Oluşturulma Tarihi: Haziran 15, 2003 00:00
Hamdi Bey’in ‘‘İngiltere ile Bulgaristan'ı anlatın’’ demesi üzerine kaleme sarıldık. Yalçın'ın kağıdı şöyle başlıyordu: İngiltere. Bu, dünyaya futbolu hediye eden ülke. Geçen ay İngiltere'nin Sunderland takımı İstanbul'a geldi.
Galatasaray ile İnönü Stadı'ndaki maça takımlar şu kadrolarla çıktılar...Bu, yaza merhaba dediğimiz ay. Ağaçların çiçeklendiği, giysilerin renklenip inceleştiği, aşk yeminlerinin tekrarlandığı, kasvetli günlerin takvimin son sayfalarına aktarıldığı haziran. Oysa gençlik yıllarımda yılın altıncı ayını böylesine romantik bir gözlük ardından tanımlamam hiç mümkün olmadı. Aksine ‘‘Şu haziran hayırlısı ile bitsin’’ diyerek tezkere bekleyen asker örneği gün sayardım. Niye mi? Haziran sınav ayı idi. Benim gibi vasat, biyoloji, matematik ve kimya sınavlarından nefret eden öğrenciler nezdinde korkulu bir ay idi haziran. Şimdi gerilere yolculuk yaparak birkaç örnek vereyim. Hoca adları hariç, öğrenci anıları zayıfladığı için isimleri yakıştırma.Kabataş Erkek Lisesi'nde ilk senem. Coğrafyadan yazılı imtihana giriyoruz. Öğretmen ‘Pal’ lakaplı Hamdi Bey. Eski öğrenciler ‘‘Derste tıraş yapıyor, çok konuşuyor’’ diye Pal marka jilete atıfla lakap takmışlar. Öğretmenlik dışında avukatlık yapan Hamdi Bey sözlü yerine yazılı sınavı tercih edermiş. Eskiler ‘‘Okuyacak zamanı yok. Çok uzun yazın. Geçersiniz’’ şeklinde öğüt vermişlerdi.KALECİ SOLA YATMIŞ TOP SAĞDAN FİLEDESınıfa girer girmez Hamdi Bey’in ‘‘İngiltere ile Bulgaristan'ı anlatın’’ demesi üzerine kaleme sarıldık.Ertesi hafta Hamdi Bey kürsüden sınav notlarını açıklamaya başladı. ‘‘Hüseyin Mert 8, Kadir
Aslan 7, Metin Korkmaz 7,’’ diye devam ederken durakladı: ‘‘Yalçın Kalender... Ya sıfır, ya dokuz?’’ Yalçın tek ilgisi spor olan sınıfın en tembel öğrencisi. Dokuz alması mümkün değil. Ama sınıfta dayanışma sonsuz.‘‘Hocam, Yalçın çok çalışkan bir arkadaş, nasıl sıfır alabilir?’’ diye itiraz ettik. Hamdi Bey, ön sırada karne ortalaması 10'a yakın sınıf birincisi Sadi'ye seslendi: ‘‘Gel, Yalçın'ın kağıtlarını oku. Alacağı nota sınıf karar verecek.’’Sadi ilk sayfadan başladı. ‘‘İngiltere. Bu, dünyaya futbolu hediye eden ülke. Geçen ay İngiltere'nin Sunderland takımı İstanbul'a geldi. Galatasaray ile İnönü Stadı'ndaki maça takımlar şu kadrolarla çıktılar. (22 oyuncunun adını sıralıyor Sadi.) Gazhane tarafında rüzgarı arkasına alarak oyuna başlayan G.S. ilk devrede sağaçık İsfendiyar'ın cambazlığıyla rakibini bezdirdi. (Maçı tümüyle dinliyoruz.) İkinci devrenin 82'nci dakikası. Sol hafın aşırtığı pasla Shakleton'ı çalımlayan İsfendiyar meşhur volesini patlattı...’’ Sadi duraklıyor, yüzü kan kırmızısı ama devam edemiyor. Hoca diretiyor: ‘‘Oğlum oku.’’ Çıt yok Sadi'de. Hamdi bey sayfayı alarak sınıfa gösteriyor. Ortada bir kale resmi, 18 pas etrafında iki takım oyuncuları, İsfendiyar'ın bacağı yere paralel, ayak ucundan çıkan çizgi hilal çizerek topa uzanıyor. İngiliz kaleci sola yatmış, top sağdan filede. Büyük harflerle ‘‘GOOOOOOLLLLL.’’Kısa bir kahkaha tufanı sınıfta. Ardından bir ağızdan ‘‘Dokuz alır bu hocam.’’Pal Hamdi ‘‘Beş kafi’’ diyor. Sınavda kalan yok.Son sene astronomiden sözlü olgunluk sınavına giriyorum. Sevdiğim bir ders. Üç soruya bakıyorum. İkisi kolay, üçüncüsünde zorlanacağım. Sınıf hocam ile iki müfettişin önünde Ay'ın Dünya ve Güneş'le ilişkilerini anlatacağım ilkin. ‘‘Dolunay'ın tepeye çıktığını farzedelim’’ diye başladığımda müfettiş kesiyor lafımı: ‘‘Farz ile olmaz bu iş, ikinciye geç.’’ Gezegenler şemasını çizmem gerekiyor. Aynı müfettiş acımasız: ‘‘Picasso'ya özenmişsin. Üçüncüyü anlat.’’ En güç olan soruyu anlatsam dahi alacağım not 3-4 arası. İkmale kalacağım kesin. Kara tahta önünde buz kesiliyorum. O anda sınıfa resim hocası giriyor. Müfettişlere yaklaşıp fısıltıyla konuşuyor. İki müfettiş telaşla dışarı çıkıyorlar. Genç astronomi hocamı bileğinden tutuyorum: ‘‘Aman gitmeyin, yeniden anlatacağım.’’ Ay, Dünya, Güneş ilişkilerini kurulu ses bandı gibi özetliyorum. Oysa kulağı bende değil dalgın, düşünüyor. Ama iyi talebesiyim. Karneme geçirdiği dönem notları yüksek.‘‘Beş kafi sana’’ diyerek koşar adım çıkıyor sınıftan. Dışarda bekleyen arkadaşlarım ‘‘Spor hocamız Hamdi Bey (Saver) okul önündeki otobüs durağında kalp krizi geçirip öldü’’ diyorlar. Müfettişlerin telaşının nedenini de böylece öğrenmiş oluyorum. Çok sevdiğim ve gözde öğrencisi olduğum Hamdi Bey’in vefatı ikmale kalmamı önlemiş oldu.İSKENDER'DEN HİTLER'E 45 DAKİKA KONUŞMAHukuk Fakültesi'nin ilk sınıfında ekonomi hocamız Prof. Şükrü Baban'ın ‘‘Kadın mal mı, meta mı?’’ (İkisi de değil), ‘‘Pencereye bak, ne görüyorsun?’’ (Dışardaki ağaçlardan önce pencerenin camı demek lazımmış) gibi sorularla geçen sınavlarda pek başarılı olmadım. Oysa kısa hukuk eğitimi dilimin daha açılmasına, süratli konuşma yeteneğiminin gelişmesine yaradı.Ankara'da Yedek Subay Okulu'nda özel bir sınava zorlandım. En genç öğrenci olduğum 50 kişilik sınıfta düzinelerle avukat, kaymakam, vali var. Sonradan büyükelçi olan Nüzhet Kandemir ile sınıfın en arka sırasında sürekli konuşup, gülüyoruz. İstihbarat dersi veren Binbaşı Sıtkı sonunda bize çıkıştı: ‘‘Beni hiç dinlemiyorsunuz.’’ Anında ciddileşip ‘‘Efendim kulağım hep sizde’’ deyince ‘‘Gelin anlatın öyleyse’’ dedi. Binbaşı tahtada içi yazı dolu birbirine bağlı kareleri süratle silerken yanından geçtiğim Behiç Ekşi ‘‘Hayatım, konu Durum Muhakemesi’’ tüyosunu verdi.Kürsüye çıkıp dersi anlatmaya (!) başladım. ‘‘Durum Muhakemesi beşeriyet kaderini tayin eden askeri harekatların özünü teşkil eder. Büyük İskender'den Hitler'e, İstanbul Fatihi Sultan Mehmet'ten
Atatürk'e askeri liderler durum muhakemesiyle ordularını zaferlere taşıdılar. İki dünya harbinde rakip komutanlar ordularını...’’ lafımı kesiyor hocamız: ‘‘Sadede gelin..’’ ‘‘Hocam savaş kazanılmasında en önemli ilkeler zincirinden başlamak istiyorum... Malazgirt'te Sultan Beyazıt...’’ Aklıma gelen tüm abuk örnekleri sıralıyorum. Sonunda kovboy John Wayne'ın Kızılderilileri nasıl pusuya düşürüp hepsini çift tabancayla öldürdüğüne geçiyorum.Önde oturan ve okul sonrası Pakistan Basın Ataşesi olan Eşber sıra altına eğilip öksürerek kahkasını bastırınca Binbaşı Sıtkı elindeki cetveli kürsüye vuruyor, tek kişilik komedi gösterimi kesiyor: ‘‘Bunlar benim anlattıklarım değil.’’ Aynı anda zil çalıyor. 45 dakika konuşmuşum.
button