Güncelleme Tarihi:
Kendi işlerine ve ailesine dönmek için gün sayan Boyner, hem yılın hem de başkanlık döneminin son röportajında yine lafını sakınmadı. Kutuplaşmanın bütün tartışma alanlarını zehirlediğini düşünen Boyner, “Siz istemeseniz de bir kimliğe hapsediyorlar. Sonuçta kimseye yaranamıyorsunuz” diyor.
Son dönemde yaptığınız konuşmalarda hep “demokrasi” vurgusunu öne çıkarttınız. Türkiye’nin demokraside geriye gittiğini mi düşünüyorsunuz?
Demokratikleşme sürecinde çok ciddi bir frene bastığımızı düşünüyorum. 2002’den sonra AB ile görüşmeler başladığında toplumda da reformları ileri taşımaya yönelik bir bilinç ve istek vardı. Yaşadığımız bu kutuplaşmayı yaşamıyorduk. Türkiye’nin AB standartlarında bir demokrasi olabileceğine dair bir inanç vardı. Bugün reform enerjisi düştüğü için esasen bu konuların etrafında daha da derinleşen sınırlar çiziliyor. İnsanlar ya o taraftan, ya bu taraftan gibi koşullanıyorlar. Satır aralarına hiç bakmıyoruz, tartışmalarda kendi fikirlerimizi paylaşmanın ötesinde karşımızdaki insanı kendi fikirlerimizi paylaşmaya zorluyoruz. Bir işte A’dan Z’ye kendi görüşlerimizin yansımasını beklemek gerçekçi olmaz; uzlaşma üslubunu yakalayamıyoruz. Toplumda kültür değişikliği olduğunu görüyorum. Bunlar açıkçası beni kötümserliğe sevk ediyor. Ama gerçekten başarılı bir demokrasi sadece çoğunluğun dediğinin yapıldığı değil, tam tersine azınlıkların ve muhalefette olanların bireysel hak ve özgürlüklerinin korunduğu bir sistemdir. Bunu da korumak için belli kontrol, denge mekanizmaları olur. Hem siyasi sistemde olur, hem de topluma da böyle bir demokrasi anlayışı da yavaş yavaş yerleşmiş olur.
Özellikle ifade özgürlüğüyle ilgili Avrupa’daki pek çok kurumdan eleştiri geliyor. Bunlara karşı her zaman savunmada olmak yerine biraz da dinlemekte de fayda olabilir. Türkiye bu tür eleştirileri, askeri vesayetin yoğun olduğu dönemlerde de gördü ve faydası oldu. Türkiye ciddi bir şekilde vesayet sistemini kaldırmak için adım attı. AB sürecinin başındaki dönem de böyle bir dönemdir. Bence bu eleştirilerin bir kısmında haklılık payı var. Biz TÜSİAD olarak yeni anayasa sürecini bir ümit olarak gördük. Ama bugün görüyoruz ki anayasa tartışmaları cumhurbaşkanı ile başbakan arasındaki yetki alışverişine kadar indirgendi. Biz esasen Türkiye’de fikir ve ifade özgürlüğü, kontrol ve denge mekanizmalarının nasıl kurulacağı gibi konuları tartışmalıyız. Süratle toplumdaki dinamiklerin demokratikleşme yönünde bir işbirliği yapması lazım, ama onu ben bugün göremiyorum.
“Ya o taraftan, ya bu taraftan” derken kastettiğiniz taraflar kimler?
