Güncelleme Tarihi:
Evren, bütünüyle Tanrı’nın ışığıdır. Şöyle de diyebiliriz: Tanrı evrendeki tüm ışıktır.
Işık anlamındaki ‘Nûr’ sözcüğü, Tanrı’nın isim-sıfatlarından biridir. Ve Kur’an’ın surelerinden birinin de adıdır. Kur’an Tanrı-ışık gerçeğini, kendine özgü muhteşem üslûbu içinde şöyle ifade etmektedir:
“Allah, göklerin ve yerin nûrudur.” (Nûr, 35)
Dahası var:
Kur’an, evreni, doğayı Tanrı’nın yüzü ilan etmektedir. Şu anlatıma bakın:
“Doğu da batı da yalnız Allah'ındır! O halde, nereye dönerseniz orada Allah'ın yüzü vardır. Allah Vâsi'dir, sürekli genişler/varlığı sürekli genişletir; Alîm'dir, her şeyi en iyi bilendir.” (Bakara, 115)
Kur’an, doğayı Allah’ın vücudu gibi görür. Allah, süreci sadece izlememekte, sürecin bizzat içinde yer almakla da kalmamaktadır. Kur’an’a göre Allah, sürecin bizzat kendisidir. O’nun isim-sıfatlarından biri ‘Vâsî’dir ki genişleyen demektir. Geleneksel yorumculuk, birçok konuda yaptığını burada da yapmakta ve bu isim-sıfatı genişleyen değil de genişleten diye tercüme etmektedir.
Kur’an öyle demiyor. ‘Genişleten’ anlamında ve yine aynı kökten bir kelime Kur’an’da zaten var. O kelime ‘mûsî’ sözcüğüdür.
‘BEN’ YERİNE ‘BİZ’ NEDEN KULLANILIYOR?
Yüce Tanrı, yaratışlarını, eylemlerini ifade ederken ‘Ben’ yerine ‘Biz’ kelimesini kullanarak evrendeki varlıkların tümünü kendisiyle birlikte anarak hem onları onurlandırıyor hem de kendisinin sürecin içinde ve doğayla iç içe olduğuna vurgu yapıyor.
Bu demektir ki, doğayı tâciz ve tahrip Allah’ı tâcizdir.
O halde, Kur’an penceresinden bakarsak şunu söylemek zorundayız: Doğaya yapılan her yıkıcı müdahale Allah’a yapılmış sayılacaktır. Bunun anlamı şudur:
Doğaya yapılan müdahaleler Allah’ın iradesine uygun ve doğanın tahiribinden, doğayı tâciz etmekten uzak müdahaleler olmalıdır. Kur’an, özel bir sebep vesilesiyle bir tespit yaparken, kendine özgü tarz ve üslûp içinde şu hayatî ilkeyi ifadeye koymaktadır: Her kesilen ağaç Allah’ın izniyle kesilmelidir. Şöyle deniyor:
“Bir hurma ağacını kestiniz yahut onu kökleri üzerine dikili bıraktınızsa, bu Allah'ın izniyledir; yoldan çıkmışları rezil etmesi içindir.” (Haşr, 5)
Kur’an’ın insan-Tanrı-doğa üçlüsünü nasıl kucaklaştırdığını ve bu kucaklaştırmayı tanıtırken Yüce Yaratıcı’nın ‘ben’ yerine ‘biz’ diye konuştuğunu ibretle izleyelim:
“Ey insanlar! Ölümden sonra dirilme konusunda kuşku içinde olabilirsiniz. Ama şu bir gerçek ki, biz sizi bir topraktan, sonra, bir spermden, sonra, bir embriyodan/döllenmiş bir karışımdan, sonra, ne olduğu kısmen belirli, kısmen belirsiz bir et parçasından yarattık ki, size açık seçik beyanda bulunalım. Ve sizi rahimlerde, belirlenen bir süreye kadar dilediğimiz şekilde bekletiyoruz. Sonra, sizi bir çocuk olarak çıkarıyoruz. Daha sonra da tam kuvvetinize ulaşmanızı sağlıyoruz.” (Hac, 5)
Bu aşamalarda topraktan meniye, kana, yiyeceklere, ete, süte kadar birçok doğa ve çevre unsuru devreye girmektedir. Yani bir yaratıcı eylem, Yaratıcı’nın isim ve sıfatlarının her birinin tabiatta bir yansıma ve yankılama bulmasıyla birçok aşamada gerçekleşiyor.
Yaratıcı irade açısından yaratma fiili bir ‘ol’ emri kadar zaman alan bir anlık iş ise de matematik-astronomik zamana bağlı insan idraki için her yaratma fiili birden çok aşamanın birbirini izlediği bir süreçtir.
İnsan, tabiatı tâciz ettiğinde Allah’ı tâciz etmekte, tabiattan koptuğunda Allah’tan kopmakta, tabiata gaddar ve egoistçe yaklaştığında Allah’a karşı gaddarlık ve egoislik yapmış olmaktadır.
Kur’an’ın, sık sık kullandığı ‘Allah’ın ayetlerine karşı mücadele’ veya ‘Allah’ın ayetlerini nankörlükle örtmek’ işte budur. Geleneksel dinciliğin sandığı gibi, sadece Kur’an ayetlerini yalanlamak veya onlara iman etmemek değildir. Ayetlere iman sadece bu olsaydı, İslam dünyası bir baştan bir başa cennete dönerdi. Oysaki birçok yeri cehenneme dönmüştür.
Demek oluyor ki, ‘Allah’ın ayetlerine iman’ meselesini yeniden ve derinden bir kez daha düşünmek zorundayız.