Ersin KALKAN
Oluşturulma Tarihi: Ocak 31, 2004 21:43
Beş yaşından beri bugün artık adıyla özdeşleşen tambur ile haşır neşir. Konservatuvar hocası, radyo sanatçısı, sinema oyuncusu, mucit, bir zamanların ünlü sanatçılarının kadrolarına almak için aralarında rekabet ettikleri büyük icracı Ercüment Batanay (77), geçtiğimiz hafta eski radyo ve sahne kayıtlarından oluşan ‘‘Tambur’’ isimli bir albümle yeniden ses verdi bizlere.
İki CD'den oluşan bu albümde, üstadın mızraplı tamburla çaldığı dönemdeki icraları derlenmiş. Albümün yanında Murat Bardakçı'nın kaleme aldığı bir de kitapçık veriliyor. Asırların içinden süzülüp gelen derin nağmelerin büyüsü içinde kaybolurken, Tamburi Ercüment Batanay'ın hayatından kesitler okuyorsunuz.
Ercüment Batanay, 9 Nisan 1927 tarihinde Kasımpaşa'da doğdu. Háfız Kemal Bey'le Mevedet Hanım'ın tek çocuğuydu. Babası Kemal Batanay, derin müzik bilgisine sahip tamburi ve bestekár, aynı zamanda devrin en önemli hattatlarından biriydi.
Babasının da bir tamburi olması sayesinde, tamburla daha çocukluk yaşlarında tanıştı. Kemal Bey, her pazar büyük musiki bilgini Rauf Yekta Bey'in Beylerbeyi'ndeki köşküne gider ve hocasıyla birlikte meşk ederdi. Beş yaşına gelmiş olan oğlu Ercüment'i de yanında götürürdü. Günlerden bir gün küçük Ercüment, uzayan fasıldan sıkılınca babası onu alıp arka odaya götürdü ve tamburunu kılıfından çıkarıp oynaması için oğlunun önüne koydu. Aradan kısa bir zaman geçti ve Rauf Yekta Bey, meşki durdurarak odadan gelen sese kulak kesildi. İki adam odaya vardıklarında Ercüment'in bir eliyle yerdeki tamburun tellerini çektiğini, diğer eliyle de perdelerin üzerinde ses aradığına tanık oldular.
Rauf Yekta Bey, odadan ayrılıp birkaç dakika sonra elinde küçük bir tamburla geri döndü. ‘‘Bunu oğlum Ahmet için yaptırmıştım ama haylaz, eline bile almadı’’ deyip tamburu Ercüment'e uzattı. Artık onun da bir tamburu olmuştu. Eve döner dönmez hemen o gece çalmaya başladı ve bir daha da ömrü boyunca elinden bırakmadı.
9 YAŞINDA KEŞFEDİLDİ
Háfız Kemal Bey, oğlu dokuz yaşına geldiğinde, onu dinlemesi için İstanbul Radyosu'nda dönemin büyük üstatlarından Mesut Cemil Bey'e götürdü. Küçük tamburi, Mesut Cemil Bey'in karşısına çıktığında, hisarbuselik bir taksimle başladı icrasına. Taksim bitince, Mesut Cemil Bey'in çok etkilendiği belli oluyordu. Üstat kimseye ders vermiyordu ama Ercüment'teki olağanüstü ışığı fark ettiği için hemen babasına dönüp, her pazar çocuğu yanına göndermesini ve derhal derslere başlayacağını söyledi.
Ercüment, Mesut Cemil Bey'den aldığı derslere iki yıl, Mesut Cemil Bey'in tayini Ankara'ya çıkıncaya kadar devam etti. Mesut Cemil Bey, arkasında asırlık müzik geçmişi olan bir aileden geliyordu. Tamburi Cemil Bey'in oğlu olan Mesut Cemil Bey, dağarcığındaki tüm müzik bilgisini tam olarak sadece Ercüment Batanay'a vermişti. Ercüment Batanay, Tamburi Cemil Bey'in tarzını ne denli önemsediğini şöyle anlatıyor:
‘‘Cemil Bey, tamburda reform yapmıştı. Eskiden tambur denen enstrüman İzak tavrında, bambaşka çalınırmış: Bir mızrap vur, durup kahveni iç; ikinci mızrabı vur, tekrar iç... Cemil Bey, tambura dinamizm ve muazzam bir sürat getirmiştir. Hepimizi tambura başlatan, tamburu rüyalarımıza kadar sokan insandır. Ben, her zaman şunu söylerim: Tamburi Cemil Bey olmasaydı, biz belki de tamburu artık çalamayacaktık.’’
TAKMA BIYIKLA OYUNCULUK
Mesut Cemil Bey'in Ankara Radyosu'na gitmesinden sonra Kemal Bey oğlunu alıp başka bir üstadın, Neyzen Emin Efendi'nin yanına götürdü. Ercüment Batanay, bir yandan müzik derslerine devam ediyor diğer yandan da okula gidiyordu. Ortaokul yıllarında adı artık iyiden iyiye duyulmaya başlamıştı. Baba, oğul birlikte davetlere gidiyorlardı.
Sahneye ilk çıktığında henüz 10 yaşındaydı. Sadettin Kaynak'ın oğullarından birinin sünnet düğününde eline tamburu alıp devrin büyük sanatçılarına eşlik etti. Sadettin Kaynak, o geceden sonra küçük sanatçının peşini bırakmadı. Ercüment, 1941 yılında müziklerini Sadettin Kaynak'ın yaptığı ‘‘Kahveci Güzeli’’ adlı bir filmde hem tambur çaldı hem de takma bıyık ve fes takarak oyunculuk yaptı. Münir Nurettin Selçuk'un da başrol oynadığı filmden 15 lira kazandı. Kazandığı parayla da kendine bir bisiklet satın aldı.