Bir toplumda biz ve onlar olmaz. Farklı sistemler, ilkeler tartışılabilir, ama herhangi bir meseleye hiç sorgulamadığınız bir siyasi kimliğin gözüyle bakarsanız o zaman kutuplaşma ciddi şekilde artar.. Biz Türkiye’nin sorunlarını büründüğümüz kimlikler ile değil, ilkeler ve meseleler üzerinden tartışsak çok daha fazla yol alabiliriz. Ama şimdi bir kimlik siyaseti yapılıyor. O zaman da o kimliklerin içine siz hapsolmak istemeseniz de, sizi dinleyenler veya kamuoyu sizi oraya hapsetmek istiyor. Sonuçta kimseye yaranamıyorsunuz. O zaman da gerçekte atılması gereken adımları atamıyorsunuz. Bu kimlikler arasında bir kavgaya dönüşüyor. Demokratikleşme açısından çok sağlıksız bir ortam. Aslında tarihimiz boyunca, bakarsanız, biz korkularımızla siyaset yaptık, korkularımızla oy verdik. 1999’dan 2007’ye kadarki reform süreci sistemin özünü değiştirmek ve açık topluma yönelmekle ilgili en kenetlendiğimiz dönemdi. Ondan sonra tekrar eski alışkanlıklarımıza döndük.
KARANLIK DÖNEMLERDE HERKES EŞİT VEBALE SAHİP
TÜSİAD’ın asker vesayetine karşı söylediğiniz gibi karşı durmadığına yönelik ciddi bir eleştiri var. Özellikle 28 Şubat sürecine destek verdiğiniz yönünde bir algı var. Bu konuda bir özeleştiri yaptı mı TÜSİAD?
Ben bu noktada bir şeyi sorgulamak istiyorum. Tabii siyasetçiler her dönem, TÜSİAD gibi tartışmaları açık olarak yapan bir derneğin her sözünden hoşlanmıyorlar. Bu sadece bu döneme özgü bir durum değil. 28 Şubat konusunda ise konjonktürel bir yaklaşımla karşılaştık. TÜSİAD’ın 28 Şubat’taki duruşu birden bire geçen sene tekrar gündeme getirildi. Oysa biz AB sürecine ağırlık verildiği dönem aynı siyasetçilerden böyle bir eleştiri duymadık. Ben bunu taktiksel buluyorum. Ama şunu söylemek lazım; Türkiye’de çok karanlık dönemler yaşandı. 90’ların tümüne bakarsanız, şu kesim haklıydı, bu kesim haksızdı demek kolay değil. Karanlık dönemlerdi ve hiçbirimizin ötekini suçlayacak durumu yok. Herkes yaşanan karanlık günlerde eşit derecede vebale sahip.
Bunu TÜSİAD’ı da içine koyarak mı söylüyorsunuz?
Ben bunu Türkiye toplumu için söylüyorum. Askeri vesayet altında bir takım yanlışlar yapıldı. Bugün çıkıp “şu, şu, şu demokrasiye sahip çıkmadı” diyenler acaba o zaman kendileri sahip çıktı mı? Biraz burada başkalarına taş atarken, kendi oturduğumuz cam kuleyi de düşünelim diye söylüyorum bunu. Ama şu var; 41 senede TÜSİAD hala bu kadar tartışılan, söyledikleri bu kadar ses getiren bir dernekse bunun nedeni bence ilkesel olarak daima Türkiye gündemini ilgilendiren konularda açık konuşabildiği içindir. TÜSİAD her şeyi doğru yapmıştır, her söylediği doğrudur demeye imkan yok. Tartışılmayı ben çok sağlıklı buluyorum. Keşke diğer toplum kesimleri, STK’lar da bizim kadar tartışılabilse.
“TÜSİAD kendisi ne kadar demokratik ki devamlı demokrasi dersi veriyor” diyenler var. Hatta bir dönem içinizde olan Ethem Sancak, TÜSİAD’ın yapısını Çin Komünist Partisi’ne benzetmişti.
