OluÅŸturulma Tarihi: Ocak 29, 2001 00:00
-TARİH NOTLARI-"SARAY"DA SİNEMA 1896 Yılının başlarında, İstanbul sokaklarını elinde garip bir kutuyla ecnebî bir adam arşınlamaktadır. Hafiyeler hemen peşine düşerler. Elindeki kutunun hayırsız birşey olma ihtimali vardır... Yıldız Sarayında hüküm süren Sultan Abdülhamit Han, İstanbul'da sinek uçsa haberini beklemektedir. Sinek nereden gelmiştir? Niye uçmuştur? Nasıl uçmuştur? Jurnali ilk yetiştiren hafiye, Sultan'dan yüklüce bir bahşiş koparmakta, kendisine belki de paşalığın yolu açılmaktadır... Adamın, elinde garip bir kutu olduğu halde İstanbul'da başıboş dolaşması devlet ricalini telaşlandırmış, jurnaller ardı ardına saraya yağmaya başlamıştır. "Gâvur elinde kara bir kutu ile kayığa binmiştir. Haliç boyunca gidip gelmiştir. Kayığın içinde, elindeki kutu ile garip hareketler yapmıştır. İnerken kayıkçıya gümüş mecidiyeler vermiş sonra da Pera Palas'taki odasına gitmiştir. Casus olduğu besbellidir ve Zat-ı Şahanelerine suikast yapacağı gün gibi aşikardır." Adamın adı Alexandre Promio'dur ve Lumiére Biraderler kumpanyasının İstanbul'a gönderdiği temsilcisidir. Elinde dolaştırdığı garip aletin adı da 'Cinématographe'dır. Hareketli resimlerin epey para kazandıracağını sezen Lumiére Kardeşler bir yıl önce 28 Aralık 1895'te Paris'te ilk gösteriyi düzenlemişler ve düşündükleri kadar da "çok" para kazanmışlardır... Bu ilk gösterimin ardından da dünyanın dört bucağına yolladıkları yönetmenleriyle
film çevirmektedirler. İşte Promio denilen zat, böyle bir işle iştigal etmektedir. Promio dünya sinema tarihinde daha önce Venedik'te denediği 'kaydırma' yöntemini İstanbul'da tekrarlamaktadır. Haliç sularında bir aşağı bir yukarı volta atarken aslında sinema dünyasında bir devrim gerçekleştirmektedir. O sırada İstanbul'un en meşhur fotoğrafçılarından Vafiadis Efendi de bu aletin nâmını işitmiş, bir kara kutu da biz edinip biraz dünyalık yapalım, diyerek ince hesaplara dalmıştır. Zaten tekniğe meraklı bir adamdır. Avropa'da çıkan en son fotografya makinalarını dükkanına getirip nice beyzadenin suretini çıkartmaktadır. Bu suretler de İstanbul'daki çok sayıda hanımın yüreğini yakmaktadır. Aslında İstanbul bu "hareketli resim" numarasını bilmez değildir. O tarihten elli yıl önce Pera'da bir sirk gösterimi esnasında Daguerre'nin 'Diorama'sı teşhir edilmiş ve halk nezdinde büyük ilgi uyandırmıştır. Diorama, saydam tuvaller üzerine yapılmış olan resimlerin arkadan aydınlatılması esasına dayanmaktadır. Işık oyunları sayesinde resimler can bulup hareket etmeye başlamaktadır. 