Güncelleme Tarihi:
Yukarıda anlattıklarım size de çok tanıdık gelmiyor mu? Enver Aysever işte bu hikayeyi ‘İzlenme, gözlenme, dinlenme çağında bir yalnızlık romanı’ alt başlığıyla yazdığı Yazgıcılar kitabında ele alıyor. Remzi Kitabevi’nden çıkan roman edebiyatseverlere çok kısa bir süre önce ‘merhaba’ dedi.
Biz de yazgı kavramını tartışmaya açan, mizahi yönlerin ağır bastığı, zaman zaman alaycı, zaman zaman ise sorgulayıcı ‘Yazgıcılar’ üzerine Enver Aysever’le bir söyleşi gerçekleştirdik ve birbirinden ilginç cevaplar aldık.
Kitabın tanıtım videosu ise hem üniversiteden hocam hem de görsel iletişimin belki de en önemli isimlerinden Ethem Özgüven imzalı. İzlemeden geçmeyin...
YAZGICILAR'IN ETHEM ÖZGÜVEN İMZALI TANITIM VİDEOSU - WEB TV
Yazgı kavramını tartışmaya açan kitabınız bugünün Türkiye’sini birebir mi anlatıyor?
Yazar yaşadığı çağın tanığıdır. Yaşadığımız çağın tanıklığını çoğu zaman bilgiyle değil de bir olay örgüsü içerisinde sezgiyle ortaya koyarız.
Şöyle diyebiliriz korkunun telaşın romanı bir tarafıyla bu. Türkiye’de korku ve telaş kurumsallaşmış durumda üstelik de korkuyla yaşamak meşru görülüyor. Doğal olan bu. İçinizdeki korkunun azalması için bir sebep bulunmuyor. Korku doğal hale geliyor. Türkiye mi bu evet, değil mi değil aynı zamanda her yer.
Bu kitabı biraz mizahi bir dille anlatmanın sebebi gerçek hayatta yaşanan bu izlenme, dinlenme olaylarıyla alay etmek mi?
İroni edebiyatın çok başvurduğu bir anlatım biçimi. Benim de en sevdiğim metinler, ironisi güçlü olan metinler. Bu kadar karanlık bir halin içerisindeyken tabi çok gülünç durumları da yaşıyoruz. Bu kimilerinin kara komedi dediği, bazen durum komedisine dönen halleri biz hayatın içerisinde yaşıyoruz. Kendimizi de bazen bunun içerisinde buluyoruz, ben karamsar bir metin yazdığımı düşünmüyorum dolayısıyla eğlenceli bir tarafı var.
İroniği ben seviyorum. Sevdiğim yazarlar da ironiği iyi kullanan yazarlar. ‘Yazgıcılar’ da ironik, alaycı bir roman.
“SÖZDE KİMLİĞİNİ GİZLİYORSUN AMA ÇIRILÇIPLAK ORTADASIN”
Peki Yazgıcılar ne tür bir kitap? Polisiye, dram…v.s.
Polisiye değil. Ama şunu fark ettim, romanın içinde zaman zaman polisiye unsurlar da varmış gibi okuyan okurlar var. Ben bir polisiye kurgusu yapmadım ama o beklenti, o gerilim hali okuyucuya o hissi veriyor.
Ama kitabın türü hakkında şunu söyleyebilirim modern şizofreni dediğimiz bir kavram var, yani modernitenin üstüne bütün kurgularıyla geldiği bir durum. Bu kendi içerinde parçalanmış bir ruh hali, parçalanmış toplumsal yapı, parçalanmış bir doku oluşturuyor ve onun içinde baskı altında ezilen birey var ama bu aynı zamanda çok gülünç…
Aslında dinlenme korkusundan çok uzak insanlar da var. ‘Gibi Site’nin sakinleri Türkiye mi yoksa küçük bir Türkiye mi?
