Güncelleme Tarihi:
28 Şubat’ın sembolü sayılan “tankların Sincan’da yürümesini” siz nasıl öğrendiniz?
- Özel kalemime haber vermişler. Özel Kalem Müdürü bir kağıt getirdi önüme koydu. Ben telaş yapmadım.
Aklınıza ne geldi?
- Doğrusu asker müdahalesi olabileceğini düşünmedim. Asker müdahalesi olacak olsa tanklar Sincan’da değil başka yerde yürür.
Sizin o gün Dışişleri Bakanı Tansu Çiller’le bir görüşmeniz var. Görüşme bitiyor, yanınızdan çıkıyor, sonra tekrar geliyor yanınıza.
- Doğru. Dışarıda ona söylemişler, “Tanklar Sincan’da” diye. Tekrar geldi, “Tanklar yürümüş” dedi. Tanklar devletin tankı, tank yürüyecek bir olay yok. Halkına karşı tank yürütüp ne yapacak? “ Ben de ” Yürürse yürür bir şey olmaz, sen işine git “ dedim. Benim sözüm telaşsız, güven vericiydi. Tanklar yürüse sadece onun üstüne yürümez ki, tanklar devletin üstüne yürür. Devletin başında da ben varım. Ben kaygılanmadığıma göre onun da kaygılanmaması lazım. Ama can pazarı bu.
Tansu Hanım’da panik hali mi vardı?
- Vardı.
Ondan sonra mı siz Genelkurmay Başkanı’nı aradınız?
- Manevraya ya da garnizona gidiyormuş, dedi. Anlaşılan onun da çok fazla bilgisi yok, aşağıdakiler organize etmişler.
Daha sonra konuşmadınız mı?
- Bazı şeyler çok konuşmaya gelmez.
Sonradan 'balans ayarı' diye nitelenen tankların yürüyeceğinden haberiniz olsaydı ne yapardınız?
- Bozardım. Varsın yürüsünler diyemezsiniz ki. Yürüsünler yollar aşınmaz diyemeyiz ki, çünkü tank paleti aşındırır.
Bu olaydan sonra Tansu Çiller, Genelkurmay Başkanı Karadayı ve bazı komutanları görevden almak için size geldi mi?
- Hayır, kesinlikle doğru değil.
'Bir kararname hazırlasak onaylar mısınız' demedi mi?
- Hayır, hepsi safsata.
Güven Erkaya’nın anılarında, İslamoğlu’nun kendisine geldiğini ve komutanların emekliye sevkedilmesine ilişkin kararname taslağını gördüğünü anlattığı geçiyor...
- O günkü sorun Genelkurmay’da değil ki. Sorun, laikliğe, moderniteye yönelmiş hareketlerden rahatsız olmuş halk kütleleri vardı. Sorun o.
Tansu Çiller böyle bir kararnameden hiç bahsetmedi mi?
- Hayır. Zaten gerekirse onu başbakan yapar. Çiller yapmaz. Bu kadar önemli mesele vekille hallolmaz. Zaten Erbakan da böyle bir teklifle gelse, ben sorarım, ” Niçin? “ diye. Ne diyecek? ” Ben Hariciye Köşkü’nde birtakım tarikat üyelerini topladım buna itiraz ettiler, öyleyse bunları alalım, bunun için geldim “ diyebilir miydi? Yahut ” Benim Kayseri’deki belediye başkanım şunları söyledi “ ya da ” Sincan’daki belediye başkanım Kudüs Günü yaptı, orda şunlar oldu, bunlar rahatsız oldular, bunları alalım “ diyebilir miydi? Burada şikayet eden kim, edilen kim?
Ama 'darbe yapmak istiyorlar' diyebilirdi...
- Neyin darbesini yapacak? Sen bunları yaptığın sürece halk rahatsız. Halk rahatsız olunca bunlar da rahatsız. Sen bunları yapmazsan, halk rahatsız olmaz. Türkiye’de herkesin yaşam hakkı var. Herkesin uyması gereken şu Anayasa. Bu Anayasa da laikliği , moderniteyi getirmiş. 'Bunlara neden uyuyorsunuz' diye sorun yok, Türkiye’de 'Bunlara neden uymuyorsunuz' diye sorun var. 'Buna uymayın' deniliyorsa eğer, o zaman rahatsızlık çıkarsa, bu rahatsızlıktan dolayı -'kumandanları alalım' kim diyebilir ki? Olur mu öyle şey? Yani ne diyerek gelecekti bana Başbakan? 'Bunları alalım.' Peki niye alalım? 'Taksim’e cami yapacağız, onun için çadır kurduk, buna itiraz ettiler. Bunun için alalım' mı diyecekti? Halkın namaz kılmak için sorunu yok. 1.756 tane cami var İstanbul’da. 'Bunlar yadırganıyor, yadırgayanın kellesini uçuralım' diyebilir miydi?