1855 Yılında yine Pera'da NAUM TİYATROSU'nda gösterilen 'Cosmorama' da benzer bir teknikle çalışmaktadır. Vafiadis Efendi'ye göre bu işte gelecek vardır... O tarihte İstanbul'da , gelecek, çil çil altın anlamına gelmektedir. Oturur, Lumiére Biladerler Kumpanyasına oturaklı bir mektup döşenir. Hem daha detaylı bilgi, hem de mümkünse bir aygıt rica eder. Ama Biraderler ondan daha uyanıktır. Değil aygıt, bir cevap bile göndermezler. Vafiadis Efendi de hayal kırıklığı içinde işinin başına döner. Amma ve lâkin sinemanın Memalik-i Osmaniyye'deki serüveni yeni başlamaktadır. Ufak tefek engeller yeni çağın harikasının payitahtta yayılmasını engelleyemeyecek, başta saray olmak üzere Frenkler, Rumlar, Yahudiler, Ermeniler ve elbette Türkler kısa zamanda sinema tutkunu olup çıkacaklardır. Hikâyemize dönersek, Promio Bey'in Haliç macerasının ardından saraya jurnaller ardı ardına yağmaktadır. Zaten biraz pimpirikli olan Sultan Abdülhamit Han okuduğu polisiye romanların etkisiyle işi çok ciddiye almaktadır. (Sultan bu polisiye romanların adeta müptelası olup, Batı ülkelerinda yazılan eserleri hemen tercüme ettirmekte ve yutarcasına okumaktadır. Çeşitli entrikalar, karmaşık olaylar, gizli kapılari dehlizler, fail-i meçhul cinayetler onun vesveseli tabiatına da doğrusu çok uygun düşmektedir. Hatta Sultan'ın okuduğu romanların etkisiyle işi azıtıp Yıldız Sarayı'na birkaç gizli kapı bile yaptırdığı rivayet olunmaktadır...) Bu esnada Promio alelacele İstanbul'dan ayrılmış, dünyanın bir başka bucağına icrayı sanat eylemeye gitmiştir de tatlı canın kurtarmıştır. Çünkü sarayda hayli olaylar vukubulmakta olup, Sultan haddinden fazla sinirlidir. Oğlu Prens Burhanettin Efendi Amerikan sefirinin kızıyla işi pişirmiş gizli gizli buluşmaktadır. İslâmlaştırılamayacak ve babasına Saray'da olan-biteni hemen uçuracak bir gâvur kızının gelini olması ihtimali Abdülhamit'in tüylerini diken diken etmişken bir de kızın yüzsüz babası sefir hazretleri saraya gelip "gençler birbirini seviyor, evlenmelerine izin verelim; sizin vereceğiniz her milyon için ben de bir milyon koyarım" diyerek pişkince gülmek suretiyle haddini aşmıştır! Aslında biraz da hasis olan Sultan'ın fecî şekilde tepesi atmıştır. Elin gâvuruna hem prens oğlanı verecek, hem de üste para mı verecektir? Başkadını Muşfika ile dertleşip teselli bulmaya çalışır. Oğlana da "Gâvur kızıyla evlenmiş Osmanlı Şehzadesi olur mu?" diye
haber göndermiÅŸtir. Böylece sevdalıların izdivacı suya düşer. Sultan Abdülhamit'in başındaki dert sadece bu deÄŸildir ki... En sevgili kızı AyÅŸe Sultan'ın dadısı Raksıdil Kalfa ölmüş, saray mâteme boÄŸulmuÅŸtur. Küçük AyÅŸe Sultan ter ter tepinip "dadımı isterim!" diye aÄŸlamaktadır. Abdülhamit'in küçük Sultan'ı Hasbahçe'de gezdirmesi bile iÅŸe yaramamıştır. Ä°ÅŸte bu sırada sarayın gedikli hokkabazı Bertrand Sultan'a, karanlık bir odada bir ışık marifetiyle perdeye yansıtılan hayallerden sözetmiÅŸtir. Hokkabaz Bertrand bu yeni icadı tarif eylerken "fotografyalı Karagöz misali" diyerek aşırı heyecanı önlemeyi baÅŸarmıştır. Nemelazım Sultan vesveseye kapılır da... AkÅŸam sarayın tiyatrohanesine toplanılır. Bertrand iki üç metrekarelik beyaz bir perde önünde yangın tehlikesine karşı perdeyi ıslatmakla meÅŸguldür. Abdülhamit