Güncelleme Tarihi:
Hüseyİn Çağlayan moda dünyasına adımını attığından beri “moda tasarımcısı” demeye dilimizin varmadıklarından. Bina inşa eder gibi tasarladığı kıyafetleri tek alana hapsolamayacağının kanıtıydı. Nitekim son yıllarda film, mimari, sanat, moda gibi farklı disiplinleri ustalıkla bir araya getirebildiğini gösteren sergiler düzenliyor. Son 16 yılda ürettiği çalışmalarının bir seçkisi olan ve Gröninger, Berlin, Londra, Tokyo gibi şehirleri dolaşan “Hüseyin Çağlayan: 1994-2010” başlıklı sergisi de yarın İstanbul Modern’de açılıyor. Çağlayan’la son hazırlıkları tamamladığı müzede koşuştururken buluştuk, onu biraz deştik.
? Bu serginin amacı ne?
Çalışmalarım farklı dünyalar arasında bağlantılar kurulabileceğini ortaya koyuyor. Bir odada filmler, diğer odada giysiler, bir diğerinde heykeller yer alıyor. Fikirlerin farklı şekillerde ifadeleri yani. Ama hepsinde benzer bir düşünce, aralarından geçen bir ip var.
? Disiplinlerarası çalışıyorsunuz. İnsanlar sizden ne diye bahsedeceğini bilemiyor; sanatçı, moda tasarımcısı, heykeltıraş...
Ne olduğumun önemi yok. Fikir insanıyım ama öncelikle tasarımcıyım; aynı zamanda bir sanatçı gibi çalışıyorum. Titrlerle değil, işlerle ilgileniyorum. Ayrıca her iyi tasarımcının sanatsal yönü olmak zorunda. Çizim yaparak, resim yaparak büyüyorsunuz, sanatsal bir eğilimden nasıl kopuk olabilirsiniz ki?
? Tamam ama sizin sanatçı yönünüz başkalarına göre çok daha baskın.
Çünkü dünyanın başka yüzleriyle, dünyanın geri kalanında nasıl varlık gösterdiğimizle ve her şeyin birbiriyle bağlantısıyla ilgiliyim. Sanırım sanatçıyım.
‘İnsanlar modanın gücünü seviyor’
? Moda sektörü sistemin ta kendisi. Siz de sistemin fazlasıyla parçasısınız. Bir sanatçıyı sistemin göbeğinde yer almak acıtmıyor mu?
Moda dünyasının bir parçasıyım. Ama aynı zamanda kendi dünyamda, kendi gerçekliğimdeyim. Bazen koleksiyonlar yük gibi geliyor çünkü bir şeylerin iyi görünmesi için zamana ihtiyacım oluyor. Bazen bir fikir yavaş yavaş oluşmalı. Bu sorun ama bu sektörü seçtim ve onunla yaşamak zorundayım.
? Eskiden defileleriniz çok daha gösteri odaklıydı. Son yıllarda ise daha sıradan. Artık sanatsal yanınızı podyum yerine sergilere akıtmanızın bunda etkisi var mı?
Çok doğru. Bunun yanında, defileler için yaptığımız kıyafetler çok zaman alıcı ve aynı anda hepsini birden yapmam imkânsız. Ve bazen de podyumda sadece kıyafetleri göstermek istiyorum. Hem tema hem de bütçe rol oynuyor.
? Moda dışarıdan çok eğlenceli gibi görünse de içindekiler bilir ki ayakta kalması çok zor bir dünya.
Dirençli biriyim ama hâlâ zorlanıyorum. Bu işi ancak güçlü insanlar yapabilir. Aldatması kolay biriyseniz başaramazsınız.
? Moda dünyasındaki insanları sevmiyor musunuz?
Sevmiyorum demiyorum ama birçoğunu ilham verici bulmuyorum. Çünkü dünyayla ilgilenmiyorlar, onlar daha ziyade son modalardan, yeni tasarımcılardan söz ediyorlar. Bu konularda ne kadar konuşabilirsiniz ki?
İstanbul’da bir moda kültürü yok
? Neden sizce İstanbul modası diye bir şey yaratılamıyor?
İstanbul’da bir moda kültürü yok. Endüstriyel tasarımcılar ve sanatçılar moda tasarımcılarının çok daha ilerisinde. Türkiye’de moda eğitiminde eleştirel düşünce yok. İstanbul hayat tarzı modadan ziyade daha çok iş, globalizm, boş zaman, aile, aile şirketleri, teknoloji gibi şeyleri barındırıyor içinde. Beni bu şehirde rahatsız eden bir şey var. Cihangir’de bir kafedeyken Milano’da gibisiniz; köşeyi dönüyorsunuz ve karşınızda bir kadın halı yıkıyor, birden Anadolu’da gibisiniz. Göçmenler burada Anadolu’daki gibi yaşıyorlar. Bir yerin kurallarına göre yaşamak ve adapte olmak zorundasınız. Almanya’ya giden Türklerin de problemi buydu.
