Sözlü kültür iyidir iyi olmasına ama...

Güncelleme Tarihi:

Sözlü kültür iyidir iyi olmasına ama...
OluÅŸturulma Tarihi: Temmuz 16, 2007 15:44

Haberin Devamı

Türk tarihinde önemli bir yeri olan ve ÅŸimdiki davranışlarımızda hala büyük etkisi görüldüğünü ileri sürdüğümüz göçebe kültürü, pek doÄŸal olarak "sözlü kültür"dür ve yazıya deÄŸil "söz"e dayalıdır. Yazıya deÄŸil söze dayalı bir topluluk olmak, kültür tarihi araÅŸtırmacılarına göre, bırakın davranışlara etkide bulunmayı zihniyet yapısını bile çok derinden etkiler, hatta bambaÅŸka kılar. UzaÄŸa gitmeye gerek yok, yazıya gündelik hayatımızda yeterince yer vermeyiÅŸimizin etkileri, Türk tarihiyle ve Anadolu'nun TürkleÅŸmesiyle ilgili olarak, son zamanlara kadar, elimizde Türk yazarların yazdığı kitapların çok az olmasında bile görülmektedir. Fetihleri siz yapın, tarihinizi baÅŸkaları yazsın, bu kadar ironik bir durum ortaya çıkarabilmek, ancak Türk grup davranışında sözlü kültürün egemenliÄŸiyle mümkündür.Â

Haberin Devamı

Göçebe Türk'ün at üzerinde giderken her zaman yanında götürdüğü en büyük değeri kendi dili, şarkıları, sazı, kopuzu, bilmeceleri, oyunlarıyla dolu sözlü kültürüdür. Yükte hafif ne varsa, onları alır yanına kültürü olarak. O, bir söz ustasıdır; bu yüzden şiirde ve müzikte çok ileri gitmiş, müstakbel uygarlığının tohumlarını atmıştır. Böylesine bir hareketlilik süreci içinde, büyük mimari eserler yaratamaz elbette ama minare, kümbet gibi çadır esinli yaratıcı ürünler ortaya çıkarır ve onları Orta-Asya'dan yanında getirir, İslam mimarisine katkıda bulunur.

Göçebe yaşantısının söze dayalı oluşunun faydaları da vardır elbette; bugün, hala tertemiz bir Türkçe konuşabilmemiz sözlü kültür sayesindedir. Yabancı uygarlıklara, dinlere ve dillere oldukça açık bir aracı topluluk olmamız, kurduğumuz büyük devletlerin bu nedenle yabancı kültür unsurlarını tercih etmesi ve eski kültür öğelerini ortadan kaldırmaya girişmesi bile, arı duru Türkçenin ayakta kalmasına engel olamamıştır. Anadolu'da Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde, yüksek tabaka kendini Arapçanın, Farsçanın kollarına en azından söz dağarcığı bakımından bıraktığı halde, kültürümüz, dilimiz, türkülerimiz ve şarkılarımız, özgün bir canlılıkla devam edebilmişse, bunda sözlü kültürümüzün gücü ve etkileyiciliğinin payı büyüktür.