Han, yanında küçük sultan Müşfika Hatun, haremden bazı kadınlar, küçük ÅŸehzade Nurettin ve papaÄŸan Nunu perdenin önüne dizilmiÅŸ beklemektedirler. Hokkabaz perdenin önüne gelir. Işıkların karartılacağını ve perdenin üzerinde görüneceklerin birer hayal olduklarının, katiyetle korkulmaması gerektiÄŸini söyledikten sonra ortadan kaybolur. Işıklar kararır, perde aydınlanır ve bir yazı belirir "L'Arrivée du Train en Gare de la Ciotat". Bertrand'ın ötelerden bir yerden sesi yükselir: "Şümendüferle Seyehat". Yazını ardından gerçekten de perdede bir tren belirir. Orada, perdenin üstünde, bacasından fosur fosur kara dumanlar salarak bir ejderha gibi durmaktadır. Nakşıdil Kalfa korkudan yüksek sesle salâvat getirmeye baÅŸlayınca ortam biraz gerginleÅŸir. Trenin çevresinde bazı cisimler hareket halindedir. Bunlar kafalarında uzun siyah ÅŸapkalarıyla, ellerinde ÅŸemsiyeyle insana benzemektedirler ama sanki çok acele iÅŸleri varmışçasına deli gibi koÅŸuÅŸturmaktadırlar. "Ağır ol da molla desinler" lafını ÅŸiar edinen bu memleketin insanına göre onlar haddinden fazla hızlı hareket etmektedirler... Bu arada kara tren etrafa kara dumanlar saçarak hareket etmeye baÅŸlar. Dumanlarını savura savura kara ejderha üzerlerine gelmektedir. Nakşıdil Kalfa'nın sesi iyice yükselerek ortalığı velveleye vermeyi sürdürür. Ä°ÅŸte birazdan sayısız memalike hükmeden Sultan'ları baÅŸta olmak üzere hepsini çiÄŸneyip altına alacaktır. Artık küçük çığlıklar ağıza bastırılan mendillere raÄŸmen zaptedilemez bir hal almıştır... HerÅŸey bir iki dakika içinde sona erer. Bertrand dudaklarında muzip bir gülümsemeyle ışıkları yakar. Bakıldığında perde boÅŸtur. Ne şümendüfer kalmıştır, ne de çevresindeki insanlar. Ä°zleyenlerin tümü ÅŸaÅŸkındır. Sadece Abdülhamit Han sessizce oturmakta ve çevresine bakmaktadır. AyÅŸe Sultan heyecan dolu parlak gözlerle perdeye bakmayı sürdürmekte, papaÄŸan Nunu üst üste "Sevgili Küçük AyÅŸe Sultan" diye bağırmaktadır. Sultan Abdülhamit ayaÄŸa kalkar, papaÄŸanı ve odadakileri yalnız bırakarak salonu terkeder. Kızı, küçük sultanı mutlu olmuÅŸtur. Bu da onu keyiflendirmiÅŸtir. Bir yandan da düşünmektedir "Ä°stanbul halkı bu iÅŸi nasıl karşılayacaktır? Gavur icatları pek de hayır getirmemektedir esasen... Muzır kiÅŸilerin elinde bu alet Saltanat-ı Âliyyesi'ne karşı kullanılabilinir midir? Sarayda mevcuttur ama Ä°stanbul'da elektrik yoktur... Nasıl olacaktır bu iÅŸ? Yarın seccadecibaşı Ä°zzet Bey'e bu nevzuhur âleti bir tahkik ettirmekte faide vardır. Halka eÄŸlence de gerekir amma... Zira eÄŸlencesi olmayan halk maazallah siyasetle miyasetle uÄŸraşır da... Gece olmuÅŸ yatma vakti gelmiÅŸtir. Heyecanlı bir polisiye roman baÅŸucunda Sultan'ı beklemektedir. Küçük AyÅŸe Sultan rüyasında, üzerine doÄŸru gelen bir trenden kaçmaya çalışmaktadır. Ay Ä°stanbul'un üzerinde ağır ağır büyümektedir... H. Berkay- 29 Ocak 2001, Pazartesi Â
button