Güncelleme Tarihi:
BU KİTAP TÜRKİYE'DE DE ÇOK TARTIŞILACAK
‘‘Devrimin mavi gözleri zorunlu gaddarlığın parıltısıyla ışıl ışıldır.’’ Böyle demişti Louis Aragon. Doğru mu söylemişti?
‘‘Büyük devrimci’’ Lenin, Stalin, Mao ve diğer ‘‘devrimci’’ liderlerin zorunlu gaddarlığının faturasını kaç kişi ödedi dersiniz? Tam 100 milyon insan. Bu kadar kabarık bir ölüm listesini ancak Nazilerle mukayese edebilirsiniz. Onların öldürdüğü 25 milyon insanla. Peki böylesi büyük bir kıyım listesi nasıl oldu da yakın zamana kadar gizli kalabildi? Nasıl bir körlüktü bu? Devrimin yaydığı ışıkla kamaşan gözler hiçbir şeyi görmemişti.
Komünist liderler, güllük gülistanlık bir toplum için bu cinayetleri işledi. Bu ütopya gerçekleşseydi, Aragon'un sözleri belki makul görülecekti. Ama olmadı. 1991 yılında Moskova'da sistemin kalbinin durması her şeyi değiştirdi. O güne değin saklı tutulan arşivlerin açılması, paslı vicdanları ve bilinçli unutkanlıklarla kilitlenmiş bellekleri uyardı.
Bir kitap, adı gibi içi de kara olan bin sayfalık bir kitap, bu belleği aktarıyor. Komünist partilerin iktidarda olduğu ülkelerin toplu kıyımlar ve canilikler tarihini yazıyor. Doğan Kitapçılık tarafından Türkçe'ye çevrilen Komünizmin Kara Kitabı, Fransa'da 1997 yılında ilk kez yayınlandığında dört hafta içinde 70 bin adet sattı. Fransız entelektüelleri arasındaki tartışma kısa zamanda diğer Avrupa ülkelerine ve ABD'ye ulaştı. Türkiye'de nasıl bir tartışma yaratacak merak ediyorum.
ÜTOPYANIZ BU MUYDU
Kitap, pek çok muhafazakar ve liberal çevrede ve yayın organlarında hararetle duyuruldu ve ‘‘İşte gördünüz. Komünizm neymiş! Ütopyanız neleri gerçekleştirmiş!’’ edasıyla sunuldu. Sol çevrelerin bir kısmında ise kitabın adından dolayı büyük tepki ortaya çıktı. ‘‘Bu stalinizmdir, komünizm bu değildir’’ denildi. Daha çok Troçkist eğilimli çevrelerdi bunları söyleyenler. Kitabın yazarları arasında eski Maoistlerin olmasını da kanıt gösteriyorlardı.
Aslında kitabın yazarlarının, bir teori olarak komünizm ile uygulama olarak komünizm arasındaki farkı bilecek kadar donanıma, en azından bir geçmişe sahip oldukları belli. Yazarlardan Stephane Courtois, bu konuya da giriyor ve pratikten dolayı teoriyi sorumlu tutuyor. ‘‘Aslında devrimler de ağaçlar gibi meyvelerinden tanınır’’ sözüne dayanıyor.
Lenin, 4 Ocak 1918'te genel oyla ve Rusya tarihinde ilk kez seçilen Kurucu Meclis'i dağıttı ve bunu portesto için sokağa çıkan Meclis yanlılarının üzerine ateş açtırdı. Demokrasinin sembolik kalesi de yoktu artık. Tek parti, tek lider, tek fikir, tek doğru. Her şey Bilimsel Sosyalizm adınaydı. Diyelim yapılanlar tek bir Doğru'nun hayata geçirilmesiydi, yani ‘‘halkın iyiliği için’’, ‘‘bilimsel bir doğru için’’ kılıç çekiliyordu. Buna karşı çıkanlar ‘‘temizlenince’’ her şey yoluna girecekti. Peki ama bu ‘‘Doğru’’yu kim belirleyecekti? Eğer demokrasi yoksa, aksi fikir yoksa, hatta aksi örgütlenmeler yoksa, neyin doğru olduğuna kim karar verecekti? Komünist partilerin iktidarı ele geçirdiği bütün ülkelerde bu soruna tek cevap verildi: Tek parti, tek lider ve tek fikir. Karşı fikir, karşı devrim demekti. Tek seçenek vardı onlar için: Ölüm!
