Güncelleme Tarihi:
Yıllardır baraj suları altında ‘‘batacak’’ ‘‘kurtulacak’’ haberleriyle gündemde olan ‘‘antik kent’’ Hasankeyf, hızla dramatik sona doğru yol alıyor. Üç bin yıllık geçmişe ve çok zengin bir tarihe sahip Hasankeyf için geriye sayım başladı. Bölgeyi sular altında bırakacak olan Ilısu Barajı'nın dış kredi sorununun çözümünde sona yaklaşılırken, sekiz bin nüfuslu kente yeni yerleşim alanı bulunması için çalışmalar hızlandırıldı.
Hasankeyf'i su altında bırakacak olan Ilısu Barajı, bölgede ‘‘yedi Çukurovalık cennet’’ yaratacak Güneydoğu Anadolu Projesi'nin (GAP) önemli halkalarından biri. İlk projeye göre Ilısu Barajı 1100 rakıma kadar olan yerleri yutacaktı. Ancak çok önemli bir ‘‘petrol merkezi’’ olan Batman ile kaynağıyla burayı besleyen ‘‘petrol dağı’’ Raman su altında bırakılamazdı. Bu nedenle Ilısu Barajı yıllarca askıya alındı. 1974'te yapılan yeni çalışmalar sonucu bu önemli merkezler, kodun 894'e düşürülmesiyle kurtarıldı.
Siirt, Mardin, Batman ve Şırnak gibi dört ilin sınırları içinde oluşacak olan Ilısu Baraj Gölü projesinin son halini almasıyla birlikte antik Hasankeyf kentinin su altında kalması konusu tartışılmaya başlandı. ‘‘Kodun bir kez daha düşürülerek’’ Hasankeyf'in kurtarılması istendi. Ancak Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü uzmanları, Hasankeyf'i kurtarmak için yapılacak olan 100 metrelik kod düşürme işleminin gerçekleşmesi halinde, Ilısu Barajı'nı yapmanın bir anlamı kalmayacağını ve projenin ekonomik olmaktan çıkacağını belirttiler ısrarla.
Tarih bilinci ‘‘depreşen’’ Hasankeyfliler işin peşini bırakmadılar. Sanatçılar, gazeteciler harıl harıl çalışarak komiteler oluşturdular. Türkiye'nin önemli merkezlerinde ve yurtdışında toplantılar yapıldı. Hiçbir şey fayda etmedi. 40 yıla yakın süredir işleyen çark, altı-yedi yıl içinde Hasankeyf'i bir iki camisinin minaresi gözükecek bir ‘‘baraj adası’’ haline getirecek.
‘‘SON YIKIM’’IN ADI
Şehmus Kartal, Hasankeyfli... Doğduğu Hasankeyf'e 1983-1987 yıllarında belediye başkanlığı yapmış. O zamanlar kasaba, bugün ilçe olan Hasankeyf'in bağlandığı ‘‘yeni il’’, Batman'ın şu andaki Kültür Müdürü... Mezopotamya uygarlıklarının en önemli merkezlerinden biri olan Hasankeyf'in tarihte birçok yıkım yaşadığını anlatıyor. Gerçekleşmesini dilemediği baraj yapımının ‘‘son yıkım’’ olacağını söyleyen Kartal, başlıca yıkımların ‘‘13. yüzyıldaki Moğol istilası’’, ‘‘1966'daki afet evleri yapımı’’ ve hiç bitmeyen ‘‘define avı’’ olduğunu belirtiyor.
Mezopotamya'nın bu en eski yerleşim biriminde, tarihte bilinen en eski darphanelerden birinin bulunduğu biliniyor. Ancak yüzyıllardır depremler, toprak kaymaları sonucu yüzlerce metre yüksekliğindeki tarihi kentin altında kaldığı belirtilen darphaneye, 13 yıldır sürdürülen kazılara rağmen ulaşılması pek mümkün görülmüyor. Definecilerin talanına, çeşitli yerlerde ele geçirilen buluntulara rağmen, Hasankeyf'in halen bir ‘‘altın deposu’’ olduğuna inanıyor yöre insanları...