1945'te Ercüment, lise ikinci sınıfa giden 18 yaşında bir delikanlı olmuştu. İstanbul Belediye Konservatuvarı Reisi Hüseyin Sadettin Arel, Bomonti'deki evinde dinlediği Ercüment Batanay'ı derhal konservatuvar kadrosuna aldı. Artık, İstanbul Belediye Konservatuvarı'nın Türk Musikisi İcra Heyeti'nde tamburi olarak çalışmaya başlamıştı.
Devrin ünlü yazar ve gazetecilerinin de dikkatini çekmeye başlamıştı. Yeni Sabah yazarı Refi' Cevat Ulunay, 26 Mayıs 1946'da kaleme aldığı bir yazısında Ercüment Batanay için şöyle diyordu: ‘‘Bu kıymetli gencin en kıymetli hususiyeti, tambur tarzında sırf kendi tavrına sahip ve malik olmasıdır. Tanınmış tamburilerin hiçbirinin ne mızrabına, ne de çalış tarzına tabi olmamıştır. San'atın geniş ufuklarından ilhamlarını almış ve bu mutena sazda takdir ederek bize iblağ eylemiştir.’’
BİR DE İCAT YAPTI
Ercüment, liseyi bitirince askere gitti. Yedeksubaylığını Erzurum'da bir askeri hastanede yaptığı sırada tamburunu yine elinden bırakmadı. Ayrıca bu hastanenin olanaklarını kullanarak bir de buluş yaptı. Daha önceleri tamburda perde olarak sadece kiriş kullanılırdı. Kirişler ise düzgün zımparalanmadığı zaman icra esnasında sesleri bozar, zırıltılar çıkarır, sık sık da kopardı. Ercüment bir tür ameliyat ipliği olan ‘‘katküt’’ten tambura perde yapmayı denemiş ve başarılı olmuştu. Bundan sonra tamburda kiriş yerine katküt kullanılmaya başlanmış, ardından da misinaya geçilmişti.
Asker dönüşü bıraktığı yerden sanatına devam eden genç tamburi, 1948 yılında İzmir Fuarı'nda çalıştığı sırada bir mağazada ilk kez gördüğü kayıt cihazını satın alarak çaldığı eserleri kayda geçmeye başladı. Bu kayıtları tekrar tekrar dinleyip yanlışlarını düzeltiyor, sonra yeniden kayıt yapıyordu. O dönemde İstanbul Radyosu'nda yapılan programlar canlı olarak icra ediliyor, kayda alınmıyordu. Ercüment Batanay, programa çıktığı zaman babası ya da evlerinde çalışan temizlikçi Emine Hanım, radyoyu açıyor ve kayıt cihazını çalıştırıyorlardı. Elimizdeki son albümde yer alan çok sayıda icra, işte bu sayede kayıt altına alınabilmişti.
GAZİNOLAR DEVRİ BAŞLIYOR
1948'de Hamiyet Yüceses'in davetiyle Taksim'deki Kristal Gazinosu'nda sahneye çıktı. Bu tarihten sonra artık devrin ünlü sanatçılarının arkasında çalmaya başladı. Perihan Altındağ, Zeki Müren, Safiye Ayla, Müzeyyen Senar, Muazzez Abacı, Bülent Ersoy, Batanay için aralarında rekabete başlamıştı. 1949'dan itibaren de her gün İstanbul Radyosu'nda çalmaya başladı. Artık hayatı, radyo, konservatuvar ve gazinolar arasında üçe bölünmüştü. 1961'de ani bir kararla radyodan istifa etti, konservatuvardan da bir müddet önce ayrılmıştı. Artık sadece sahnelerde görünüyordu. Bu sırada tamburu mızrapla çalmayı bırakıp, yaylı tambura geçti.
Kaf Müzik, Ercüment Batanay'ın mızraplı döneminin kayıtlarını iki CD'lik bir albümde topladı. İçinde 22 eserin yer aldığı bu albümün yanında, Ercüment Batanay'ın sanatı ve eserlerini anlatan bir de kitapçık verildi. Kitabı yazar, müzikolog ve tamburi Murat Bardakçı kaleme aldı. Biz de üstadın albümünü yazarken Murat Bardakçı'nın bu çalışmasından yararlandık. Bardakçı, üstadın mızraplı tamburdan vazgeçmesinin Türk Musikisi için ne büyük bir kayıp olduğunu kitabın finalinde şu satırlarla anlatıyor:
‘‘Bugün 'Klasik Türk Musikisi' diye adlandırılan müzik türü bir imparatorluk ve dolayısıyla İstanbul temelli bir musikidir. Birkaç nesil boyunca İstanbullu olan ve musikişinas bir aileden gelen 'İstanbul Çocuğu' Ercüment Batanay, mızraplı tambur çaldığı senelerde şehrinin ve neslinin musikisini hakkıyla icra etmiş ve üslup sahibi son büyük tamburilerden olmuştur. (...) Ercüment Batanay, mızraplı tanbura çok şeyler getirdi, ama çocukluğundan itibaren senelerini verdiği bu sazı bir anda bırakmasından sonra tambura kazandırdığı her şey tamamen unutuldu.’’