Güncelleme Tarihi:
Karadağlı'nın verdiği cevaplar şöyle:
"Ferhunde Hanım ve kızları" gibi bir diziyle tanındınız. "Şaşıfelek Çıkmazı"nda oynadınız, ama şöhreti tam olarak "Çocuklar Duymasın'la kazandınız. Peki, şöhreti Çocuklar Duymasın'da kazanmak size nasıl hissettiriyor acaba daha önce oynadığım yapımlarla bu kadar büyük bir öğreti yakalasaydım dediğiniz oluyor mu?
Hayır. Çünkü hepsinin bir zamanı var. Ferhunde Hanımlar benim okuldan mezun olduktan hemen sonra başladığım bir diziydi. Çok gençtim zaten ve çok iyi bir oyuncu kadrosuyla birlikte televizyona ısınmama sebep oldu. Ferhunde Hanımlar 1400 bölüm sürdü. Dolayısıyla orada çok iyi bir deneyim kazandım. Ferhunde Hanımlar bittikten sonra İstanbul'a taşındım ve birkaç dizide oynadım ve daha sonra "Çocuklar Duymasın" geldi. Yani aslında böyle basamak basamak çıkmış oldum. Bir anda öyle şöhret olmamış oldum.
Hayır. Mesela bir doktora “Artık doktorluk yapmaktan ya da kalp ameliyatı yapıp hayat kurtarmakta sıkılıyor musunuz?” diye sormakla aynı şey bu. “Çocuklar Duymasın” insanlara keyif veren bir dizi. Onların nefes almasını sağlayan sakin bir liman. “Hayır, ben insanların artık sakin bir vakit geçirmesini istemiyorum. Birilerine bağırmak, birilerini tokatlamak ya da dövmek istiyorum” demek daha mı doğru? Televizyon işi süreklilik gerektiren bir şeydir. Mesela yıllar önce “Dallas” diye bir dizi vardı. J.R. Ewing’ı oynayan Larry Hagman, “Ben artık J.R. Ewing’ı oynamak istemiyorum. Süperman olacağım” mı dedi? Herkes televizyonda bir aslan vurmak ister. Öyle bir iş yapmak ve hafızalara kazınmak ister. Ben bunu yaptıktan sonra şimdi ben bundan şikayet mi etmeliyim. Bu çok ayıp.
"Bütün hatalarımın bedelini misliyle ödedim. 10 yılda çocuğumdan uzak yaşıyorum. Her fırsatta girip görebiliyorum, ama birlikte akşam yemek yiyelim, dizi seyredelim, ödev yapalım gibi durumlar olmadı. Ben bedelini ödedim. Artık kimsenin bana söyleyecek bir şey yok" dediniz. Yani çocuğunuzla ilgili söyledikleriniz benim içimi burktu. Ne kadar sevdiğinizi görüyorum şu anda da, birlikte çok vakit geçiriyorsunuz anladığım kadarıyla. Tabii ki kimsenin size söyleyecek bir şeyi yok, herkesin kendi hayatı. O döneme baktığımızda geçmişinizle barıştınız mı? Siz kendiniz, affettiniz mi?
Benim kendimi affedip affetmeme gibi bir durumum söz konusu değil. Yaşanması gereken şeyler onlarmış, yaşanmış. Bugünkü aklım olsa aynı tepkileri vermezdim. Çünkü acemiliğimize geldi belki de. Şöhretin daha ilk yıllarında olan tepkilerdi. Dolayısıyla şimdi düşündüğüm de bugünkü aklım olsaydı, "Bana bir tek insan hesap sorabilir. O da karım. O da gereğini yapar. Kime ne!" derdim. Ama nedense "Hata yaptım" hâletiruhiyesine girdik. Belki de hata yapmadım. Belki de öyle olması gerekiyordu. Kime ne. Benim özel hayatımdan kime ne... Hem özel hayatın gizliliğinden, kutsallığından bahsediyoruz. Ondan sonrada insanların özel hayatını irdelemek için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Bu sadece karı kocayı ilgilendirir. Taraflarda, ne hissediyorsa onu yapar. Kimsenin de söz hakkı olduğuna inanmıyorum. Tabii ki görsel bir iş yaptığınız için, popüler kültürün bir parçası olduğunuz için her gün onlarca habere konu olmak zorunda kalıyorsunuz. Ağzı olan olmayan herkes sizinle ilgili bir laf söylüyor. Bunlara da göğüs germeniz gerekiyor. Tabii ki zor zamanlar, ama daha önce de dediğim gibi "Nimetleri olduğu kadar, külfetleri de olacak.". Bu iş böyle, yapacak bir şey yok. İlk defa yaşayan ben değilim. Son yaşayan da ben olmayacağım Demek ki çok önemliymişim ki Türkiye çalkalandı.
Hepsinin toplamı olabilir. Çünkü, o dönemki travma çok anlatılır bir şey değildi. Bende gerçekten bir yara açtı. İnsanların tepkisine çok şaşırdım. Tamam, bir tepki olur ya da eleştiri olur ama böyle büyük bir tepki gerçekten beklemiyordum. “Parçalayın, parçalayın” gibi bir tepki beklemiyordum. Tabi çok şey öğrenmiş oldum. O dönemin açtığı yara uzun süre devam etmiş oldu. Evliliğimizi tabii ki zedeledi. Arzu dimdik durdu. Çünkü Arzu benim 6 ay önce tanıştığım, 3 ay sonra evlenme teklif ettiğim ve sonra evlenip boşandığım biri değil ki. Yıllardır tanıyorum, iyi ya da kötü günlerimiz birlikte geçmiş biri. Arzu da ilk fırtınada gemiyi terk edecek biri değildi. Sadece beni değil, arkadaşları ve yakınlarını da terk etmeyen biri. Her şeyden önce eş olarak değil, bir dost ve arkadaş olarak o dönemde bana yardımcı olmaya çalıştı. Burada hakkını vermem lazım. Arzu, evet çok zor zamanlar geçirdi ama dimdik ayakta durdu. Bu herkesin yapabileceği bir şey değildir. O yüzden boşanmamızın üzerinden çok zaman geçmiş olsa da ilişkimiz devam ediyor. Bunu yapmak cesaret ister. Herkeste o cesaret yok.
En çok kimi seslendirmeyi seviyorsunuz?
Ulu önder Atatürk’ü seslendirmek tabi ki çok özel bir şeydi. İki kere seslendirdim ondan çok keyif aldığımı söylemeliyim. Iron man’ı seslendirmeyi seviyorum. George Clooney var, Darth Vader var… Bunların hepsi çok keyifli. Amerika’ya davet edildim ve bir Darth Vader büstü verdiler bana. Ben seslendirmeyi büyük bir keyifle yapıyorum. Çünkü hem beğendiğiniz oyuncuları seslendirme fırsatı yakalıyorsunuz hem de belki onlardan bir sürü şey öğreniyorsunuz. Benim Marlon Brando seslendirdim, Robert De Niro seslendirdim, Al Pacino seslendirdim, Jack Nicholson’ı seslendirdim o kadar çok insanı seslendirdim ki… Çizgi film seslendirdim, sincap seslendirdim. Bunlar çok keyifliydi. Bu seslendirme hikayelerimi her yerde anlatıyorum ama daha çok çapkınlık hikayelerim dikkat çekiyor.
Neden Çapkınlık rolleri size yakıştırılıyor?
Bilmem ki. Bilmiyorum. Rol öyle. Ben çapkın biri değilim ki. Çapkınlık rolünü oynuyorum. Çapkınlık rolünü hiç denememiştim. Oynayayım dedim ve denemiş oldum.