Kimlerin neyi, neden söylediğine ben cevap verecek değilim. Ama buradaki sistemi anlatayım. TÜSİAD’ın 600’e yakın üyesi var. İki senede bir seçimli genel kurul yapıyor. TÜSİAD’ın kurucuların ve yönetimde bir süre görev almış kişilerin dahil olduğu bir Başkanlar Konseyi var. Bu başkanlar Konseyi bir nevi danışma kurulu görevi görüyor. 41 sene içinde yönetimde bulunmuş bir kişilerin aday önerme teamülü oluşmuş. Bu bir kural değil. Herhangi başka bir üye “ben adayım” dese, bunu önleyecek bir kural yok. Zaten böyle bir talep tabandan gelse b unun önünde hiç kimse duramaz. O açıdan ben bu eleştirileri çok temelsiz buluyorum. Bugün TÜSİAD’I demokratikleşme açısından eleştirenler biraz siyasi partiler kanununa baksınlar. Ne kadar ciddi bir liderlik sultası olduğunu görsünler diye düşünüyorum. Yönetim kurullarında görev almadan, tecrübe kazanmadan başkan olmuş bir TÜSİAD üyesine rastlamazsınız. Tepeden inme bir başkan TÜSİAD’a hiçbir zaman gelmedi. TÜSİAD Yönetim Kurulu bir ihtisas yönetim kuruludur aynı zamanda, tıpkı bakanlar kurulu gibi.
TÜSİAD siyasette bir taraf mıdır?
TÜSİAD üyelerinin siyasi görüşleri TÜSİAD’I bağlamaz. Farklı partilere oy verebilir, isterse oy vermez. Bunlar kimseyi ilgilendirmez. TÜSİAD’IN çalışmaları çalışma gruplarından yönetim kuruluna aktarılır. Yönetim Kurulu TÜSİAD’I kurumsal olarak bağlayacak kararların altına imza atar. Bir siyasi görüşün arkasından hep beraber savrulmak gibi bir şey söz konusu olamaz. Tabii ki ilkeler bazında bir fikirdaşlık vardır. TÜSİAD çok açık olarak, Türkiye’nin açık rekabetçi piyasa ekonomisiyle çalışan yüksek demokrasiye sahip bir ülke olması vizyonuyla hareket eder. Bunun yapılış yöntemiyle ilgili insanlar farklı düşüncelere sahip olabilir. Giderler, vatandaşlar olarak farklı şekillerde beyan edebilirler. Ayrıca TÜSİAD’ı bu kadar şeffaf olmasına rağmen, neden bu kadar tartıştığımızı anlamak mümkün değil.Zira hiçbir sivil toplum kuruluşu bizim kadar tartışılmıyor.
Siz iki dönem yaptınız, sizden önce de Arzuhan Yalçındağ başkanlık yaptı. “Kendileri sert çatışmaya girmekten çekinen erkekler kadınları öne sürdü” diye düşünenler var.
TÜSİAD’ın hiçbir zaman cinsiyetçi bir yaklaşımı olmadı. Aslında baktığınız zaman üye profili maalesef eşit değil. Kadın üye sanırım yüzde 20’yi geçmez. Buna rağmen çalışma gruplarında kadınlarımız etkin. Fırsat eşitliği var. İsteyen istediği kadar yönetimde, kararlarda söz sahibi olabilir. Aktif olup olmamak size bağlı. Ben çok aktif bir üyeydim. Yönetim kurulunu da öyle girdim. Etkinliğiniz sizin seçiminiz. Tamamen liyakata dayalı bir sistem. Kadınları öne ittiler gibi tartışmalar gerçekten komik, kadınlara da haksızlık
Görüş dergisinin son sayısında Türkiye’deki burjuvazi konusunu derinlemesine tartıştırdınız. Sizin de bir de yazınız var. Yazınızda bahsettiğiniz “kültürel kodlara değil, rasyonel kodlarla hareket etmek” neden Türkiye için bir gereklilik?
