Tarihi fotoğraflar

Güncelleme Tarihi:

Tarihi fotoğraflar
Oluşturulma Tarihi: Kasım 10, 1997 00:00

Haberin Devamı

Bugün yüzbinlerce insan, ellerinde çiçekler, Rasattepe'ye akın edecek. Kimi çocuğuyla, kimi eşiyle, kimi dostlarıyla gelip sonsuz bir sevgi ve saygıyla Anıtkabir'i ziyaret edecek. Hürriyet yazarı Emin Çölaşan ise, gerçek bir gazetecilik olayı yaparak Atatürk'ün gerçek mezarının olduğu odaya girmeyi başardı. Foto muhabiri arkadaşlarımız Ertuğrul Balıkçıoğlu ve Ümit Turpçu da bu tarihi ziyareti makineleriyle görüntülediler...

Atatürk'ün anıt mezarı, Ankara'nın her yerinden görünebilecek biçimde Rasattepe'de bulunuyor. Anıtkabir'in yapımına Ulu Önder'in ölümünden hemen sonra başlandı. 1939 yılında yer seçimi yapldıktan sonra, Uluslararası Mimarlar Birliği'ne (UIA) başvurularak dünyanın en ünlü mimarlarının katıldığı uluslararası bir proje yarışması düzenlendi. 1942'de sonuçlanan yarışmayı Emin Onat-Orhan Arda ikilisinin sunduğu proje kazandı. Yapım sırasında çeşitli nedenlerle projede değişiklikler yapıldı.

15 bin metrekarelik bir alana yayılan Anıtkabir, mimari açıdan bir harika kabul ediliyor. Anıtta Zühtü Müritoğlu, Hüseyin Özkan, Mustafa Nusret Suman ve İlhan Koman adlı tanınmış heykeltıraşlarımızın kabartma ve heykelleri de bulunuyor.

Atatürk'ün başucunda

Bugün 10 Kasım. Bu yazıyı Türkiye'de bugüne kadar hiç kimseye kısmet olmayan bir gazetecilik olayının büyük onuru ve mutluluğu ile yazıyorum.

Atatürk'ün gerçek mezarının bulunduğu Kabir Odası'na girdim, orada tam 2 saat kaldım, her şeyi doya doya, içime sindire sindire yaşadım. Mezarına çiçek koydum, elimle dokundum, okşadım.

Dua ettim.

Atatürk'ün mezarı, Anıtkabir'de ziyaret edilen ve saygı duruşunda bulunulan mozolenin tam altında. Tahmin ediyorum 8-9 metre kadar altında.

Orası, istisnasız herkese kapalı bir yer. Girmenin tek yolu, Genelkurmay Başkanlığı'ndan özel izin almak. Bu da mümkün değil.

Mezara ulaşmak için Anıtkabir avlusundaki merdivenlerin sol tarafından, kapalı bir yere giriyorsunuz. Burada asker ve sivil görevliler, dar bir kapıdaki mührü söküyorlar ve sonra kapıyı anahtarla açıyorlar. Kendinizi 30 metre uzunlukta, yerleri beyaz mermer, üst bölümü yuvarlak kemerli, duvarları tamamen taş yapılı loş bir dehlizde -ya da koridorda- buluyorsunuz.

Sonra bu dehliz 90 derecelik açı ile sola dönüyor.

Aynı dehliz bu kez yaklaşık 120 metre devam ediyor. Solda küçük mazgallı pencereler. Sağda ise bölme bölme, oda gibi girintiler.

Soldaki küçük pencerelerin önünde, Atatürk'ün 1'inci ölüm yıldönümünde, 1939 yılında Etnografya Müzesi'ndeki geçici mezarına bırakılan sarı metal çelenkler sıralanmış.

Üzerlerinde ‘‘T.C. İcra Vekilleri Heyeti, İsmet İnönü, Makbule Atadan, Ankara Üniversitesi, Türk Kadınlar Birliği’’ gibi metal plakalar var.

***

Tak tak tak!..

Ayak seslerimiz bomboş ve ıssız dehlizlerde yankı yapıyor.

Her adımda Kabir Odası'na biraz daha yaklaşıyoruz. Kalbim küt küt atıyor. Bacaklarım titriyor.

Uzun dehliz bu kez 90 derece sağa dönüyor. Şimdi aynı nitelikte yaklaşık 70 metre uzunluğunda bir dehlizde yürüyoruz.

Bunun tam ortasında yine sağa dönüyoruz...

Karşımızda, beş metre ileride sarı metalden, yukarı bölümleri yuvarlak, iki kanatlı büyük ve yüksek bir kapı. Orası da mühürlü.

Burada da mühür görevliler tarafından sökülüyor, sonra anahtar kilidin içinde dönüyor.

Kapının ağır kanatları iki yana doğru açılıyor.

İşte, karşımda Atatürk'ün mezarı. Toprakta yattığı yer.

Türkiye'nin en gizemli, birkaç devlet görevlisi veya özel görevli dışında hiç kimsenin giremediği ve göremediği yerindeyim.

***

Foto muhabiri arkadaşlarım Ertuğrul Balıkçıoğlu ve Ümit Turpçu resim çekme hazırlıklarına başlıyorlar.

Kabir Odası yaklaşık 100 metrekarelik bir yer. Eğer kapı açıksa, dehlizden çok hafif bir ışık alıyor. Penceresi yok, dışarıyla -kapı dışında- hiçbir bağlantısı yok.