Menşevikler'in önderi Yuri Martov, 1918'de şöyle yazmıştı: ‘‘Bolşevikler iktidara geldiklerinden hemen sonra ölüm cezasının kaldırıldığının bildirilmesine rağmen öldürmeye başladılar. İç savaş tutuklularını öldürdüler, yalnızca öldürmüyor, türlü vahşet de uyguluyorlardı... Sosyalizm'in her zaman öğretmeye çabaladığı büyük insanlık ilkeleri günden güne unutuluyordu.’’
Lenin ise yaptığı bir konuşmada ‘‘Parti için tartışmaları bir lüks’’ olarak niteliyor ve şöyle bitiriyordu sözlerini: ‘‘Vaktimizi tartışmalarla harcadık hep; şimdiyse söylemem gerekiyor ki 'silahlarla tartışmak' muhalefetin tezlerini kullanarak tartışmaktan iyidir. Yoldaşlar, muhalefete hiç ihtiyacımız yok, şimdi bunun zamanı değil! Hangi yandan olursa olsun, muhalefetle değil silahla tedavi edeceğiz.’’
PİYASA KALKINCA OLUYOR MU?
Fabrikaları ve tüm üretim birimlerini kamulaştırdığınızda, piyasayı da kaldırmış olursunuz. Bu durumda ürünler emtia olmaktan çıkar. Ürünlerin değişimini ve dolaşımını sağlayan piyasa mekanizması yerine (Bu üretimin kendisini de belirliyordur) planın konması gerekir. Marx, planı piyasanın ve paranın yerine öneriyordu. Ama Sovyetler Birliği başta olmak üzere devletleştirmelerin yapıldığı ülkelerde piyasa kalktı ama para kalkmadı. Para, işçilere ödenen ‘‘ücret’’ ve ürünlerin ‘‘fiyatı’’ olarak hizmet gördü. Reel olarak bir piyasa yoktu, meta ekonomisinin bu iki önemli ekonomik kategorisini devlet kendi başına belirlemeye çalışıyordu. Aslında, Marx'ın maddi ilişkiler dediği ekonomideki bu ‘‘ucube’’ durum siyasi ve ideolojik alanlardaki ucubeliğe neden oluşturuyordu. Fiyat, yani malın değişim değeri belli ise bu durumda o malı kaliteli üretmenin ne gereği var ki? Bu yüzden de Sovyet tipi ekonomiler kalitesiz ürünler ekonomisi olmaktan kurtulamadı. Marx'ın terimleriyle ifade edersek, kullanım değeri üretmeyen bir ekonomi.
Kurabiyeler vitrinde güzel gözüküyordu ama yiyenin dişlerini kırıyordu. tıpkı altı yıl önce Petersburg'da trenden indikten sonra girdiğim dükkandan aldığım un kurabiyelerinde olduğu gibi.
Sovyet yönetimi, fabrikaların devletleştirilmesiyle sosyalizmin kurulacağını sanıyordu. Öyle de yaptı. Zaten Marx nasıl olacağını yazmamıştı. Ama işler sarpa sarınca gerekli tek şeyin sabır olduğu düşünüldü. Sabırsızlar, eleştirenler, başka fikirde olanlar bertaraf edildi. Bu bertaraf edilenlere, her beş yıllık planda (hesapları tutmadığı için yokedilen) planlamacılar da dahil.