Ben aslında bizlerin ayrıştığını düşünmüyorum, ayrıştırılıyoruz. Kimlikleri ayrıştırarak ülkeleri yönetmek siyasetçiler açısından daha kolay. Böl yönet yönetimi siyasetçiler için kolay yöntem. Burjuvazi kavramından herkesin ne anladığı da biraz böyle. Özellikle son dönemlerde sermayenin daha fazla tabana yayılması, Anadolu’nun çok da gecikmiş şekilde artık Türkiye’de yaratılan değerin daha fazla bir parçası haline gelmesi ve önünün de açılmasını ben sağlıklı buluyorum. Aslında burjuvazi tanımını kalıplaşmış kentlilikle tarif ettiğimiz zaman bizi çok yanlış bir yere hapsediyor. İnsanlar kentlileştikçe, ürettikçe, istihdam yarattıkça daha farklı kimliklerle yüz yüze geliyorlar. Bu da burjuvazi tanımını daha geniş bir tabana yayıyor.
İstanbul sermayesi, Anadolu sermayesi ayrımı yok mu artık?
Bunlar basma kalıp ve temeli olmayan ve yine bölme eğilimli tartışmalar. Burjuvazinin topluma ve demokratikleşmeye yönelik yapacağı katkıyı önemsiyor isek kayıt içi çalışan sermayeye bakmalıyız.
Türkiye, her siyasi iktidar döneminin kendi zenginlerini yaratmasına alışkın. Fakat bugün onun da ötesinde, “sermaye el değiştirmeye başladı” deniyor. Size göre bu tespit doğru mu?
Zaman zaman şu yanılgıya düşüyoruz; TÜSİAD sanki monoblok, içinde bir takım şirketler ve gruplar var ve o değişmiyor. Alakası yok. TÜSİAD’ın içindeki kurucu gruplarda bile farklılıklar var. Yeni üyeler var. Bugün 4000 şirketi temsil ediyoruz ,20 000 kurum ile işbirliği içindeyiz Türkiye’deki katma değer dağılımı bugün nispeten daha farklı şirketlere ve gruplara yayılmış durumda. TÜSİAD aslında bunun bir dışa vurumu. TÜSİAD bir yerde durdu, öbür yanda da başka bir şeyler oluyor değil. TÜSİAD devamlı kendi içinde bir evrim geçiriyor. Bizim 20 sene önce Gaziantep’ten bir üyemiz var mıydı bilmiyorum. Şu anda var. Bölgesel farklılıklar azaldıkça TÜSİAD’In da üye profili etkileşim alanı buna uygun olarak değişecektir, değişti de.
Önemli devlet ihalelerini iktidara yakın şirketlerin aldığı yönünde bir tespit ya da şikayet var mı üyelerinizden?
Kamu ihale sisteminin daha şeffaf hale gelmesi lazım. Şikayet geldi noktasından yaklaşmak istemiyorum. Sistem şeffaf olmazsa bugün birilerinin işine yarar, yarın başkalarının. Ama bu yanlış. Her dönemin zenginleri oluşabiliyor. Ama şunu da unutmayalım ki, sadece imtiyazların sonucunda zengin olanlar imtiyazlarını kaybettikleri zaman ortalıktan silinebiliyorlar. Önemli olan partizan olmadan, şeffaf ve rekabetçi piyasa koşulları içinde işinizi kayıtlı biçimde yapabilmek. Kurumsal şirketlerin zaten başka bir amacı ve olanağı da olamaz.
BİZ DE TUSKON GİBİ HER COĞRAFYADA VARIZ AMA BUNU GÖSTERE GÖSTERE YAPMIYORUZ
İshak Alaton “TUSKON, MÜSİAD her yerde bizimkileri sadece Avrupa’da, Amerika’da görüyorum” demişti. TÜSİAD o coğrafyalara gitmiyor mu gerçekten?
