Oluşturulma Tarihi: Haziran 05, 2004 00:00
WAN toplantılarının kapanış gecesinde Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile ayaküstü sohbet ettik.Bir gün önce benim ‘İktidar ol, muktedir olma’ yazım yayınlanmıştı. Bakan Gül, ‘Yazınız çok yerinde. Bize yapılmak istenen budur’ dedi. Ben de kendisine, ‘Meslek liselilere yapılan haksızlık konusunu ben yıllarca işledim. Ama zamanlama diye bir şey var. Bu girişimin zamansız olduğu konusunda imam hatipliler ve size en yakın muhafazakár çevreler bile hemfikir’ dedim. Özellikle Türkiye’ye tarih vermemek için bahane arayanların, bu gelişmeleri fırsat bildiğini, WAN toplantısına katılan gazetecilerin büyük bölümünün gelişmeleri ‘AKP’s hidden agenda’, yani AKP’nin gizli gündemi olarak gördüğünü ve gerisinin geleceğinden kuşku duyduğunu anlattım. Gerçekten de, pek çok Batılı gazeteciye göre AKP; Avrupa Birliği’ne uyum için çıkarılan yasaları, Türkiye’de başta ordu olmak üzere kurumları zayıflatmak için çıkarıyordu. AB üyeliği AKP’nin umurunda değildi. Düne kadar AKP’ye olumlu bakan yabancı basında böyle bir önyargı oluşmaya başlamıştı. Gül dinledi. ‘Ama bizim bir gizli ajandamız olmadığı açık. Biz bu ülkede bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Fakat bize sürekli olarak suya sabuna dokunma diyorlar. İyi de suya sabuna dokunmadan nasıl temizlik yapacağız’ dedi.Temizlik konusunda haklıydı. Suya sabuna dokunmadan temizlik olmazdı, ama bu ülkenin ‘makul ve mantıklı’ tüm güçleri, temizlik söz konusu olunca hükümete müthiş bir destek vermişti. İmam hatiplerin önünü açmak temizlik sayılmazdı. Tam aksine, temizlik yapılan yere ayakkabıyla girmek gibiydi.Normal şartlarda olabilirdi, ama dışarda yağmur yağarken çamurlu ayakkabılarla eve girilmezdi. Üstelik su ve sabun asıl olarak temizlik malzemesiydi, fakat yanlış yere bırakılırsa üstüne basıp düşme tehlikesi de vardı. Kanserin yıllık maliyeti 45.000.000.000.000.000 TLLÖSEV çok saygı duyduğum bir vakıf. Ankara’da kısıtlı imkánlarla yola çıkıp lösemili çocuklar için bir hastane kurdular. Başka bir yazımda anlatmayı düşündüğüm çok önemli hizmetler yapıyorlar. Vakfın Başkanı, Saygıdeğer Profesör Üstün Ezer geçtiğimiz günlerde konuğumdu. Benim kanserojen gıdalarla ilgili yazılarımın çok önemli bir hizmet olduğunu, bunun ekonomik yüküne bugüne dek benden başka kimsenin değinmediğini söyledi. Ve kanserin Türkiye ekonomisine getirdiği yükle ilgili çok önemli rakamlar verdi. Yapılan araştırmalara göre kanserli bir hastanın tedavisi için harcanan para miktarı yaklaşık 100.000 dolar. Kanserli bir hastanın yakınlarının işgücü kaybı, kendi çalışma performansındaki düşüş gibi etkenlerle ekonomiye getirdiği yük, hasta başına yaklaşık 25.000 dolar. Bir hastanın ölümü halinde bu kişiye o güne dek devlet tarafından yapılan harcamalar, beyin ve beden gücünün yitirilmesinden dolayı ekonomiye getirdiği yük de yaklaşık 150.000 dolar. Türkiye’de her yıl yaklaşık 150.000 kanser vakası ortaya çıkıyor. Bunların tedavi masrafları ve getirdiği ek yükler toplamı 125.000 dolar çarpı 150.000 kişi olarak hesaplandığında 18 milyar 750 milyon dolar ediyor. Bu kanserli hastalardan yarısının hayatını kaybettiği düşünülürse, her bir kaybın ekonomik zararı 150.000 dolar olduğu düşünülürse 75.000 kişi çarpı 150.000 dolardan ediyor mu 11 milyar 250 milyon dolar. Hepsinin toplamı 30 milyar dolar. Türk Lirası’na vurun, eder mi 45.000.000.000.000.000 TL. Okuyamadınız değil mi? Yazayım, tam 45 katrilyon TL. Ne dersiniz; kanserojen fakat ucuz gıdalarla bundan daha fazla para kazanıyor muyuz acaba?Hırsız kriteri ne?İHRACATTAKİ iade rezaleti yazıma Türkiye İhracatçılar Meclisi Üyesi Enver Özsoy,
Galatasaray’dan da bir sınıf büyüğümmüş, yanıt yollamış. Diyor ki: ‘Buradaki toplam iade miktarı 903 bin dolar. O da 50 farklı şirkete bölünüyor. Yapılan araştırma gösterdi ki, büyük bir miktarı tek başına götüren firma yok. Kimse zengin edilmiyor.’ İyi o zaman... Ancak Özsoy’dan gelen yanıtın bir cümlesi beni şoke etti. Cümle şöyle:‘Türkiye’nin 1 milyon 900 bin ton mısır ithalatı varken Maliye Bakanı’nın oğlunun 4 bin tonluk ithalatına kafayı takıyoruz.’İşte Türkiyeli mantığı. Ne olacak canım, topu topu 4 bin ton. Önemsiz. Hepsi hepsi 20 TIR.Demiyor ki, eğer bir usulsüzlük varsa, eğer içerden bilgi almak suretiyle böyle bir iş yapılmışsa, değil 4 bin ton, 4 kilo olsa bile ortada bir ayıp vardır. Ne olacak canım. Onca rezalet içinde 4 bin ton bakan oğluna feda olsun diyor. Giderek ahlak anlayışımız, ölçülerimiz değişiyor. Herkes ne kadar çalmanın hırsızlık olduğunu kendine göre belirliyor.Anladığım kadarıyla bir tek kriter oluşmuş: Benden fazla çalan hırsızdır.NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Hırsızlığın alt ve üst limitinin olmayacağını anladığımız zaman.
button