Güncelleme Tarihi:
Gazetelerin dış haberler sayfalarında "Ruanda Cumhurbaşkanı Paul Kagame, Fransa’yı 1994’teki soykırımdan beri ilk kez ziyaret etti" şeklinde yer alan haberde, Kagame’nin Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile görüşmesi sonucunda, iki ülke arasındaki buzların erimeye başladığı ve ekonomik dayanışmanın ilk adımlarının atıldığı yazıldı. Soykırıma dair detaylarsa, satır aralarında bile yer bulamadı.
ANLIK ÖFKE DEĞİL
Ruanda, adını yıllar yılı "soykırım" sözcüğü ile birlikte andığımız küçük bir Afrika ülkesi. Sahne olduğu katliamın yaraları çok derin ve unutulmaz. 1994’te yaşanılan dram, anlık bir öfke patlamasından ziyade, uzun bir sürecin vardığı son nokta.
Batı’nın "beyaz seçkinci zihniyeti" için "soyu kırılanın rengi", bir soykırımın ciddiyetini belirlemede önemli bir kriter. Bu sebeple "beyazlara" yönelik soykırımlar kadar ses bulmaz "siyahların" uğradığı katliamlar. Buna aldanmayıp, Kagame’nin Fransa ziyareti haberinin arka planında yer alan soykırımın baş aktörlerini ve katliamın ibret verici hikâyesini gözden kaçırmamak, tarihin en vahşi soykırımlarından birini unutturmamak gerekiyor.
BATININ SOYKIRIMDAKİ ROLÜ
Dünyanın, müdahil olmak yerine seyirci kalmayı yeğlediği soykırımın ilk emareleri İkinci Dünya Savaşı’nın bittiği yıllarda ortaya çıkmış olsa da, katliamın tohumları Ruanda topraklarına çok daha önceden ekildi.
20’nci yüzyılın başında Alman sömürgesi olan Ruanda’da yaşayan Hutular ve Tutsiler bu dönemde “etnik farklılık” kavramıyla tanıştırıldı.
Daha sonra Belçika’nın sömürgeliğine geçen ülkede, Afrika siyasetinde yönetici ve yöneten unsurların birbirinden ayrılması prensibini uygulamak isteyen Belçikalılar, o güne kadar bir arada yaşayan Tutsi ve Hutular arasındaki “etnik farklılığı” ön plana çıkardı.
Belçikalılar bu politikayı Ruanda’da kontrolün elde tutulmasının garantisi olarak gördüğünden, halkın yüzde 9’unu oluşturan Tutsilere ırka dayalı bazı ayrıcalıklar atfedildi. Hutular “siyah”, Tutsiler “açık siyah” ilan edildi. 1931’de herkese ırkını gösteren kimlikler dağıtıldı.
Ülkede ortak olan dil ve gelenekler göz ardı edilerek başlatılan bu yapay ırksal ayrımcılık sonucunda Tutsiler, Hutulara göre çok daha iyi yaşam şartlarına ve daha iyi işlere kavuştu. Bu durumda, Hutuların içten içe diş bilemeye başlaması kaçınılmazdı.
MAZLUMLAR ZALİME DÖNÜŞÜNCE
Ruanda’nın yönetiminin bağımsızlığa hazırlanması amacıyla Birleşmiş Milletler’e verildikten sonra, Hutu milliyetçisi partinin başa geçmesiyle, bu sefer Tutsilere yönelik faşist uygulamalar başladı. Tutsi ölümleri ve ülke dışına sığınmalar yıllarca sürdü ve bağımsızlığın kazanılmasından sonra da Hutu milliyetçisi iktidarlar birbirini izledi.
Bu iktidarların yönetimi sırasında Ruanda’da barınamayan Tutsiler komşu ülkelere sığındı. Bu ülkelerdeki toplam Tutsi nüfusu 500 binlere ulaştı. Eğitimli ve kalifiye kişiler olmaları sebebiyle gittikleri ülkelerdeki önemli kadrolara yerleşen ve ülkelerine dönüş için organize olan Tutsiler, bu amaçla Ruanda Yurtseverler Birliği’ni (RYB) kurdu.
RYB askerlerinin Uganda'daki kamplarından çıkıp, Ruanda'da hükümetle silahlı mücadeleye başladığı 1 Ocak 1990'dan 1992'ye kadar yaşanan iç savaş, Ağustos'ta imzalanan ateşkesle geçici olarak durduruldu.
YÜZ BİNLERCE SATIR SİPARİŞ EDİLDİ
Tutsilerin mücadelesine kalıcı bir biçimde “dur” demek isteyen aşırı milliyetçi Hutular, Cumhurbaşkanı Juvénal Habyarimana’nın uçağının düşürülerek suikasta kurban edilmesi üzerine, Tutsi soykırımına başladı.
Öncelikle, ülkedeki Tutsiler ve faşizme sıcak bakmayan Hutular, faşistler tarafından fişlendi. Ülkenin ekonomisi silah alımına uygun olmadığı için, kıyımda kullanılmak üzere, Çin'e yüz binlerce satır siparişi verildi.
FRANSA İLE YENİDEN
Fransa ile yakın ilişki içinde bulunan Hutu hükümetinin göz yummasıyla, 6 Nisan 1994'te, tarihin en kanlı soykırımlarından birisi başladı. 100 gün içinde bölgede 800 binden fazla insan öldürüldü.
Satırlarla doğranan Tutsilerin yardımına uluslararası toplumdan kimse gitmezken, Fransa, katliamı gerçekleştiren hükümetle ilişkilerini aynen sürdürdü. Katliam, Temmuz 1994’te, RYB’nin dört yılın sonunda kazandığı askeri zaferle son buldu. Bir zamanların direniş hareketi ve gerilla örgütü olan parti, ülke yönetimine geçti.
Bugün, RYB Ruanda’yı yönetmeye devam ediyor. Hareketin içinden yetişen Kagame, 2000’den beri Cumhurbaşkanı. “Peki, tüm bu akan kandan sonra demokrasiye kavuşuldu mu? Gereken dersler alındı mı?” sorularına olumlu yanıt vermek maalesef hâlâ mümkün değil.
Ülkede suikastlar, şüpheli ölümler ardı ardına gelirken, pek çoğu aydınlatılamıyor. Gazeteciler kötü muameleye ve tutuklamalara maruz kalırken, hükümet halka karşı çok sert bir rejim uyguluyor. Kagame liderliğindeki Ruanda’nın olanları unutup Fransa’yla yeniden yakınlaşması, iki ülkede de bazı kesimlerin tepkisine neden olsa da tarihin tekrarının önüne geçilebilir gibi görünmüyor.