ÇİN'İN UZUN YÜRÜYÜŞÜ
Güvenilir hiçbir muhasebe olmamasına rağmen, rejimin hesabına yazılacak tüm şiddete dayalı ölümler -iç savaş haricindekiler- dikkate alındığında, ciddi tahminler (yüz binlerce Tibetli dahil) 6 ile 10 milyon doğrudan kurbandan söz ediyor.
Ayrıca on milyonlarca ‘‘karşı devrimci’’ ömürlerinin önemli bir bölümünü cezaevi sistemi içinde geçirmiş ve belki de 20 milyonu burada ölmüştür. 1959-1961 yılları arasındaki Büyük İleriye Sıçrama diye adlandırılan dönemde (yani toprakların -tabii ki zorla- kamulaştırılması) yazara göre, ‘‘Tümüyle Mao Zedong diye bir adamın uçuk projelerinin ve ardından da feci sonuçlarına karşı önlem alınması için hatasını kabul etmeyi reddetmekle gösterdiği canice inadın yol açtığı kıtlığın kurbanları olan 20 ile 43 milyon insanın fazladan ölümü...’’
Çin Komünist Partisi, ‘‘Üç yıllık çaba ve mahrumiyet, bin yıllık mutluluktur’’ sloganıyla, 59-61 ‘‘İleriye Doğru Büyük Sıçrama’’ politikasını yürürlüğe soktu. Sonuç felaket oldu. Ama, bütün diktatoryal sistemlerde olduğu gibi, bir lider için, kutsal hedeflere varılmadığını itiraf etmektense, astlarını öngörülen teslimatı yapmaya zorlamak daha az rizikoluydu. Ünlü Sovyet biyolog Lisenko'nun genetiğin iradeci reddine dayalı tarımsal yöntemleri Çin'de de uygulandı. Mao, ‘‘(taneler) birlikte daha kolay yetişir, toplu halde büyüdüklerinde kendilerini daha rahat hisseder’’ diyordu. Sınıf dayanışması doğaya uygulanıyordu.
ASLINDA TOPLAMA KAMPI
Kitap, kıtlıkta yaşanan sahnelerle ilgili insanlık dışı ayrıntılara ve ifadelere yer veriyor. İnanmakta en güçlük çekeceğiniz ayrıntıların resmi makamlarca itiraf edildiği belirtiliyor.
Laogai, Çince'de ‘‘hiçbir yer’’ demektir. Ütopya sözcüğü de Yunanca da aynı anlama gelir. Bir ütopyayı hayata geçirmek için yola çıkılmış ve Çin'de tarihin en korkunç toplama kampları olan ‘‘laogai’’ler kurulmuştu.
Bir Çinli kaynağa göre, 1980'li yılların ortalarına değin 50 milyon kişi (rakam yalnızca bir niceliği belirliyor) toprağa gömüldü. Bir çoğu burada öldü. Bir hesaplamaya göre 20 milyon kişi tutukluyken can verdi.
Çin'de insan suçlu olduğu için tutuklanmaz, tutuklandığı için suçludur. Suçunu kabul etmekten, itiraf etmekten başka çaresi yoktur. Sanık yoktur. Sadece suçlu vardır . Toprak Devrimi ve Büyük Sıçrama'nın astronomik ve az bilinen dehşetinin yanında, pek çok yazara göre 400.000 ile bir milyon arasında (Üç milyon diyen de var) ölüm diye andığı Büyük Proleter Kültür Devrimi'nin tahribatı oldukça mütevazı kabul edilebilir. Ama yarattığı yankılar açısından bakıldığında çok daha önemli ve ibret vericidir. Kültür Devrimi batıdaki sol aydınların vicdanlarında bir yaradır.