Defalarca darbe yaşadınız ve darbelerden mağdur oldunuz. O dönem komuta kademesinin görevden alınması sizin aklınızdan geçmedi mi hiç?
- Hayır geçmedi. 28 Şubat’ta gerginlik Genelkurmay’da değil ki gerginlik halkta. Her gün saat 9.00’da ışığını söndüren halka ne diyeceksin ki... Her gün ışıklar sönüyor, yakılıyor olmasa, her gün Türkiye’de gazeteler birtakım önemli şeyleri yazmasa, her gün eleştirilecek hükümet icraatı olmasa o gerginlik olmazdı. O gerginliği Genelkurmay’daki 3-5 kişiyi değiştirmekle ortadan kaldırmış olmaz, aksine daha da çoğaltmış olurdunuz. Çünkü gerginliği meydana getirenler onlar değildi ki... Gerginlik vatan sathındaydı. Gerginlik tepeden değil tabandan gelen bir gerginlikti.
Siz Genelkurmay Başkanı’na 'Bunlar siyasetin işi, bu meselelere siz karışmayın, her şey de iyi gidiyor' deseydiniz ne olurdu?
- O zaman bana sorardı adam, 'ne iyi gidiyor', 'Tarikatlar Çankaya’yı istila etti, sen ne yapıyorsun' derdi, 'kafanı kaldırıp baksana' derdi.
'Onlar da bu ülkenin gerçeği, demokrasi var, bu seçilmişlerin meselesi' denemez miydi?
- Hayır öyle şey olmaz. Yanlış olan şey seçilmişlerin meselesi olmaz. Seçilmişler yanlış yapma hakkına sahip değildir. Anayasa’ya sadakatle bağlı olmaya yemin etmişsiniz, laik devlet üzerine yemin etmişsiniz, devrim üzerine yemin etmişsiniz. Modern cumhuriyeti korumak size tevdi edilmiş. Siz buna açıkça ters düştüğü için rahatsızlık meydana getiren hadiselere ” varsın böyle olsun “ derseniz o zaman o safa girersiniz. Ve oturduğunuz yerde oturma hakkını kaybedersiniz.
Darbe olur muydu?
- Tarih, olmuş hadiselerle uğraşır, olmamışlarla uğraşmaz...
- Şimdi, 28 Şubat’ı anlatayım da o tek başına hiçbir şey ifade etmez. Bir gazetenin sayfalarına sığacak bir şey değil. '28 Şubat darbedir' diye 28 Şubat’ın üzerinden 11-12 sene geçtikten sonra bu iddialar yapılıyor. Türkiye darbenin ne olduğunu biliyor. Darbe dediğin zaman, darbeciler geliyor, Meclis’i kapatıyorlar yahut Meclis’i kontrol altına alıyorlar, hükümeti ortadan kaldırıyorlar, Anayasa’yı ortadan kaldırıyorlar ve kendilerine göre bir düzen kuruyorlar. Ya idareyi tümüyle ele alıyorlar yahut idare tam kontrol altında tutuluyor. Peki 28 Şubat MGK’dan sonra 29 Şubat günü Türkiye’de hükümet var mı, Parlamento var mı? Var. Anayasa var mı? Var. Peki kimsenin kılına dokunulmuş mu? Hayır. Herkes yerli yerinde duruyor mu? Duruyor. Bunun nesi darbe?
Ama bu nedenle 'postmodern darbe' denmiyor mu? Hükümet ertesi gün var ama, bir süre sonra hükümet de yok, parti de yok...
- Neden postmodern? 4 ay geçiyor aradan, 18 Haziran’a geliyorsunuz. Mart, Nisan, Mayıs geçiyor ve Haziran’ın 18’i. 4 aya yakın zaman geçiyor. Günün başbakanı geliyor ve 'ben istifa ediyorum' diyor. Ona 'istifa et' diyen var mı? Yok. Kendisine ben soruyorum...
'Havada ikmal yapacağız' diyorlardı...