Birkaç yerden bakabiliriz buna. Bir tanesi elbette ki Türkiye, bu söylenceye kimi gırgır geçerek, kimi sahiden bu kaygıyı üreterek kapılmış durumda. Ama bir tarafından da bizim konuştuğumuz meselelerin tamamı biraz orta sınıf sorunlarıyla birlikte olan bir kentli yaşam biçimin getirildiği durum. Şunu biliyoruz; sokakta hepimiz yaşıyoruz yani bir bakkala, simitçiye gidiyoruz ‘ben dinleniyorum abi’ diyor mesela. Adama sorsan ‘seni niye dinlesinler?’ diye haklı tek bir gerekçe sayamaz. Hem dinlenmesini gerektirecek bir suçu yok hem öyle bir ideolojik zemini yok hem öyle bir örgütlü yapısı yok hem öyle bir siyasal bilinci yok.
Ama öteki tarafta da gönüllü irade devri var. Yani sen de yapıyorsun, ben de yapıyorum gibi. Mesela cep telefonu sürekli sinyal veriyor, o sinyalle nerde olduğunuz ne yaptığınız biliniyor ve bu konu hiç ilgilenmeyeceğini düşündüğümüz kişiler tarafından da bulunuyor. Google Map diye bir şey var ve senin iraden dışında dünyaya nerde olduğunu gösteriyor. Facebook, Twitter; oralarda kimliğini sözde gizliyorsun ama çırılçıplak ortadasın.
Kitaptaki yazgımızı yazanlar yani ‘Yazgıcılar’ı biraz tarif edebilir misiniz? Kimdir bunlar, bir örgüt mü, cemiyet mi, cemaat mi?
Aslında Yazgıcılar’ı sadece Türkiye gerçeğine indirgemiyorum.
İki tane temel yanıtım var burada. Biri, ABD artık ‘Big Brother’ değil. Büyük pay sahibi olduğu küresel şirketler bir yanıyla ‘Big Brother’ yani kapitalizmin sürekliliği. Dolayısıyla güç belki de herkesin kolektif ürettiği bir güç. Sahiden böyle kimseler olduğu gibi bu kimselerin olmayıp kavramsallaştırıldığı bir algı da var. İkincisi ise gerçekten kendi ülkelerimizde derin devlet dediğimiz ya da bağımsız bir egemen kuvvet, örgüt, cemaat, dernek... v.s. gibi insanların da olduğu bir olgu var.
‘Yazgıcılar’ niye dedim? Çünkü kader, alın yazısı bizim coğrafyamızda var olan bir durum. Alın yazısının tanrısal bir şey olduğunu düşünüyoruz. Bizim alın yazımızı dayatan, yazgımız üzerinde tasarruf da bulunan ve giderek gönüllü teslim olduğumuz bir yapı var. Doğru; ‘yazgıcıların’ bugünkü iktidar süreciyle birlikte daha muhafazakar bir biçim alabileceği gibi devletle iç içe olan bir oluşum olduğu için yarın ne olacağını da bilmiyoruz.
Belki yeni koalisyonlar kurulacak ve insanların kudretli olana boyun eğmesi, ondan kendisine güç devşirerek var olmaya çalışması da bir jurnalciler çağı doğuracak. İşte bu jurnalcilik çağı artık yazgıcıların da işini kolaylaştırıyor.
‘Gibi Site’ sakinleri gibi ileride bu kadar birbirini gammazlayan insanlar haline geleceğimize inanıyor musunuz?
Evet, bir yanıyla öyle. Birkaç soru sormamız lazım kendimize. Jurnalcilik Türkiye’de yeni mi? Osmanlı’dan bu tarafa jurnal kurumu var ve o zamanlar ayıplansa da bu bir siyaset tarzıydı. Şimdi ise benim çok nefret ettiğim bir söz var; her kurum kendi bacağından asılır. Toplumculuğa karşı bir laf. Birey olmakla bencil olmak arasındaki bir laf. Dolayısıyla birey olarak kendini kurtarmaya kalktığın zaman yanındakiyle, yoldaşlık, arkadaşlık fikrini çok kolay ihlal etmeye başlıyorsun.
