Gül, “Tarihimize baktığımızda biz Türklere, başkanlık sempatiyle bakacağımız bir anlayış. Ama uygulama nasıl olur? Bunlar ayrı. Buradan da hakanlık, sultanlık gibi bir yanlış anlama çıkmasın, onu söylemek istemiyorum. Avantajları da var gerçekten” dedi. Gül, siyasete de yeni bir dil, yeni bir jargon gerektiğini vurguladı.
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün önceki gün burada bir grup Türk gazeteciyle yaptığı sohbetin en ilginç yönü, Cumhurbaşkanı’nın kendisini tümüyle partiler üstü bir konuma çekerek, Türk siyaseti için “yeni bir dil, yeni bir üslup” ihtiyacını vurgulaması oldu. Gül’ün bu çağrıyı yaparken hükümet-muhalefet ayrımı yapmaması, mesajını her iki kesime birlikte göndermesi de dikkat çekiciydi. Gül’ün “yeni bir siyaset dili” vurgusu, sohbetin akışında diyalog eksikliğinin Türkiye’nin temel sorunlarının çözümünü zorlaştırması bağlamında ortaya çıktı. Gül’e göre, demokrasinin temsil ve katılımcılık olmak üzere iki temel unsuru var. Ancak katılımcılık alanında noksanlıklar bulunuyor. Katılımcılık olmayınca, bu durum zor meselelerin beraber ele alınmasını engelliyor. Sorunun katılımcılık meselesinde kilitlendiği noktada Gül, çözümü şöyle gösteriyor: “Katılımın gerçekleşmesi için Türkiye’nin bütün siyaset stilinde ona uygun dil, ona uygun metotlar lazım.”
Siyasete yeni bir jargon lazım
Tam bu noktada bir gazeteci “Hükümetin yaklaşımından mı söz ediyorsunuz...” diye araya girince, ayrım yapmadığını vurgulayan şu yanıtı verdi Cumhurbaşkanı: “Herkes için açıkçası ben bunu söylüyorum. Hükümet için de muhalefet için de söylüyorum. Her iki tarafa da söylüyorum, şüphesiz ki sadece bir tarafa demiyorum... Bir taraf çağrıda bulundu, öbür taraf yok derse ne yapacaksın? İşte Meclis’te uzlaşma komisyonu kurulamadı. O açıdan anamuhalefet partisinin de her şeyi daha iyi değerlendirmesi, geleceğe daha iyi odaklanması çok önemli. Sonunda katılım olmuyor, diyalog olmuyor ama uzlaşma deniyor... Ondan önceki her şey oluyor mu? Ondan önceki her şey ne? Bakın herkes için diyorum: Önce dil, siyasetin jargonu... Ondan sonra sadece Anayasa ile ilgili söylemiyorum. Zor meselelerde siyasetin o dili, jargonu... O dil belli bir süre sonra diyalog imkânını da yok eder, beraber olmayı da yok eder, gıyabında insanların birbirine güven duymasını, duymamasını temin eder. Ondan sonra tabii o ortamı olacak ki, zor meseleler oturulup konuşulacak, açık gizli, toplantılar yapılacak. Tabii her şeyin kamuoyuna deklare edilmesi de şart değil. Diyalog olduktan sonra temel meselelerle ilgili ortaya ortak görüşler çıkar.”
Kılıçdaroğlu’nu takdir ettim
Gül, daha sonra üzerinde mutabakat olan yasa tasarılarının bile salt diyalogsuzluk nedeniyle TBMM’de ele alınamadığını hatırlattı, “Örneğin Türk Ticaret Yasası tasarısı Meclis’te bekliyor. Yürürlükte olanı 1936 tarihli. Böyle bir şey olur mu? Bugünkü ihtiyaçları nasıl karşılar? Komisyondan geçti. Aralarında görüş farklılığı da yok. Ama kızgınlık olunca... Başka yargıyla ilgili yasalar da var. Ne yazık ki bunlar diyalogsuzluk nedeniyle tutuluyor” diye konuştu.
Gül, bu arada CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun AB yetkilileriyle görüşmek üzere Brüksel’e yaptığı ziyaretten de olumlu bir şekilde söz etti, “Ziyaretini izledim, çok takdir ettim doğrusu” dedi.