KAMBOÇYA: ŞAŞIRTICI CİNAYETLER
Ama, sanki birbirleriyle gaddarlık ve cinayet işlemekte yarışan yönetimdeki komünist partiler arasında en korkuncu yine de Pol Pot'un liderliğini yaptığı Kamboçya'daki Kızıl Khmerler'dir. Ülke nüfusunun dörtte biri yok edilmiştir. Yaklaşık 2 milyon kişi (Yine vicdan sızlatan bir rakam verme çabası içine giriyoruz.) Bu sayının yarısına yakını bizzat resmi olarak doğrulanmıştır.
Ölümlerin önemli bölümü, insanların kentlerden kırsal kesime ve tarlalara sürülmesi nedeniyle gerçekleşmiştir. Önce bütün kimlik kartlarının imhasına karar verilmiş, sonra gözlüklü ve kitap okuyanlar en önde olmak üzere bütün kentliler göçe zorlanmıştır.
DÜNYAYA İYİ ÖRNEK
Kamboçya öyle bir ülkeydi ki, hayatta kalma şansına sahip olan halk ancak 1979 yılında başbakanlarının kim olduğunu öğrenebilecekti. Faili belli olmayan bir kabus. Cezalandırmada benzeri görülmemiş yöntemler. Paranoyak bir sistemin eline tutsak düşmüş zavallılardı, Kamboçya halkı. İktidarın, Angkar'ın her yerde kulağı vardı ‘‘bir ananas kadar çok gözü’’ vardı. Cam kırmak, tarlayı eğri sürmek ya da bir mandaya kötü davranmak cezalandırılmanız için yeterliydi. En çok uygulanan cezalandırma yöntemlerinden biri sizi kendi çalışma arkadaşınıza kıyasıya dövdürmekti.
Kızıl Khmer söylemi şuydu:
‘‘Kurduğumuz ülke için bir milyon iyi devrimci yeterlidir; geri kalanına gereksinmemiz yok. Bir düşmanımızı hayatta bırakmaktansa, on dostumuzu öldürmeyi yeğleriz.’’ İşte böyle diyorlardı.
Kamboçya'da siyasi suçun ne olabileceğini tahmin etmek güç değil, ama başka nelerin suç olabileceğini kimse aklına getiremez. Kızıl Khmerler de en çok, benzersizlikleriyle övündüler, ‘‘Bizler eşsiz bir devrim yapmaktayız. Bizim gibi pazarları ve parayı kaldırmaya cesaret eden başka bir ülke biliyor musunuz? Bize hayranlık duyan birçok Çinli'yi geride bırakıyoruz. Bizi taklit etmeye çalışıyorlar, hala bunu başaramadılar. Tüm dünyaya iyi bir örnek olacağız.’’
Her zaman gerçeğin kendisinin insanın hayal edebileceğinden daha güzel ve daha korkunç olduğuna inandım ve şahit oldum. Keşke biri çıkıp da bütün bu kitapta yazılanların aşağılık yalanlar ve korkunç bir fantezi olduğunu söylese...
Özcan Yüksek'in Sovyet planlı ekonomisi üzerine bir master tezi vardır.
‘‘Komünist’’ yönetimin olduğu hangi ülke bu gaddarlıktan nasibini almadı ki? Rakamlar ürkütücü. Alt alta sıralıyor kitap:
SSCB, 20 milyon ölü.
Çin, 65 milyon ölü.
Vietnam, 1 milyon ölü.
Kuzey Kore, 2 milyon ölü.
Kamboçya, 2 milyon ölü.
Doğu Avrupa, 1 milyon ölü.
Latin Amerika, 150 bin ölü.
Afrika, 1,7 milyon ölü.
Afganistan 1,5 milyon ölü.
Uluslararası komünist hareket ve iktidarda olmayan komünist partiler, 10 bin civarında ölü.
‘‘Kurduğumuz ülke için bir milyon iyi devrimci yeterlidir; geri kalanına gereksinmemiz yok. Bir düşmanımızı hayatta bırakmaktansa, on dostumuzu öldürmeyi yeğleriz.’’