? İstanbul Moda Haftası umut vaatediyor mu sizce?
Moda çok evrimleşmiş toplumlardan çıkar çünkü ihtiyaç değildir. Daha çok lükstür. İki yakasını bir araya zor getiren toplumlarda insanlar “Hangi tasarımcının ceketini giysem” diye değil, “Giyecek kalın bir ceketim var mı?” diye düşünür. Bence İstanbul dünyanın merkezi olmaya çalışmamalı, ulaşabildiklerine ulaşmalı. İstanbul Moda Haftası olmalı ama Ortadoğu, Balkanlar, Rusya gibi pazarların merkezi olmalı. Organizatörler Batı basınını getirebiliyorlar çünkü İstanbul görülesi bir şehir. Ama bunlar bir ya da iki kez gelecek, sonra gelmeyecekler.
Leyla Gencer’in heykeli açıldı
OPERA dünyasında La diva Turca olarak tanınan soprano Leyla Gencer’in, Beşiktaş Belediyesi tarafından yaptırılan heykeli açıldı. Belediyenin, Leyla Gencer anısına düzenlediği heykel yarışmasında birinci olan heykeltıraş Önder Büyükerman’ın, Fulya’daki Hakkı Yeten Caddesi’ne yerleştirilen eserinin açılması dolayısıyla tören düzenlendi. ? A.A
‘Aşk’ 500 bin baskıya ulaştı
YAZAR Elif Şafak’ın Türkiye’de raflara konduğu andan itibaren çok sevilen ve en kısa sürede en çok satan roman olan ‘Aşk’ 500 bin adet baskı sayısına ulaştı. Kitap özel koleksiyon tasarımıyla tekrar basıldı ve yeni kapak tasarımlı ‘Aşk’ 26 Temmuz tarihinden itibaren raflarda yerini alacak.
‘Barbaros’ sahnede yelken açtı
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti kapsamında ve Gösteri Sanatları Yönetmenliği ile Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’nün işbirliğinde hayata geçirilen “Barbaros” çağdaş dans-drama projesi, İstanbul’da seyircisiyle buluşmaya hazırlanıyor. 15-16 Temmuz’da Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde sergilenecek eser için 6 farklı ilden sanatçılar toplandı.
DÜNYA prömiyeri 1 Temmuz’da, Aspendos Uluslararası Opera Bale Festivali’nde yapılan dans-drama projesi “Barbaros”, İstanbul’da seyircisiyle buluşmaya hazırlanıyor. Eser, Devlet Opera Balesi’nin 6 solist-dansçı oyuncusu ile nitelikli 52 sanatçıdan oluşan geniş bir kadroyla, bugüne kadar gerçekleştirilen en büyük sahne yapımlarından biri. İstanbul, Samsun, Mersin, Antalya, Ankara ve İzmir devlet balelerinden seçilmiş bir kumpanyanın tek yapımda toplanması özelliğiyle de türünün tek örneği.
Preveze Savaşı’nın yıldönümünde de sahnelenecek
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Sahne ve Gösteri Sanatları Direktörü Beyhan Murphy tarafından tasarlanan Barbaros’un koreografisi de Murphy’ye ait. İstanbul’un denizle oluşan dokusunu ve insan-su ilişkisini tarihsel bir anlatımla işliyor. Ana konusu Barbaros Hayrettin Paşa’nın hayatı ve 16. yüzyılda Akdeniz’de Türk akıncılığı. Projenin zamanlama ve konu olarak İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti’ne çok uygun olduğunu söyleyen Beyhan Murphy, “Barbaros, kültürümüzün en büyük değerlerinden. Ancak hayatımızda sadece Barbaros Bulvarı olarak var. Barbaros kafesi var, kuaförü var... Bu büyük değerin sadece bir yol adı olarak kalmasını istemedim” diyor.
Gösteri, İstanbul’dan sonra 14 Ağustos’ta 8. Uluslararası Bodrum Bale Festivali’nin açılışında sergilenecek. Eylül sonunda Devlet Opera ve Balesi’nin olağan sezonu başlamadan önce yeniden İstanbul izleyicisi ile buluşacak. 2010’un son temsiliyse, 26 Eylül’de, Barbaros Hayrettin Paşa’nın Andrea Dorya’ya karşı zafer kazandığı Preveze Deniz Savaşı’nın yıldönümününde gerçekleşecek.
? Zeynep BİLGEHAN