Bu insanlar hangi verilere göre konuşuyor bilemiyorum. Benim buna cevap vermek için TÜSİAD üyelerinin tek tek Afrika’da ne kadar yatırımı var, Asya’da ne kadar bunları anlatmam lazım. Bunlar çok lüzumsuz tartışmalar. Dünyadaki ekonomi ve değer dengesi nasıl evriliyorsa piyasa mekanizması içinde iş yapan bir şirket de kendini ona göre tanımlar ve stratejisini belirler. “TÜSİAD üyeleri sadece Amerika’da iş yapar” diye bir kaide olabilir mi, bu tutarlı olabilir mi? Ben buna cevap vermeyi bile gereksiz görüyorum. Afrika ve Asya şu anda yükselen ülkeler. Piyasa ekonomisi içinde çalışan ve kar amacı güden her şirket ister TÜSİAD, ister MÜSİAD, ister TUSKON üyesi olsun, o pazarlara bakacaktır ve rasyonel karar alacaktır. . Ama biz bunu göstere göstere yapmıyor olabiliriz. Biz her üyemiz nasıl iş yapıyor bunu inceleyen bir dernek değiliz. Biz iş geliştirme yapmıyoruz. TÜSİAD, ekonomik politika üretir.
Türkiye ne kadar katma değer üretiyor. Bence buna ulusal boyutta Türkiye’nin kafa yorması lazım. Yatırım ortamını ve ekonomik vizyonumuzu buna göre düşünmemiz lazım. Hani diyoruz ya, Türkiye bir eşik atlasın. Bu, ayrıştırmaları bir tarafa iterek önümüze bir vizyon koymaktan geçiyor. Bugün Türkiye’deki büyük sermayenin büyük işler yapması gerekiyor. Burada düzenleyici ile yani kamu ile özel sektörün ciddi bir işbirliği yapıyor olması lazım. Biz sanayiyi, özellikle imalat sanayinde katma değeri bir süre ihtimal ettik diye düşünüyorum. Uzun vadede sadece ranta değil bunlara da odaklanmak lazım. Eğer Türkiye gerçekten dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girecekse Brezilya, Hindistan, Çin, Rusya gibi ülkelerle rekabet etmesi lazım. Biraz daha seferlik içine bakmamız gerekiyor. Onun için de Türkiye bu kutuplaşmalarla vakit kaybetmemeli. Biz bu kutuplaşmayla oralara gelemeyiz.
ABD ORTADOĞU’DAN ÇEKİLİYOR, TÜRKİYE İLE TATSIZ İLİŞKİ İSTEMEZ
Aralık başında yaptığınız ABD ziyaretinizden 2013’e dönük ne tür izlenimlerle döndünüz?
Kiminle görüştüğünüze bağlı olarak karışık mesajlar alıyorsunuz. Yönetim biraz daha diplomatik ve üstü kapalı mesajlar veriyor. Düşünce kuruluşlarında biraz daha rahat konuşuluyor. Ama genel olarak edindiğimiz izlenim, ABD’nin bu dönem uluslararası politikadan çok yoğunlaşacağı yer kendi bahçesi. Obama ikinci dönemini Demokratlara ekonomik anlamda bir zafer kazandırarak bitirmek durumunda hissediyor kendini. Öncelik bu. İkinci olarak da “Ortadoğu’dan ben bir çekileyim de birileri arkamdan halletsin” havasını da alabiliyorsunuz. Ortadoğu’dan uzun vadede çekilme isteği, hatta daha fazla Asya’ya bir ekonomik kazanım olarak bakıyorlar. Asya’ya yönelimi çok daha ciddi olarak programlarına almışlar. Ortadoğu’dan çekilme kararı net olarak söylenmese de buradaki ilişkilerini güvenlik temelli bırakmak istediklerini çok net görüyorsunuz.
Türkiye’nin bölgedeki rolüne bakış nasıl?