Diğer bir taraftan ise gammazlama noktasında interneti görüyoruz, birisinin hayatına dair ondan hiç izin almadan çırılçıplak bilgilerini sunuyorsun. Ne yazık ki bunun meşru ve doğal olduğu bir durumdayız.
Üçüncü durum ise siyasal iktidarların güç devşirmesi meselesine karşı ürettiği tipler. 20 sene önce olmaz diyorduk, ama köşe yazarının ve gazetecinin da gammazcısı oluyor. Açık gammazcılar bunu ahlaki bir indirgeme ile kendilerine meşruiyet yaratarak yapıyor. Çok tiksindirici bir şey. ‘Yazgıcılar’ biraz da bunun romanı.
“BELKİ SEN DE ‘E.A.’LAŞACAKSIN”
Romandaki ana karakterin adı E.A olarak geçiyor. Sizin isminiz, Enver Aysever’ in baş harfleri mi?
Hiçbir yazar kendisini yazmaz. Ama hiçbir yazar kendisinin dışında bir şey de yazamaz.
E.A. ben miyim? Değilim. E.A. ben miyim? Evet benim. Bir tarafıyla tüm bu kaygılar tüm bu baskılar altında gidip geliyorum. Belki de böyle bir gelecek seziyorum.
Bir yazar var bir de E.A.var. Okurla dertleşen hatta zaman zaman yazar da bir jurnalciliğe soyunuyor gırgıra alan bir tarafı da var. E.A.’yı böyle koymamın nedeni biraz okurla da didişmek gırgır geçmek ve onun da benle gırgır geçmesi için zemin yaratmak.
Ben de okura şunu sormak istiyorum: E.A. Sen misin? Sen olmadığından emin misin? Senbütün bunları yaşamıyor musun? Kendi hayatında sen de sabah kalkıyorsun, arabanla benzinciye giriyorsun, kamera seni alıyor, çıkıyorsun iş yerine gidiyorsun kamera seni alıyor. E.A. değilsen de belki de E.A.’laşacaksın.
Sevdiğiniz yazarlardan bahseder misiniz?
Türk edebiyatında Orhan Kemal severim. Siyasal nedenlerden dolayı da Yusuf Atılgan’ı çok severim. Bir Melih Cevdet tutkunuyumdur. Sabah Birsel bayılırım ve elbette Oğuz Atay. Belki Oğuz Atay’ın kendisi roman kahramanı gibi olduğu için de çekici geliyor.
Dünya edebiyatına baktığımız zaman son dönemde beni en çok heyecanlandıran tekrar tekrar okuduğum yazar Milan Kundera. Umberto Eco’ ya, Kafka’ya bayılıyorum
Bu isimlerle kitaptaki E.A. karakterin okuyucuya okuduğu pasajlar aynı...
Evet hepsi benim sevdiğim yazarlar. Onları özel seçtim.
Yazgıcılar’da E.A. bir aydın.Ve olan bitenden uzak duruyor. Peki günümüzde hapis yatan aydınlar da dahil aydınlar bu kadar masum mu?
Ben Türkiye’de okur yazarların, aydınların çok sevildiği kanaatinde değilim. Bir taraftan ne yazık ki her meseleden onları sorumlu tutan bir algı var. Bir taraftan da onların kusursuz olması gerektiği yönünde bir dayatma var. Yani okur-yazar olmak, meraklı olmak, korkusuz olmayı, en ahlaklı adam olmayı, en doğru adam olmayı getirmez.
Aydınlar çok da gönüllü olmadan bazen cesur olabilir yani vaziyet onu oraya taşıyabilir. Hal böyle olunca sürekli aydınla hesaplaşmak çok gülünç. Varlığından faydalanmıyorsan bunu yok etmeyi istemek niye?
