Güncelleme Tarihi:
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye’de geçen çarşamba yaşanan katliamla ilgili olarak, “Gerçek şu ki kimyasal silah kullanıldı. Yoksa bu kadar ölü toplu halde olmazdı. Ama önemli soru bunu kimin yaptırdığı. Bunu anlamak için BM’nin yerinde, derin ve ayrıntılı bir denetimde bulunması mutlak gerek” diyor.
Medyadaki bilgi ve belgelerden, bu katliamı pekâlâ Suriye rejiminin yapmış olabileceğini anlıyoruz.
Yoksa Şam, BM denetçilerinin bölgeye gitmelerine izni vermek için neden beş gün beklesin?
Hem bu bölgeler muhaliflerin kontrolünde olduğuna göre, bu adamlar herhalde kendi ailelerini vurmadılar…
Buna karşın, içsavaşta askeri üstünlüğü ele geçiren rejimin neden kendisine sahada hiçbir kazanç sağlamayacak, aksine, “Cenevre 2” müzakereleri arifesinde tüm şimşekleri üzerine çekecek bir katliama giriştiğini anlamak da zor.
Ama ağır insanlık suçları işlenen bu içsavaşta iki tarafın şimdiye dek yaptıkları, izan ve akıldan bağımsız olarak her an, her şeyi yapabileceklerini düşündürüyor.
Arkasında ne olursa olsun, Davutoğlu’nun dediği gibi bu katliamı yapanlar ortaya çıkarılmalı, en azından içsavaş bittiğinde sorumluların cezalandırılmasını sağlayacak kanıtlar güvenceye alınmalı.
Bu saldırı, kendi halkına acımasızca saldıran ve/veya kendi halkını korumaktan aciz bir yönetimin, meşruiyet iddiasının abesliğini gösteriyor.
Tüm bunlara rağmen, şahsen, askeri müdahalenin büyük bir hata olacağına inanmayı sürdürüyorum.
Bunun üç temel nedeni var:
1) ULUSLARARASI HUKUK: Rejimin kendi halkına kimyasal saldırı düzenlediği kanıtlansa bile, uluslararası hukuk, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi mekanizması dışında bir sınır ötesi müdahaleye izin vermiyor. Sık sık atıfta bulunulan 2005 tarihli BM inisiyatifi “Koruma Sorumluluğu” (R2P) da bu durumu değiştirmedi. ABD Başkanı Barack Obama’nın geçen hafta CNN’de kısaca değindiği nokta buydu.
2) SAVAŞIN KİFAYETSİZLİĞİ: Uluslararası müdahale, en maliyetli senaryolar uygulansa bile Suriye’de krizi çözmeyecek. Çünkü siyasi bir kriz, askeri yöntemlerle çözülemez. Bunu görebilmek için, Suriye’nin, karşı karşıya bulunduğu insani felaket dışında Kosova ve Bosna ile en ufak bir ortak noktası bile bulunmadığını anlamak yeterli.
3) RİSKLERİN VAHAMETİ: El Kaide bağlantılı Nusra Cephesi’nin “İntikam için Alevi köylerine saldıracağız” açıklaması, Esad devrildikten sonra da bu ülkede içsavaşın kanlı süreceğinin göstergesi. O savaşı kim kazanacak, kimse bilemez. Ama El Kaide’nin, artık Suriye’ye özel önem verdiğini biliyoruz. Terör örgütünün yeni iki numarası olan Nasır El Vuhayşi, “Sahada askeri hâkimiyet yetmez. Artık hükümet etmeyi öğrenmeli; elektrik, su ve diğer hizmetleri götürerek halkın sempatisini kazanmalıyız” diyor. Esad sonrası Suriye Afganistanlaşırsa, Türkiye’nin Pakistanlaşması riski de artar.
Son tahlilde, insan olarak “Yeter” diye haykırmamız normal.
Ama devlet olarak duygusal davranmamalı; uluslararası hukuka, ulusal çıkarlara ve akla uygun olmadıkça ciddi riskler barındıran bir askeri müdahalenin fiilen içinde bulunmamalıyız.
Sadece Suriye’de değil, dünyanın hiçbir yerinde…