- Ben soruyorum. 'Niye istifa ediyorsunuz?' O (Başbakan Necmettin Erbakan) 'Gerginlik var' diyor. 'İstifa ediyorsun, ben de sana istifa et diyecektim' diyen var mı? Yahut ben ona haber gönderiyorum, MİT Müsteşarı ile vesaire ile , 'ben bunlarla muhatap oldum, yani istifa ediversin a canım' diye. Böyle bir olay var mı? Yok...
Ama siyasi tablo değişiyor...
- Siyasi tablo her gün değişiyor zaten. Şimdi geliyor, 'ben' diyor, 'istifa ediyorum ama başbakanlığı filancaya ver'. Bu benim bileceğim bir iş. Cumhurbaşkanı’nın bileceği bir iş... Ondan sonraki kısmı, gene Meclis’in içinden hükümet kuruluyor, gene Meclis’in güvenoyuna mazhar oluyor, Türkiye yoluna devam ediyor. Bunun nesi darbe? Ben bunu darbe diyenlere diyorum: Allah’tan korkun bunun nesi darbe? Bu işin önü bu. Arkası var.
12 Mart’la benzerliği yok mu?
- Hiç yok. 11 Mart günü ben burada oturuyorum, benim arkamda yüzde 50 oy var. Benim gelip elimden hükümeti aldılar. 28 Şubat’ta kimin elinden ertesi gün hükümet aldılar?
Çiller ve Erbakan ikilisinden de aldılar...
- 3.5 ay sonra oldu o sevgili kardeşim. Onun 28 Şubat’la hiçbir alakası yok. O hükümet gitmezdi. Hükümet başkanı, 'Benim hükümetimin bulunduğu süre içerisinde ülkede gerginlik oldu' diyor... 'Gerginlik mi oldu, o zaman sen git muavinin gelsin, gerginliğe de devam edelim, senin hükümete devam edelim', böyle mi diyecektik? 'Bunu dedirtmeyecektiniz bana' diye sitem ediyor... Görev benim takdirime kalmıştı. Ben doğruyu yaptım.
Tarihe postmodern darbe diye geçti
1995’te birinci parti olan Necmettin Erbakan’ın liderliğindeki Refah Partisi, 1996’da, Tansu Çiller liderliğindeki DYP ile koalisyon hükümeti kurdu.
Erbakan, Başbakan olduktan sonra Mısır, Libya, Nijerya’yı ziyaret etti. Bir çadırda Kaddafi-Erbakan görüşmesinde Libya liderinin söylediği sözler muhalefet ve basından sert tepki gördü.
3 Kasım 1996’da Susurluk’ta meydana gelen trafik kazasında devlet bağlantılı karanlık ilişkiler ortaya çıktı. Erbakan olayı ’fasa fiso’ olarak değerlendirdi. Adalet Bakanı Şevket Kazan ise, çetelere tepki göstererek eylem yapanlar için ‘Mumsöndü oynuyorlar’ dedi.
RP’li milletvekillerinin, yerel yöneticilerin açıklamaları; Erbakan’ın Başbakanlık’ta tarikat şeyhlerini ağırlamasıyla kamuoyunda irtica tehlikesi yaygın biçimde tartışmaya başlandı.
Medyada irtica tehdidine ilişkin birçok haber yayınlanmaya başlandı. 22 Ocak 1997’de Gölcük’te komutanlar irtica tehdidini tartıştı.
30 Ocak 1997’de Sincan belediyesinin düzenlediği Kudüs gecesinde cihad konulu bir oyun sahnelendi. İran Büyükelçisi’nin de katıldığı geceye basında tepki gösterildi. Sincan’a giden gazeteci Işın Gürel dövüldü. 6 gün sonra Sincan’da tanklar geçiş yaptı.
Demirel, Başbakan Erbakan’a mektupla uyarılarda bulundu.
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya ’İrtica, PKK’dan daha tehlikeli’ dedi.
28 Şubat’ta yapılan MGK toplantısında laikliğin Türkiye’de demokrasi ve hukukun teminatı olduğunu sert bir şekilde vurguladı. 4 Mart’ta Başbakan Erbakan, MGK kararları yumuşatılmazsa imzalamayacağını söyledi ancak 6 Mart’ta imzaladı.
Kararlarla ’irtica’ya karşı zorunlu eğitimi 8 yıla çıkarmak gibi bir dizi önlem alındı.