Türkiye ile ilişkilerini çok stabil tutma isteği var. Zaman zaman sıkıntılar yaşandı biliyorsunuz. Ama özellikle bu bölgeden çekilmek istediklerini hissettiğimiz bir dönemde Türkiye ile tatsız bir ilişki bırakmak isteyeceklerini ben sanmıyorum. Hükümetle iyi çalışacaklardır. Bir şekilde, karşılıklı anlaşma için gayret sarfedecekleri yönünde bir intibaya kapıldım. Kongre’de de epey bir vakit geçirdik. Biliyorsunuz orada ciddi bir Cumhuriyetçi ağırlığı var. Kongre’nin İran konusunda Obama’yı zorlayacağı belli oluyor.
Askeri müdahale için mi?
O tam açık söylenmiyor ama çok net “yapmalı” diyen bir kesim de var. Böyle bir baskı yapmaya çalışıyorlar.
Türkiye’nin oynamaya çalıştığı bölge lideri rolün ABD’yi rahatsız ettiğine yönelik bir izleniminiz oldu mu?
ABD Türkiye’nin rolünden memnun mu rahatsız mı onu bilemem ama Türkiye açısından baktığınızda mesele Bölge liderliğinden ne anladığınıza bağlı. Ben Türkiye’nin Ortadoğu’da bir model olabilmesinin, demokrasi gibi Batı’nın siyasi değerlerine sahip çıkan bir ülke olmasından geçtiğini düşünüyorum. Türkiye’yi bölgedeki diğer ülkelerden farklı kılan ve esin ülkesi haline getiren şey de buydu. Türkiye’nin gücü bütün komşularıyla iyi ilişkiler içinde olmasından geçiyor. Zaten Sayın Davutoğlu da oradan başladı. Bu kolay bir denklem değil ama Türkiye Batılılık yönünde siyasi gündemine devam etmek zorunda diye düşünüyorum. Yoksa başka bir yere gideriz.
Sizin de orada olduğunuz günlerde, bazı Amerikan düşünce kuruluşlarının raporlarında “Kürdistan’ın kurulması ihtimali Türkiye’yi zorlayabilir” yorumu dile getirildi.
Evet, bu gündeme getiriliyor. Ben komplo teorileri üzerinden hareket etmememiz gerektiğini düşünüyorum. Bunlarla çok vakit kaybedebiliriz. Esasen bizim kendi içimizde Kürtleri kapsayacak şekilde demokratikleşme sorunumuzu çözmemiz gerekiyor. Bizim eğer bir açık yaramız varsa, bu her zaman kaşınır. Bizim o yarayı tedavietmemiz lazım ki sağlam durabilelim. Kürtlerin bu demokratikleşme gündeminin bir parçası olabilmeleri bizim dış politikamıza bağlı olmamalı. Bizim kendi vatandaşlarımıza daha demokratik bir Türkiye borcumuz var.
ANADİLDE EĞİTİM TÜRKİYE’Yİ BÖLMEZ
Kendi içimizde Kürt sorununu çözmenin formülü nedir sizce?
Kürt sorununun çözümünün çok boyutu var. Ben bir sivil toplumcu ve bir vatandaş olarak sivil boyutuyla yaklaşmayı tercih ediyorum. Güvenlik boyutu, TÜSİAD’ın bilemeyeceği kadar karmaşık olabilir. Ama ben Türkiye’de yaşayan bütün vatandaşlar adına bakmak taraftarıyım. Türkiye’de herkesin eşit vatandaşlar olarak, kendilerini nasıl hissediyorlarsa öyle ifade ederek o kimliği geliştirmeleri gerekiyor. Aslında bu kadar basit. Biz hep şunu tartıştık acaba Kürtler Kürtçe konuşursa Çerkezler de Çerkezce konuşmaya başlarsa Türkiye bölünür mü?… Türkiye’nin resmi dili Türkçe olduğu sürece herkes istediğini diğer lisanı da öğrenebilmeli, konuşabilmeli. Bence o noktayı geçtik. Bu Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkacak bir şey değil. Ben çok seslilikten, kültürel çeşitlilikten korkmuyorum. Bizim en büyük zenginliğimiz olduğunu düşünüyorum. Türkiye bunu ne kadar empati yaparak ve açık konuşabilirse, o kadar güçlü olabiliriz.
