Tapu Çetesi ne ki... Daha çook şiddet suçu yaşayacağız

Güncelleme Tarihi:

Tapu Çetesi ne ki... Daha çook şiddet suçu yaşayacağız
Oluşturulma Tarihi: Haziran 22, 2008 00:00

Öyle bir çete ki bugüne kadar işitilmedik bir organize suç için oluşmuş. Çetenin üyeleri, toplumda saygı gören, ağzı laf yapan, üniversite mezunu kişiler. İlgi ve icraat alanları, yalnız ve zengin yaşlılar. Hedeflerindeki yaşlı kişiyle, önce bir emlak alıcısı ya da kilise cemaatine mensup biri gibi diyalog kuruyorlar. Yalnızlığını paylaşan bir evlat masumluğunda yaklaşıyorlar ona. Daha sonra da sabırla bekliyorlar. Malını mülkünü kendilerine devredecek kadar güvenini kazandıktan sonra o yaşlı ve kimsesiz kişi ağa düşmüş oluyor.

Sonunda en gaddar yöntemlerle öldürülüyor: Bazen haftalarca aç bırakılarak, bazen de kafası duvarlara vurularak, ya da can çekişirken hastane kapısına bırakılarak. Gasp edilen servete legal kılıf bulmak için de diğer çete mensubu devreye giriyor: Tapu müdürü. Bir hafta önce İstanbul’da ele geçirilen bu "Tapu Çetesi"nin, şimdilik dört yaşlıyı öldürdüğü biliniyor. Emniyet, gelecek kayıp ihbarlarıyla sayının artabileceğini söylüyor. Farklı şehirlerdeki emniyet mensupları, bugüne kadar işlenen bu tip suçların bireysel olduğunu, yalnız ve yaşlı zenginler için kurulan organize suç şebekesi örneğiyle ilk kez karşılaştıklarını söylüyor. Sosyolog, suç ve mağdur bilimi yüksek lisans dersi öğretmeni ve Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) Sosyal Araştırmalar Merkezi Başkanı Prof. Dr. Halil İbrahim Bahar ile çete mağdurlarını ve modern toplumda yaşamanın risklerini konuştuk.

BİREY RİSK VE GÜVEN ARASINDA SIKIŞIP KALDI

Risk toplumu kavramı, 1990’lı yıllarda ortaya atıldı. İnsanların iki türlü tercihi olacak: Ya tanımadıkları kişilerle ilişkilerini minimuma indirecekler ya da etkileşimlere açık bir yaşam sürdürecekler. Birey, modern toplumda risk ve güven arasında sıkışıp kaldı. Risk toplumunda mağduriyetler arttıkça ilişkilerin sınırlandırıldığını görüyoruz. Klasik bir ifadeyle dikkatli olun, diyoruz.

GÜVENMESENİZ BİLE POLİSE BAŞVURACAKSINIZ

Modern bir toplumda yaşıyorsak kurumları işletmek zorundayız. Güvenmeseniz bile polise başvuracaksınız, mafya tutmayacaksınız. Mecbursunuz. Hrant Dink olayından sonra görüldü ki polis, gelen ihbarları çok daha fazla ciddiye almak zorunda. Çünkü artık eskiye göre bu durumda başının daha çok ağrıyacağının farkında. Toplumsal etkileşim ve davranış kalıplarımızı bireysel güvene göre değil, modern toplumda nasıl olması gerekiyorsa o şekilde düzenlemek zorundayız.

EN FAZLA RİSK ALTINDA KALANLAR YAŞLILAR

Malları ve paraları için öldürülen yaşlılar zengin, eğitimli ve avantajlı da olsalar, çeteler de onların yalnızlığını biliyor. Tıpkı yalnız yaşayan zengin kadın avcısı erkekler gibi. Onlar da kadının esas ihtiyacını, kimsenin ona seni seviyorum demediğini biliyor. Modern toplumlarda yaşlılar, kadınlar ve çocuklardan daha fazla risk altında. Devletin mutlaka bir yaşlı politikasının olması, sosyal devlet özelliğini işletmesi gerekiyor. Ama bu da yetmez.

Modern toplumda bireyselleşme var. Sadece sen çalış, sen tüket meselesi var. Kazanmak ve tüketmek denen değerler egemen hale geldikçe bu tür suçlar bitmeyecek.

Toplumsal sermaye güçlü olursa, çevrenizdeki yaşlıları da hesaba katarsınız aile, akraba, komşuluk bağları gelişir. ABD’de ve Avrupa’da yaşlılar çok daha zavallı durumda. Türkiye’de en azından aile, akraba, komşuluk ilişkileri güçlüdür.