Göçebelikle bağlantılı sözlü kültürümüzün gücü, buna rağmen bazı olumsuzlukları da beraberinde getirmiştir. Büyük devletler kurup, uygarlıklar, dinler, diller arasında aracılık etmemize rağmen, bugün dünyadaki benzerleriyle kıyaslanabilecek bir Türk tefekküründen bahsedilemez. Osmanlı İmparatorluğu döneminden beri devlet örgütlenmesi ve hukuk alanında her zaman beklenen atılımları yapma yeteneğini haiz yapılsa, mimari, musiki ve şiir alanında her zaman başarılı ürünler verilse de, Batı kültürünün bilim ve felsefe alanındaki başarılarına asla yaklaşılamamıştır. Bırakalım başarıyı bilim ve felsefe alanında tam bir kapalılık ve skolastik yaşanmış, Ortaçağ İslam filozoflarının, Mevlana ve Muhyiddin Arabi'nin eserlerini şerh etmekle yetinilmiş, ancak formel mantıkta kılı kırk yaran eserler verilebilmiştir. Elbette Türk tarihine yayılan bir tefekkür hayatımız vardır ama bu benzerlerinden oldukça farklıdır. Düşünce tarihinde ve felsefeden bize özgü olanı yansıtabilen veya Türk olarak adından söz ettirebilen bir düşünür yoktur. İslam tarihi içinde Farabi, İbni Sina gibi Türk kökenli düşünürler elbette olmuştur ama onlar, haklı olarak etnik kökenleriyle anılmazlar, İslam düşüncesi içinde değerlendirilirler. Gerçekten de Türklerin çok önemli devletler kurmalarına, yerleşikliği başarabilmelerine, mimarisiyle, birçok başka eserleriyle, dünyanın çok önemli bir coğrafi alanına egemen olmalarına, birçok kültürlerle, düşüncelerle, uygarlıklarla iç içe yaşamalarına rağmen bir felsefe geliştirememiş olmaları düşündürücüdür. Bugün bile, kendine özgü bir düşünce sistemi geliştirmiş bir filozofumuz, düşünürümüz yoktur. Felsefecilerimiz, felsefe öğretmenlerimiz vardır. Ama ne yazık ki onlar, felsefeye katkıda bulunan, özgün bir düşünce geliştirmiş bir filozof, bir düşünür değillerdir.

Tüm uygarlık alanlarında olduğu gibi, bilimsel alanda da, önemli bilimciler yetiştirmemize rağmen hala yaratıcı değiliz, yalnızca aktarmacıyız.  "En iyiyi, en güçlüyü, en yeniyi izle!" formülünün bilişsel haritamızda böylesine önemli bir yer tutmasının nedenlerinden birisi de bilimsel alanda öncü girişimlerde bulunmamamızdır. Üniversitemizin tuhaf bir bilim politikasına dayalı olarak son zamanlarda bilimsel yayın alanında gözle görülür bir performans geliştirmiş olması, bu söylediklerimizle çelişmez. Ortada gerçek bir bilimsel girişim yoktur, aktarmacı zihniyet devam etmektedir.

Haberin Devamı

Nasıl tarihimiz boyunca, tüm uygarlık ürünlerini nasıl ince eleyip sık dokumadan, sindirip sindiremeyeceğimize bakmadan adeta kapış kapış almışsak, modern zamanlarda da teknolojiyi göçebe rahatlığıyla, büyük bir rahatlıkla alıyoruz. Belki başka uluslar yabancı teknolojiyi bizim kadar dinamik bir şekilde alamıyor. Biz kolayca alıp kullanıyoruz, ama geliştirmiyoruz. O teknolojiye bir katkıda bulunmuyoruz. Örneğin geçtiğimiz 130 yılda, Türkiye'de 22.000 patent alınmıştır. Bunların 20.000'i yabancı şirketlerin son on yılda kendi ürünlerini korumak için aldıkları patentlerdir. Yeni icatlar değildir. Hepsi dış kökenlidir. 130 yılda Türkler sadece, 2000 patent almıştır. Bunların hemen hiçbiri, dünya bilimine ve teknolojisine katkı olmamıştır. Halbuki Amerika'da haftada 4000 ila 5000 patent alınıyor. Uzun ve şüphesiz şanlı tarihimize rağmen, Talat Halman'ın dediği gibi, tek bir bilimsel icadı olmayan, tek bir coğrafi keşif yapmamış olan tek büyük ulus biziz belki de.

Tüm bu olumsuzluklarda, göçebeliÄŸimizin söze dayalı bir kültür oluÅŸturabilmesi, yazıyla başımızın hoÅŸ olmaması birinci sırada rol oynar.Â

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!