Ana dilde eğitime de karşı değilsiniz o halde.
Ben Türkiye’nin resmi dilinin Türkçe olması gerektiğini düşünüyorum. Ama prensipte insanlar kendi dillerini konuşabilmeli, öğrenebilmeli. Bundan daha doğal bir şey yok. Ama Türkiye Cumhuriyeti, resmi dili Türkçeyi de herkese öğretebilmeli. Eğitim dili Türkçe kalmalıdır. Bunun yanında diğer dillerin kültür ve edebiyatlarıyla birlikte öğretildiği kapsamlı bir biçimde anadilini öğrenme imkanı tanınmalıdır. Ama bunun eğitim bilimi açısından pek çok detayı olduğuna eminim; modeli oluşturmak bir uzmanlık işi.
BAŞTA AK PARTİ DE YAKIŞTIRDILAR
Siyaseti size çok yakıştıranlar var.
Ben kendime hiç yakıştıramıyorum.
Hiç mi düşünmezsiniz?
Hiç düşünmem. Akademik çalışmaları takip etmeye, entelektüel kapasitemi geliştirmeye önem veriyorum. Ama siyaset yapılan bir şey. Onun da Türkiye’de ve dünyada farklı kuralları var. Ben kendimi o sistemin içinde göremiyorum. Benim önceliğim olamaz. Ben özel hayatımı çok seviyorum. Çocuklarımla vakit geçirmek benim için çok önemli. Siyaset başka bir gündem istiyor. Ben o anlamda fedakar hissetmiyorum kendimi.
Neden hep CHP yakıştırıldı?
Yo hayır, ilk başta AK Parti yakıştıranlar da oldu. O tip spekülasyonlar çıkıyor. Zaman zaman her TÜSİAD başkanının başına gelmiş şeyler bunlar. Ama önemli değil, bu da geçer.
Kimse bana teklifle gelmesin diyorsunuz.
Bence gelmeyeceklerini biliyorlar zaten.
CİNSİYETÇİ YAKLAŞIMLAR BENİ KAMÇILADI
Başkanlığınız süresince kadın olmaktan ötürü zorluk ya da kolaylık yaşadığınızı düşündüğünüz anlar oldu mu?
Cinsiyetçi bir takım şeylere maruz kaldım. Bunun çok arttığını görüyorsunuz kullanılan lisanda. Kişisel almadım ama zannediyorum Türkiye’de kadınlara karşı yaklaşımın ne kadar ötekileştirici olduğunu görmeme sebep oldu. Bu beni biraz da kamçıladı. O duyarlılığa sahip olmak önemli diye düşünüyorum. O kadar kalıplaşmış ki Türkiye’de kadınla ilgili bu yaklaşım, bu bir zihniyet problemi. Bunlar beni kamçıladı ama kolaylık sağladı mı? Hayır. Bilakis zaman zaman dezavantajını gördüm. Anladığım kadarıyla beni kadın olarak nereye koyacaklarını bilemedikleri zamanlar oldu. “Erkek erkeğe konuşmak” diye bir alışkanlık var. Siyasette de bu var. İş dünyasında da vardı ama çok değişti. Kadınların buna çok ciddi şekilde direnç göstermesi lazım.
Salim Uslu konsomatris benzetmesi yaptı. Bülent Arınç “porno mu izliyor çocuklarıyla” diye sordu. Kırılmadınız mı bunlara?
Valla onların ayıbı, onların cinsiyetçi yaklaşımı, benim değil.
Karşılaştınız mı bu isimlerle sonradan?
Salim Uslu ile hiç karşılaşmadım. Sayın Arınç ile karşılaştım.
TELEFONLARIN PİLİ ÇIKARTILIYORSA TEDİRGİNLİĞİ YOK SAYAMAZSINIZ
Daha önce size sorulduğunda, Başbakandan korkmadığınızı söylediniz. Toplumun bir çok kesiminde aykırı ses çıkarmaktan çekinenler olduğu görüşüne katılıyor musunuz?