TÜRKİYE’DE SUÇLU MAĞDURU YOK EDİYOR

Türkiye açısından Tapu Çetesi örneği ne ki daha... Türkiye’de yılda işlenen kayıtlı suç sayısı 1 milyon. Türkiye’ye yakın nüfusa sahip İngiltere’de yılda 6 milyon kayıtlı suç işleniyor. Ama Türkiye’de kayıtlı suçun azlığı önemli değil. Asıl önemli nokta, şiddet suçlarının çok fazla olması. Bu nedenle bir İngiliz, 6 milyon suçun içinde daha çok güvende. Çünkü hırsızın, parasını çaldıktan sonra kendini öldürmeyeceğini, sigortanın zararını karşılayacağını biliyor. Ama Türkiye’de insanın parasını, telefonunu çaldıktan, bir de tecavüz ettikten sonra öldürüyorlar. Yani suçlu, mağduru tanık olarak bırakmıyor, yok ediyor.

BU TÜR ÇETELERİN ÜREYECEĞİ ORTAMI FAZLASIYLA SUNUYORUZ

Toplumdaki organik dayanışmada ikincil ilişkiler yani geçici ilişkiler ağırlık kazanıyor. Bir marketteki kasiyer kızla müşteri arasındaki ilişki geçicidir. Ama köy bakkalı bütün müşterilerini tanır, onlarla dostluk kurar. Dolayısıyla toplumsal normlar ortadan kalkıyor. Bunun yerine hukuku getiremeyip işletemiyorsanız, yalnız yaşlıların öldürülmesi de bu tür çeteler de kaçınılmaz oluyor. Referans noktamız, apartman girişinde kadına günaydın diyen erkek değil, trafikte kadın şoförü sıkıştıran aynı erkek olmalı. Türk toplumu, maalesef bu tür çetelerin üreyeceği ve devam edeceği ortamları fazlasıyla sunuyor.

Vanda Hanım polise başvurmadı, korkusunu cemaatiyle paylaştı sanık da bundan yararlandı

Yaşlı kişiler, kendilerini azınlıkta hissedip cemaat içinde birbirleriyle karşılıklı güven ilişkisine giriyor. Bu olayın mağduru Vanda Ayaşlı Esen, Ermeni asıllı. Çete lideri sanık Çetin Acar da Ermeni asıllı ve düzenli olarak kiliseye
/images/100/0x0/55ea8936f018fbb8f88660ee
gidiyor. Sanık, Vanda Hanım’la tanışıp bir şekilde güvenini kazanıyor. Bu sürede Çetin Acar, Vanda Hanım’ın evlatlığı İbrahim Ayaşlı Esen’i kaçırıyor. Bu arada Vanda Hanım, Acar’a iki gündür ortalıkta görünmeyen evlatlığının banka kasalarını boşalttığını, yalıda yalnız kalmaktan korktuğunu söylüyor, yardım istiyor. Sanık da kardeşi Yaşar’ı, Vanda Hanım’ın yalısına yolluyor.

Vanda Hanım, devlete, polise başvurmadı. Korkusunu kendi cemaatindekilerle paylaştı, cemaat içi ilişkilerle sorununu çözmeye çalıştı. Özellikle cinsel istismar gibi konularda sanık, mağdurun tanıdığı bir kişidir. Burada da benzer şeyi görüyoruz. Sanık, cemaat içi normları ve kültürü kullanarak mağdurun güvenini kazanıyor, kadının neler hissettiğini öğreniyor. Eğer Vanda Hanım polise başvursaydı, çözüm çok farklı olacaktı.

Ama onun da polise gitmemek için kendine göre sebepleri olabilir. Sosyolojik anlamda mağdurdu, devlete ve toplumsal düzeni sağlayan mekanizmalara güvenmediği gibi azınlık kimliğinden kaynaklanan sorunlar da yaşıyordu belki. Vanda Hanım’ın devlete bu güvensizliğinin altında, tarihsel anlamdaki mağduriyeti mi var, diye bakmak lazım. Çünkü sıradan bir kadın değil. Hem kayınpederi Sadullah Paşa, hem de sahip olduğu servet bakımından önemli birisi. Ama o yine de kamu görevlisine, bürokrasiye güvenmiyor. Tarihsel süreçte benzer mağduriyetler yaşamıştır. 1950’de bazı azınlıkların mülkleri belli yöntemlerle ele geçirildi. Belki o yıllarda bunu yaşadı ya da bugün yine yaşamaktan korkuyor. Modern bir toplumda, İstanbul’un göbeğinde sosyal ve ekonomik açıdan en üst toplumsal katmanda yaşayan bir kadın, sorununu tarım toplumundaki yöntemlerle çözmeye çalışmış.

TAPU DAİRELERİNE YENİ YENİ KAMERA KONULMAYA BAŞLANDI

Klasik polislikte ya da sosyal denetim meselesinde egemen zihniyet, en alttakilerin işlediği suçlara odaklanır. Ama bir tapu müdürünün hırsızlığına odaklanmaz. Oysa tapu müdürünün işlediği ve bizim Beyaz Yaka Suçu dediğimiz suç, toplumsal yaşama çok daha fazla darbe vurur. Tapu dairelerine yeni yeni kamera konulmaya başlandı.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!