Başkanlık tartışmaları ciddi değil
Gül’ün bir diğer önemli açıklaması, Türkiye’deki başkanlık sistemine geçiş tartışmalarını konu aldı. Bu konudaki sorulara verdiği yanıtlarda oldukça ihtiyatlı bir dil kullandı Cumhurbaşkanı Gül, tartışmanın yoğunluğu dikkate alınırsa bir anlamda frene basmış oldu. Bu bölümde vurguladığı en önemli husus, Başkan’ın yetkileri artırıldığı takdirde dengeleme işlevi için Meclis’in denetim yetkilerinin de güçlendirilmesinin, ayrıca milletvekillerinin
seçim şeklinin de birlikte ele alınmasının gerekeceğiydi.
İlginçtir ki Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan cephesinde de bu konunun “planlı şekilde ortaya konmadığına” dikkat çekerek başladı bu konudaki değerlendirmesine ve “Sayın Başbakan’a bir soru soruldu, o da bir cevap vermek durumundaydı” diye konuştu.
Gül, bu konudaki tartışmaları “ciddi bulmadığını” şu sözlerle ifade etti:
“Bu konu zaman zaman geliyor ortaya. Bu konuyu konuşanlar yazanlar, -bazıları tabii hariç- çok genel olarak, ne olduğu, nasıl olduğu ciddi çalışmalar yapılarak konuşulan şeyler değil... ‘Başkanlık sistemi nedir?’ desen, herkesin kafasında kendine göre bir şey var. Şöyle biraz altına insen 15 dakika, yarım saat konuşsanız, dünyadaki başkanlık sistemlerine bakarsanız birbirinden ne kadar farklı olduğunu görürsünüz.”
Meclis’in yetkisinin farklı olması lazım
Gül, ardından “Başkanlık sistemi dediğinizde, bunun parlamentosu tamamen farklı olur, kongresi, yetkileri, seçim şekilleri farklı olur” diye devam etti. Bu noktada, yönetim karşısında çok büyük yetkilere sahip olan ABD Kongresi’ne atıf yapması dikkat çekiciydi. Parlamentonun yetkilerine atıf yapınca “Yani kontrol ve dengeleme mekanizmalarını söylüyorsunuz...” sorusuyla karşılaştı Cumhurbaşkanı ve “Tabii ki, tamamen farklı olur... Tabii sadece yasa değil, onun da ötesinde çok daha detaylı olur, esas milletvekillerinin seçim şekli farklı olur” dedi.
Türkler başkanlığa sempatiyle bakar
Gül, şöyle devam etti: “Tarihe baktığımızda, biz Türklere başkanlık sempatiyle bakacağımız bir anlayış. Ama uygulama nasıl olur? Bunlar ayrı... Ama buradan da hakanlık, sultanlık gibi bir yanlış anlama çıkmasın, onu söylemek istemiyorum... Başka yönde krallıklar da var, her ülkede farklı uygulamalar var. Ben şunu söylemek istiyorum: avantajları da var gerçekten, parlamenter sistemin de avantajları var... Ben o ya da başka bir sistemin lehine bir şey söylemek istemiyorum. Öyle bir gündem olur ki, o zaman görüşümü çok açıkça paylaşmam gerekir, o zaman paylaşırım... Ama ben bunu bilinerek yapılan tartışmalar olarak görmüyorum. Bazı bilim adamları, yazarlar var, onlar hariç...”
Bu arada, “Daha Anglosakson bir demokrasiye geçiş ihtiyacını duyuyor musunuz?” sorusuna da gülerek, “Kendimi tutacağım doğrusu. Günlük tartışmalara girmek istemiyorum... Susma hakkını tercih ediyorum, kendimi zorlayacağım susmaya” yanıtını verdi Gül.
Keşke kampanya böyle olmasaydı
Gül, anayasa tartışmaları başladığında geçen şubat ayında bir çıkış yaparak değişikliklerin hükümet ile muhalefet arasında uzlaşı içinde gerçekleştirmesi çağrısında bulunmuş, aksi takdirde ülkenin kutuplaşmaya gireceği yolunda kaygı taşıdığını belirtmişti.
Bu sözleri hatırlatılıp, “Referandum kampanyası sırasında sizin kaygı duyduğunuz kutuplaşma havası ortaya çıkmadı mı?” sorusu yöneltildiğinde, şöyle konuştu
Gül:
“Ne yapalım... Keşke böyle olmasaydı, keşke kampanya böyle olmasaydı. Ama o zaman da ya hiçbir şey yapmayacaksınız, hiçbir şey yapamazsınız... İlk Anayasa Komisyonu’na bütün partiler temsilci verseydi daha kolay olabilirdi bu işler...”