Bunun bir çekince teşkil ettiği ortada. Bunca insan ortamdan tedirgin oluyorsa ve mesela telefonlarının pilleri çıkartma ihtiyacı duyuyorsa bu tedirginliği yok sayamazsınız. Demek ki böyle bir ortam var. Bu yadsınamaz.
Siz neden tedirgin olmadınız?
Benim söylediklerim, yaptıklarım bir sivil toplum kuruluşu başkanının, o kurumun meseler ve ilkeler ile görüşlerini ortaya koymaktı. Bunların hiçbirinin siyasi hedefi yok. Ben gündemle ilgili konularda benim temsil ettiğim değerler ne ise o istikamette hareket ettim. Bu, insana müthiş bir vicdan rahatlığı veriyor. Ben bir siyasi ajandayla hareket etmiyorum. Onun için de tedirgin olmama gerek yok. Biz Türkiye olarak açık toplum olmayı öğreneceğiz. Tabii ki açık toplum olmak demek hakaret etmek, küçümsemek demek değil. Farklı düşünüyorsan farklı düşündüğünü söyleyip arkasında durabilmelisin. Ama bu çok alışık olduğumuz bir şey değil. Bunu yapanlara da zaman zaman alınganlık gösteriyoruz. Bu geçecek. Yanlış anlaşıldığım ve bir tarafa çekildiğim çok zaman oldu.
Hangi konuda yanlış anlaşıldınız?
Mesela “korkuyorum” konusu bile meydan okuma diye lanse edildi.
Başbakan Erdoğan’a veda ziyaretine gitmeyi düşünür müsünüz?
TÜSİAD’ın veda ziyaretleri teamülü yok. Böyle bir şey gündemimde değil.
TÜRKİYE TEK SESLİLİĞİ KALDIRMAZ
Son hafta içinde ODTÜ’de başlayarak diğer üniversitelere de yayılan tepkileri nasıl buluyorsunuz?
Biz TÜSİAD olarak her zaman özerk üniversiteler modelini benimsedik. Türkiye’de bilimin gelişmesi, analitik beceleri güçlü, sorgulayan ve fikir üreten gençlerin yetişmesi için bu çok önemli. Biz bireysel özgürlüklerin güçlendiği demokratik bir Türkiye’den tek sesli bir Türkiye’ye gidemeyiz. Ben bunu kimsenin istemediğini ümit etmek istiyorum. Tek sesli bir Türkiye, tek renk bir Türkiye bence yazık olur. Türkiye zaten böyle birşeyi kaldırmaz.
16 Ocak’tan sonra ne yapacaksınız? En çok neyi özlediniz?
Valla iş hayatını özlediğimi söyleyebilirim. Ben TÜSİAD’da çok şey öğrendim. İnsanın kişisel gelişimi anlamında önemli bir yer burası. Ama artık normal iş hayatıma döneceğim. Orası rahat. (Gülüyor)
2013’TE DİNLEMEKTEN DE KONUŞMAKTAN DA KORKMAYALIM
Vedayı 2013 için bir öngörü, bir de dilekle yapalım.
Bence ekonomik açıdan iş dünyası için kritik bir sene olabilir. Dünya ticaret hacminin duraksadığını 2012’de görüyoruz. Yüzde 8’e kadar düştü. Hatta 2014 sonrası yüzde 4’ler bekleniyor. Bu, Türkiye’nin geleneksel pazarlarında daha da düşük. İhracata bağlı büyüme modelini öngördüğümüz için böyle olursa, riskli bir sürece girilebilir. Riskleri bol bir sene olabilir. Bir STK’cı olarak da şunu söyleyebilirim; hem dinleyelim, hem konuşalım. Dinlemekten de konuşmaktan da korkmayalım.