Türk vatandaşı. Yurtdışına gittiği zaman sürtüşmelere neden oluyor. Neden Yunan uçağıyla gitti diyorlar mesela. Veya bazı ülkelerde hem Türk büyükelçisi, hem Yunan büyükelçisi karşılıyor. Aynı şey olimpiyatlarda da oluyor. 1906 yılında Atina'da Olimpiyat oyunları düzenleniyor ve Osmanlı İmparatorluğu katılmıyor. Fakat Tatavlalı sporcular kulüplerini temsilen kendileri gidiyorlar. Tesadüfen de kazanıyorlar. Fakat bu sefer direğe kimin bayrağının çekileceği büyük bir sorun oluyor. Bir taraftan Osmanlı sefiri geliyor ve bunlar Türktür, Türk bayrağını çekmeniz gerekir diyor. Yunanlılar da, siz bu olimpiyatlara katılmadınız, kazananlar da Rum, o yüzden Yunan bayrağı çekilecek diyorlar. Sonunda hangi bayrağın çekildiğini bilmiyorum ama büyük bir diplomatik sorun oluyor.
Kurtuluş'ta şu an kaç Rum vatandaşı yaşıyor?
Sanırım 300-400 kişi var. 6-7 Eylül olaylarından sonra İstanbul'un kenar semtlerinde yaşayanlar korkarak şehir merkezine gelip yerleştiler. Tarlabaşı, Cihangir ya da Kurtuluş'u tercih ettiler. Cihangir'den sonra Rumların kalabalık olduğu ikinci semt Kurtuluş'tur.
İstanbul'da kalan Rumların bugünkü durumları nedir?
Bugün Türkiye'de yaşayan Rumlar iki sınıfa ayrılabilir. Çok yaşlı olan insanlar burada kalmak zorunda. Göç edebilecek durumları yok. Ya yaşlılıktan ya da kimsesizlikten. Dayanabildikleri kadar evlerinde oturuyorlar, daha sonra Balıklı Rum Hastanesi'nde onlar için ayrılan yurda yerleşiyorlar.
Bugün burada kalanlar üniversitede bilim adamları, tüccar sınıfı, öğretmenler ve din adamları. Genel olarak ekonomik bir sorunları yok. Son jenerasyon, özellikle 80 sonrası doğanlar çok iyi Türkçe konuşuyor. Hatta Yunanistan'a gittiklerinde alay konusu olacak kadar dilleri bozuldu. Bunda televizyonların yanı sıra çevrelerinde o dili konuşacak insan bulamamalarının da etkisi oldukça büyük.
İstanbul'un hemen her semti üzerine Yunanca yazılmış kitapların olduğunu söylediniz. Sanırım bu konudaki çalışmaları bizden bile fazla. Bu bir sahiplenme duygusu mu?
Evet, öyle. Bütün bu negatif görüntüye rağmen, çok kaynaşmış iki millet Türkler ve Rumlar. Kültürleri kaynaşmıştı. Ben şuna inanıyorum, eğer din ayrımı olmasaydı, bugün tek millettiler. Dil ayrımı problem değildi, çok iyi anlaşıyorlardı. Bugün bütün bu olumsuz koşullara rağmen bakın Türkiye'nin en iyi komşuları yine onlardır. Türk'e yakın olan, kırgın gibi gözüküp zaman zaman ters de davransa gene de samimidir.
Neden yazdıkları konusuna gelince. Çok büyük bir bağlılıkları var bu şehre karşı. Vatan olarak kabul ediyorlar ve unutmaları mümkün değil. Yunan tarihini okuduğunuz zaman, orada doğmuş çocuklar dahi bu şehri yaşayarak büyüyorlar. Aşağı yukarı 27 yüzyıl bu insanların bu şehirle alışverişleri var. Bu kolay kolay silinecek bir şey değil. Buradan gitmiş insanların torunları en azından bir kere buraları görmeye geliyorlar. Buradaki varlıklarını belgeleştirmek istiyorlar bir yerde.
Evlerini arıyorlar
Siz rehbersiniz. Gelen Rumlar nereleri geziyorlar daha çok.
İstanbul kökenli olup buraya gelenlerin ilk yaptıkları şey, yaşadığı mahalleye ve eve gitmek. Ondan sonra mezarlıklara gidip, büyüklerini ziyaret ediyorlar. Kimisi şanslı oluyor, yaşadıkları evler hala ayakta oluyor. İlgi ve ikram görüyorlar. Tabii o zaman çok memnun oluyorlar. Bazıları da hüzünleniyorlar. Çünkü evleri yıkılmış ve kimseleri tanımıyorlar.
Rumcaya ilginiz nasıl başladı. Yunan filolojisi mi okudunuz?
Hayır, çok ilgisiz gelebilir ama ben gazetecilik okulu mezunuyum. Ama hiç bir zaman böyle bir şey düşünmedim. Çocukluğumun geçtiği Moda'da bütün çevremiz Rum'du. Sokakta arkadaşlarımla konuşurken öğrenmeye başladım Rumcayı. Yunan harfleri de oyun gibi gelirdi bana. Biraz büyüdükten sonra öğretmen bir hanım vardı, o öğretti bana Yunancayı. Yıllar geçti, Yunanistan'a gittim gezmek için. Orada bu dili öğrenmeye daha çok merak sardım. Daha sonra Kültür Bakanlığı'nın açtığı Yunanca rehberlik kursuna gittim. Eşimle de orada tanıştık zaten.
Korsan denizciler kurdu
Kanuni Sultan Süleyman zamanında Ege adalarının büyük bir kısmı Osmanlılara geçince, özellikle Sakız adasındaki korsan ve çok iyi denizci olan Rumlar İstanbul'a getirildiler. Kasımpaşa Tersanesi'nde çalıştırılmaya başlanan Rumların çoğu bekar olduğu için o civardaki Müslüman halkın arasında oturmaları istenmemiş. Bu yüzden Tatavla adı verilen tepede yerleşmişler. 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren orada bir köy oluşmaya başlamış. Gecekondu tipinde küçük küçük evlerden oluşan bu semtte bekar denizciler evlenmeye başlayınca ailelerin oturduğu bir yer halini almış. Ondan sonra ağırlık Rumlarda olmak üzere 1950'lere kadar, yani 400 sene bu semt Rum nüfusu ağırlıkta olmak üzere günümüze kadar gelmiş.
Mezeciler yok oldu
Ayrı bir kültürün insanlarıydı. Bugün, Beyoğlu'nu güzelleştirmeye çalışıyorlar. O insanlar olmadıktan sonra ne yapsanız faydasız.
Türkiye'de azınlık nüfusun yokolmasıyla doğru orantılı olarak mezeciler azaldı, pastaneler azaldı. Bu belki de o kültürün bir uzantısıydı. Bugün oturabileceğiniz kaç pastane olduğunu bir düşünün.
Rumlardan kalan binalar çok tahrip ediliyor. Çünkü insan kendi emeği ile bir şey yapmıyorsa onu korumaz. Zaman zaman dolaşırken görüyorum, o zamanlar Paris’ten getirtilmiş yer karolarının üzerinde odun kırıyorlar. O insanları da suçlayamıyorum, çünkü onların kültüründe böyle bir şey yok.
Çalışmamda bana hocam Çelik Gülersoy ışık tuttu. Bir şehre, güzelliklere nasıl bakmamız gerektiğini ondan öğrendim.
Kabataş’ta doğdum, çocukluğum Kadıköy'de geçti, 30 yıldır da Kurtuluş’ta oturuyorum.