Kabir, mozolenin tam altında. Çok kenarlı duvarların yüksekliği 8-9 metre. Tavan kubbe biçiminde. Tavanda, mezarın tam üzerinde Kabir Odası'nın tek ışığı var. Burada 10 kadar küçük ampul yanıyor ve onlar yandığında bile ortam loş.

Yerler ve duvar tamamen mermer. Ayrıca duvarda çok güzel, küçük mozayik kuşakları var. Bunlar sarı yaldızlı, koyu yeşil ve koyu mavi tonda.

Kubbeli tavan tümüyle bordo ve mavi mozayik kaplı.

İçeride hiçbir süs, abartı, lüks, şatafat yok. Son derece sade bir yer.

***

Oda'nın tam ortasında, yerden bir karış yükseklikte ve siyah mermerden yapılmış sekizgen bir bölüm var. Bu siyah mermerin iç ve dış çevresinde Türkiye'nin 80 ilinden ve Kıbrıs'tan getirilmiş vatan toprakları, pirinç vazolar içinde duruyor. Her vazonun yanındaki küçük metal levha, toprağın hangi ile ait olduğunu gösteriyor.

Sekizgen siyah mermer çerçevenin ortasında Atatürk'ün mezarı...

Ayak tarafına doğru hafifçe daralıyor ve yüksekliği azalıyor. Pembeye yakın bir mermer. Yerden yaklaşık bir karış yükseklikte.

Atatürk bunun altında, toprakta yatıyor.

Toprak görünmüyor.

1938 yılında öldüğünde Etnografya Müzesi'ne defnedilmişti. Naaşı orada geçici olarak ve tahnitli bir biçimde korunuyordu. Anıtkabir inşaatının bitmesiyle, 1953 yılının 10 Kasım günü törenle burada toprağa verildi.

Mezarın başucunda herhangi bir yazı yok.

Kabir Odası'nda, kapısında ve dehlizlerde nöbetçi yok.

Mezar kıbleye bakıyor. Dolayısıyla, tam yukarısında olan mozole ile paralel değil. Yönleri biraz farklı.

***

Elimde Nur Ergun'un yaptığı, muhteşem kırmızı güllerden oluşan bir buket. Siyah mermer çerçevenin üzerinden bir adımda atlayıp büyük Atatürk'ün mezarının başına gidiyorum.

Evet, bacaklarım titriyor.

O'na ilk kez bu kadar yakın olan gazeteciyim.

Çiçeğimizi bırakıyorum.

Mezarını okşuyorum.

Arkadaşlarım resim çekiyor. Hepimiz aynı duyguları, aynı heyecanı yaşıyoruz. Özel flaşlarla ve özel bir teknikle yapılan bu çalışma tam iki saat devam ediyor... Çünkü o loş ve karanlık ortamda resim çekmek çok zor iş.

Kabir Odası'nın her karışına içime sindire sindire bakıyorum, ezberliyorum.

***

Bir ara foto muhabiri arkadaşlarım rica ediyorlar...

‘‘Mezar başında dua ederken resim çekelim...’’

Din tüccarları, reklam için dua edenler gibi olmak istemiyorum.

Arkadaşlarım flaşla çekim hazırlığı yaparken, Kabir Odası tümüyle karartılıyor. O zifiri karanlıkta Atatürk'ün başucuna oturmuşum, bekliyorum...

Ve o muhteşem ortamda, o ürpertici karanlıkta onun ruhu için sessizce dua ediyorum.

Böyle şey olmaz. Böyle bir şey bir daha hiç kimseye nasip olmaz.

Işıklar yandığında Ümit Turpçu ‘‘Abi gözlerin yaşlı’’ diyor.

***

İki saat, göz açıp kapayana kadar geçmiş. İşimiz bitiyor. Gideceğiz.

Mezarını son bir kez okşuyorum. Ayağa kalkarken ‘‘Hoşça kal Atam’’ diyorum.

Belki çok anlamlı değil, ama dudaklarımdan nedense bu cümle dökülüyor.

Işık söndürülüyor. Kabir Odası yine karanlığa gömülüyor.

Dehlize çıkıyoruz. İki kanatlı büyük metal kapı, yine subay ve sivil görevliler tarafından kapatılıyor, kilitleniyor ve ardından mühürleniyor.

O karanlıkta yatıyor, ama biz onun aydınlığında yürüyoruz.

İşte gerçek mezar

Emin Çölaşan'ın ziyaret ettiği Ata'nın gerçek mezarı, resmi törenlerde ve ziyaretlerde çelenk konulan mozolenin tam altında bulunuyor. Mezarın çok kenarlı duvarlarının uzunluğu 8-9 metre. Tavanı ise kubbe biçiminde. Her yer mermer olan mezar odasında, Türkiye'nin 80 ilinden ve Kıbrıs'tan getirilen vatan toprakları, pirinç kaplar içinde bulunuyor.

İşçilerin armağanı

Ata'nın mezarında Zonguldak maden işçilerinin gönderdiği bir armağan bulunuyor. Üzerinde de Atatürk'ün bir özdeyişi yer alıyor:

‘‘Zonguldak'ın derin toprakları altındaki serveti medeniye ne kadar kıymetliyse bizim nazarımızda Zonguldak da o kadar kıymetli bir vilayetimizdir.’’

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!