Güncelleme Tarihi:
The Washington Post gazetesinde 27 Eylül tarihinde yayımlanan yorumda, Takeyh, Batı dünyasının Ahmedinecad’ı kavga çıkaran, Holocaust’u inkar eden ve seçimlerde yolsuzluk yapan biri olarak tanıdığını ancak eğer önümüzdeki hafta İran’la müzakereler başlarsa Ahmedinecad’ın yeni yüzüyle karşılaşacağı ifade etti.
Şu an ABD Dış İlişkiler Konseyi’nin üst düzey danışmanlığını yapan Takeyh, “Beware of Iranians Bearing Talks” başlıklı makalesinde “Obama yönetiminin dış politikasının prensipleri gereğince ABD’nin arasının açık olduğu ülkelerle diyalog kurma çabasında karşısına çıkacak en büyük engel düşman bir İran değil, ikiyüzlü bir İran’dır” dedi.
1 Ekim’de yapılacak görüşmenin, Tahran’ın yeni keşfedilen nükleer santrali dolayısıyla daha da acil hale geldiğini savunan Takeyh, bu koşullar altında bile ABD’nin, uluslararası kamuoyunun İran üzerindeki fikir birliğini sağlamak ve sonuçsuz görüşmelere girmemek arasında ikilemde kaldığını belirtti.
MEŞRUİYET SORUNU
Yazar, Ahmedinecad’ın son seçimlerdeki yolsuzluklar dolayısıyla sadece uluslararası camiada ülkesinin meşruiyetini değil, aynı zamanda İran halkı ve genel olarak Müslüman dünyasında kendi konumunu kaybettiğinin farkında olduğunu ifade etti.
Takeyh bunun başkanın seçimlerden bu yana verdiği demeçlerden çıkarılabileceğini savundu:
“İran’ın dini lideri Ali Hamaney ve diğer muhafazakar elitler, ‘Kadife Devrim’ ve Batı’nın İslam Cumhuriyeti’ne karşı oynadığı oyunların takıntısı içindeyken, Ahmedinecad, sürekli sözde seçim zaferinin ve İran’ın güçlü demokrasisi için seçimlerin öneminin altını çiziyor” diyen Takeyh, İran Cumhurbaşkanı'nın sözlerinin kendisinin İran halkının gerçek temsilcisi olduğuna işaret ettiğini ifade etti.
Ahmedinecad’ın ülke içinde yaşanan bu güven eksikliğini karşılamak için yüzünü Batı’ya döndüğünü belirten yazar, İranlı yetkililerin bu haftaki görüşmelerde, müzakerelerin sürmesi şartıyla işbirliği sinyali vereceğini öne sürdü.
WASHINGTON KENARA ÇEKİLEMEZ
Takeyh “Ancak bu tarz jestler İran’ın anlamlı tavizler vermeye ve nükleer hırslarının önüne geçmeye hazır olduğu anlamına gelmemelidir. Nükleer programın fitilini milliyetçilikle ateşleyen ve ülkedeki reformcuları Batı’nın taleplerine boyun eğmekle suçlayan Ahmedinecad, nükleer cephede uzlaşma sağlamak için çok uğraşacak” dedi.
Ahmedinecad’ın Obama yönetimini içine soktuğu açmazın seçim yolsuzlukları ve siyasi rakipleri yok etme çabalarıyla daha da kötüleştiğini ifade eden Takeyh, konuya dışarıdan bakanların Obama yönetimini, İran’la kurulacak ilişkileri iptal etmesi gerektiğini savunduğunu ancak bunun Beyaz Saray için mümkün olmadığını belirtti.
Takeyh, “Nükleer tehlikeyi ve silah kontrolünü dış politikasının en önemli ayaklarından biri olarak gören Obama yönetimi, kenara çekilip Tahran’ın uranyum zenginleştirmesini izleyemez” dedi.
SOĞUK SAVAŞ DERSLERİ
Seçimlerin ardından İran’la ilgili sorunların nükleer alanla sınırlı olmaktan çıktığını savunan yazar, bu sorunların çözümü için Soğuk Savaş tekniklerine başvurulması tavsiyesinde bulundu.
“Müzakere için uygun modeli Soğuk Savaş yıllıklarında bulunuyor: 1975’de imzalanan Helsinki Sözleşmesi. Hem Sovyetler Birliği’nin elindeki nükleer silahlar İran’dakinden fazlaydı hem de Moskova içişlerine yapılan eleştiriler hakkında Tahran’dan daha hassastı.
“Buna rağmen Doğu Avrupa’daki etkisinin Batı tarafından tanınması karşılığında anlaşmayı kabul etti” diyen Takeyh, İran’ın teröre verdiği desteğin, komşularının ilişkilerine yaptığı müdahalelerin ve insan hakları ihlallerinin de masaya yatırılması gerektiğini savundu.
TAHRAN SAMİMİ Mİ?
Bu sayede İran’ın müzakerelere niyetli olduğu yönünde yaptığı açıklamaların samimiyetinin de test edileceğini ifade eden Takeyh, Ahmedinecad’ın planı reddetmesinin bu görüşmeleri sadece kendi imajını yenilemek için kullandığına işaret edeceğinin altını çizdi.
Stratejik kaygıların ahlaki değerlerle bir araya getirilemeyeceği fikrinin ABD’nin Soğuk Savaş deneyimleriyle yanlışlandığını savunan Takeyh, sözlerini şöyle sonlandırdı:
“Ahmedinecad’a ülkesinin nükleer alandaki ihlalleri, sorunlu seçimleri ve terörle bağlantılarının hesabını vermeden uluslararası forumlarda büyük güçlerle görüşme lüksü sağlanmamalı. İslam Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği’nin gücünün zirvesindeyken gördüğü muameleden daha fazlasını neden hak etsin ki?”