Bize anlattıkları öykü, -söylence demek daha doğru olur- definecilerin Hasankeyf konusundaki ısrarlarının nedenini daha iyi açıklıyor.
1964 yılında, artık geçit vermeyen tarihi Hasankeyf Köprüsü'nün yerine ‘‘Dicle'nin iki yakasını bir araya getirecek’’ yeni köprü yapılması için hafriyata başlanır. Bir iş makinesi operatörü ile yardımcısı vardır sadece alanda. Kepçeyi sallarlar toprağa... Ardından gözlerine inanamazlar. Kepçe altın dolmuştur. 200 metre ötelerindeki halka hissettirmeden yanlarına alabildikleri kadar altınla kaçarlar. Çok geçmeden çalışan kimse olmadığını gören Hasankeyfliler köprü ayağının kazıldığı yere giderler. Görüntü gözalıcıdır. Altın toprakla harmanlanmış onları beklemektedir. Yüküyle yetinenler hemen Hasankeyf'i terk ederler ve göç başlar.
SİT ALANINDA DEFİNE
Tüm yerleşim alanının 1978 yılında SİT bölgesi ilan edilmesine karşın, Mardin Arkeoloji Müzesi yetkilileri, Hasankeyf kazılarının başladığı 1985 yılından 90'lı yılların başına kadar definecilere ruhsat vermekten imtina etmedi. Hasankeyf Kurtarma Kazıları Başkanı Prof. Oluş Arık, bu çalışmaları ‘‘SİT alanında define aranmasına ruhsat veren zihniyet, eski eser katliamına çanak tutuyor ve bilimsel çalışmalarımızı engelliyor. Biz antik kentte kazı çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Tüm bu SİT alanının sorumluluğu bilimsel çalışmalar için bize verilmiş. Definecilerin burayı kazması, iş makineleriyle hafriyat yapması önce nezakete, sonra da bilime ve yasalara aykırıdır. Halk yıllardır define konusunda kışkırtılıyordu’’ derken, muhtelif dönemlerde belediye başkanlığı görevinde bulunmuş kişiler de ‘‘Çalışmaları engellemeye çalışıyoruz. Ancak jandarma denetiminde, ellerinde ruhsatla çalışan kişilere karşı elimizden bir şey gelmiyor’’ serzenişinden öteye gidemiyorlar.
Hasankeyf'te sona yaklaşılmasına en çok üzülenlerden biri olan Prof. Dr. Oluş Arık, 1986 yılından beri maddi olanaksızlıklar yüzünden özveriyle yürütülen Hasankeyf kazılarının da sorumlusu. Hazırladığı çok kapsamlı bir raporu GAP İdaresi Başkanlığı'na sundu. Antik kentin tarihi geçmişinden, içerisinde bulunan çok sayıda eserden söz ettikten sonra, ‘‘Hasankeyf'i kurtarmak ne demektir’’ sorusunun ele alınmasını isteyen Arık, yanıtını da kendisi veriyor: ‘‘Burada sözkonusu olan yalnızca bazı tarihi mimarlık anıtları, bazı sanat buluntuları ve kültür yadigarları değildir. Yalnızca doğa özellikleri ve güzellikleri de değildir. Bunların hepsini bir araya getirerek yaşanmış bir tarihtir önemli olan. Burayı aynen korumak, gelecek kuşaklarla paylaşmaya hazır halde bırakmak amaç olmalıdır.’’
KÜLTÜR MERKEZİ
Prof. Arık, Hasankeyf'in tarihine, bugününe ve geleceğine ilişkin bilgiler de veriyor bize. Hasankeyf'in çok eski çağlardan beri Mezopotamya uygarlıkları ile Anadolu arasında önemli bir merkez olduğunu anlatıyor. Dicle Nehri kenarındaki bu antik kentin ticari geçit ve üs olduğunu belirtiyor.
Roma Çağı'nda Dicle üzerinde bir köprü kurulduğunu, arazinin kolay işlenmesi dolayısıyla da oldukça heybetli bir görünüme sahip kalenin yapıldığını anımsatan Prof. Arık, ‘‘Doğu Roma'nın Hıristiyanlaşması ve Bizans Dönemleri'nde bugünkü Süryaniler'in öncüsü olan bu bölgeye özgü bir Doğu Kilisesi'nin geliştiği bilinmektedir’’ diyor.