“BENİ İZLEYEN BİRİ VARSA; GAYRİ AHLAKİ BİR ŞEY YAPIYORSUN”
İzlenme, gözlenme, dinlenme, kaygılarınız var mı?
Ben televizyoncuyum dolayısıyla kendimi gönüllü olarak izlenmeci yapıyorum. Beni izlemek isteyenler izliyor. Ama izlenme dinlenme meselesinde benim bireysel olarak büyük bir kaygım olmasa da aslında herkesin kaygılanması gereken bir noktada olduğunu düşünüyorum. Çünkü burada üzerinde düşünmemiz gereken mahremiyet kavramı var ki önemli bir sorun.
Beni izleyen ya da dinleyen varsa onların da gayri ahlaki bir şey yaptığını bilmesini istiyorum. Çünkü bu çağın temel göstergelerinden bir tanesi de rollerin çok çabuk değiştiği. İzleyen ve dinleyen o anda izleniyor ve dinleniyor unutmasın.
Kitabı ya da bu röportajı okuyanlarda, size karşı olumsuz bir izlenim uyanır; paranoyak bu adam... vs. endişesi var mı?
Bana şu ana kadar gelen ilk tepkilerden, eğlenceli bir hicivle karşı karşıya olduklarını, edebi lezzetin olduğunu ve biraz da aslında evhamla gerçekler arasında uyarıcı bir görev gördüğünü anlıyorum. Bunun bir evham durumu olabileceği gibi şizofrenik bir durumu gerçekliği de var tabii ki.
Kitabı okuyan kesimi anlatabilir misiniz?
Televizyondan bilen bir grup, benimle kendisini ruhsal olarak örtüştüğü için zaten kitaba yöneliyor. Bir de benim köşe yazılarımı takip eden daha geniş bir kitle var. Yani hem üniversiteli hem çok ileri yaşta olan okuyucularım var.
Bir de bütün bunların dışında, bu kitapla birlikte benimle buluşan, izlenme, dinlenme, gözlenme çağında, ağırlıklı olarak beyaz yakalıların ve orta sınıf bulunduğu bir kitle var.Yani bu duygu üzerine düşünmüş ama daha düşüncelerini tam kristalize edememiş ve bunu bir edebi metin üzerinden duyumsamak isteyen var. Onları maillerde, kitap imza günlerinde görüyorum.
“BEN MAHREMİYETİ PAYLAŞTIM”
Genç kesimle aranız nasıl? Sizi seviyorlar mı?
Hakkımda ‘içten biri’ olduğuma dair bir duygu oluştu ve bu durum çok hoşuma gidiyor.
Üniversitede ders verirken bu siyasal sistemin altında ezildiğini düşünen kitleler, eleştirdiğim için beni seviyordu. Mesela orda türban sorununa mağdur olan genç kızın bana acayip bir sevgisi olduğunu gördüm. Çünkü ben onun önünü açtım ve o mücadelenin içinde oldum, onlarla edebiyat konuştuk. Tabi Alevilerin de bir yakınlığı var. Özellikle ben Sivas davası sürecinde çok mücadele ettim. Aslında vicdanımızla ilgili sorunlarla karşı karşıya olduğumuz zaman her ezilenle yolumuz bir düşmeli.
Bu kitap niye okunmalı?
Yazar olarak söyleyebilirim ki, Türk edebiyatına emek veren birisiyim. Okurumla buluşmak, eleştirilerini duymak hoşuma gidiyor. Öte yandan, hap bilgiler altında ezilen insanın demlenmeye ihtiyacı var. Ben onlarla bir yaratıyı paylaşıyorum. Haz duymak için okunmalı.
Ayrıca ben asık suratlı kitaplardan hoşlanmıyorum. Yazgıcılar, herkes için olan kitap mı bilmiyorum, ama okura ait duygusunu yaratacağını düşünüyorum. Çünkü ben bir mahremiyeti paylaştım.
https://twitter.com/#!/deniz_oner