Seçim kampanyasına dönüşmesi yanlış oldu
Cumhurbaşkanı, açıklamalarının bir başka yerinde de “Referandum kampanyası çoğunlukla genel seçim kampanyası şeklinde oldu... Yanlış olan buydu” diyerek rahatsızlığını kayda geçirdi ve şöyle devam etti: “Kimse çıkıp ombudsmanlık gerekli mi değil mi, asker-sivil ilişkilerindeki değişiklik Türkiye’nin işine yarar mı yaramaz mı? Ya da Anayasa Mahkemesi, HSYK’daki değişiklikler doğru mu yanlış mı? Bunlar tartışılmadı. Bunların tartışılması gerekirdi. Ben çok büyük bir kesimin referandumdaki bu maddelere ‘Evet’ diyeceği kanaatindeyim. Ama genel seçim kampanyası gibi olunca, o zaman herkes içinden bunu ben de getirebilirdim ama böyle geldiği için yok tutumu oldu, ‘Hayır’ dediler. Bir genel seçim havasında olmasaydı ‘Evet’ler daha da yüksek çıkardı.”
Kürt taleplerine özgüvenle bakmalı
KÜRT grupların yeni Anayasa’ya dönük başlıca üç talebi var: 1) Yeni bir Türklük ya da kimlik tanımı 2) Anadilde eğitim ve 3) Kültürel özerklik. Cumhurbaşkanı, bir gazetecinin bu talepleri hatırlattıktan sonra “Yeni Anayasa’da bu taleplere yer verilmesine nasıl bakıyorsunuz?” sorusuna oldukça nüanslı bir yanıt verdi. Gül, yeni Anayasa’nın bu gibi konularda büyük bir özgüvenle yazılması gerektiğini vurgulayarak, kendisini bağlamadan belli esneklikler sergilenebileceği mesajını vermiş oldu.
Gül’ün bu konudaki sözleri şöyle: “Bunu bugünkü terör olaylarıyla bağlantılı kılmak istemem. Çünkü o zaman sanki terörle bir yere varılabilir diye görülebilir. Oysa terör olmasaydı, güvenlik endişemiz olmasaydı, Türkiye’nin demokrasi standartları kesin bugünkünden daha ileride olurdu. Güvenlik endişeleri olan bir ülke demokratik standartlarını bu kadar yükselttiyse, güvenlik endişesi olmayan bir ülke neler yapardı? Ama bugün biz terör konuşurken hemen arkasından bu konulardaki görüşlerimi açıklamak istemem. Ama şu bir gerçek, her zaman söylüyorum, Türkiye’nin sil baştan tamamen yeni ve kendi içinde bütünlüğü olan, bu çağa hitap eden, AB tam üyeliğini hedeflemiş bir ülkeye yakışan, ekonomisiyle, itibarıyla, her şeyine uyan, böyle bir ülkeye yakışan bir anayasa yapması gerekir. Böyle bir anayasayı büyük bir özgüven içinde yazmamız gerekir, açık söyleyeyim... Bizim anayasalarımız maalesef bugüne kadar hep kısıtlayıcı, tedbir alıcı mantaliteyle yazılmış anayasalar olmuştur. Çünkü hepsi de reaksiyoner olarak yazılmıştır, 60’ta böyle, 1980’de böyle... Onun için yeni sivil insanların, TBMM’nin hazırlayacağı yeni bir anayasa o açıdan önemli. Bir tepki anayasası olmaması açısından, sakin kafayla, büyük bir özgüven duygusu içinde yazılacak bir anayasa... Yoksa bugünkü Anayasa’dan şu cümleyi çıkaralım, şu cümleyi şöyle yazalım şeklinde olursa, her zaman reaksiyon doğurur.”
Konuşulacakları önceden biliyoruz
GÜL, Türk istihbarat birimlerinin PKK konusundaki
haber alma yeteneğini överek şunları söyledi: “Terör örgütünün, terörün içinde olanların ne yaptığını, ne düşündüğünü istihbaratımız, hepsini biliyor. Yani bazen öyle ki bazı insanlar dışarıda konuşmadan önce biz ne konuşacaklarını biliyoruz, meydanlarda veya basın toplantılarında ne diyeceklerini... Çünkü terör örgütünün, organizasyonun bir sürü açık gizli sempatizanları olmuş oluyor. Terör örgütü de kendisine safhalar yapıyor. Onları biz biliyoruz. Bunların çoğu propaganda amaçlı şeyler.”