‘‘Kuzey Mezopotamya’’ adı da verilen bu bölgenin Mardin ve Midyat gibi ünlü din ve kültür merkezlerinin arasında yerini aldığını, altıncı ve yedinci yüzyıllarda burada bağımsız bir kilise ve cemaatin oluştuğunu, bu sırada İslam İmparatorluğu'nun buraları ele geçirmesinin bu gelişmeleri durduramadığını aktarıyor.
Sırasıyla erken İslam egemenlikleri, Emevi, Abbasi, Mervani ve Hamdaniler’den sonra 11. Yüzyıl'ın sonlarında Selçuklu denetimine giren Hasankeyf, altın çağını Artukoğulları döneminde (1100-1236) yaşıyor.
Bu dönemden hemen sonra Selahaddin Eyyubi'nin yeğenleri Hasankeyf'i egemenlikleri altına almış, kenti bakımsız bırakmış, bazı kitabevlerini değiştirmişler. Yine de Ulu Cami, Küçük Saray gibi yapılar inşa etmişler. Eyyubiler’in egemenliğindeki kentin, Moğol İstilası ile bahtsız dönemi başlamış. En sonunda 16. Yüzyıl'da Osmanlı egemenliği ile gelişen olaylar çalkantılı bir tablo oluşturmuş. 1964 yılında yeni karayolu ve yeni köprünün yapılmasıyla ticaret ortamı yeniden canlanmış, ancak gerek karayolunun, gerekse 1967 yılında alelacele yapılan afet evlerinin çalışmaları sırasında bugünkü arkeolojik SİT alanı içerisinde bulunan pek çok tarihi eser yok edilmiştir.
Eşsiz tarihi eserler
Köprü: Tarihi kaynakların ‘‘Ortaçağ dünyasının en görkemli köprüsü’’ diye tanımladığı bu eser, 1116 yılında Artuklu Hükümdarı Fahrettin Karaaslan tarafından yaptırılmış. 14. ve 15. yüzyıllarda onarım gören köprünün 17. Yüzyıl başlarında yıkıldığı tahmin ediliyor. Dört ayağı Dicle'ye çakılı duran köprü harap halde.
Rızk Camii: Köprü'den Kale'ye giden caddenin Dicle kenarındaki yar üzerine inşa edilmiş. Kitabesinde 1409'da Eyyubi Sultanı Süleyman'ın yaptırdığı belirtilse de Artuklu ve Zengi mimarisine daha yakın, arkaik karakterli bir yapı olduğu görülüyor. Kısmen ayakta kalabilmiş.
Küçük Saray: Uzun Hasan'ın sarayı olarak da anılıyor. Küçük Saray'ın içinde Ulu Cami, Büyük Saray, Mağara Camii bulunuyor. Bu önemli eserler bakımsızlıktan bazı yurttaşlarca hayvan barınağı olarak kullanılıyor.
Mescid-i Ali: 15. Yüzyıl başlarına ait bir Alevi mescidi. Akkoyunlular tarafından yaptırılmış.
Zeynel Bey Türbesi: Kapısındaki çini kitabelerde Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan'ın oğlu Zeynel Bey ile Pir Hasan adlı bir ustanın adı geçiyor. Eşsiz çini süslemelerle bezenmiş türbe, günümüze dek önemli ölçüde ayakta durmuş.
Koç Camii: 15. Yüzyıl'ın başlarında inşa edildiği sanılıyor.
İki minare gözükecek
Tarih bilinci ‘‘depreşen’’ Hasankeyfliler işin peşini bırakmadılar. Sanatçılar, gazeteciler harıl harıl çalışarak komiteler oluşturdular. Türkiye'nin önemli merkez-lerinde
ve yurtdışında toplantılar yapıldı. Hiçbir şey fayda etmedi. 40 yıla yakın süredir işleyen çark, altı-yedi yıl içinde Hasankeyf'i bir iki camisinin minaresi gözükecek bir ‘‘baraj adası’’ haline getirecek.