Oluşturulma Tarihi: Eylül 16, 2001 00:00
SEVGİLİ okuyucularım, dün bizim gazetede küçük bir
haber vardı. İsviçre Ceza Mahkemesi, Ermeni örgütlerinin soykırım iddialarını bildirilerle inkár eden 12 Türk dernek yöneticisini -kutlanması gereken isimsiz kahramanları- yargılayıp beraat ettirmiş. İsviçre yasaları, soykırımları ırkçı amaçla inkár etmeyi, ya da zararsız göstermeyi suç sayıyormuş. Kararın gerekçesinde ‘‘Kitlesel katliam olmuştur ama bunun soykırım olup olmadığına mahkememiz karar veremez’’ denilmiş. Bu haber beni, Şevket Süreyya Aydemir'in ‘‘Suyu Arayan Adam’’ kitabına götürdü. Yıl 1917. Birinci Dünya Savaşı'nda ordumuz Doğu cephesinde Ruslara karşı savaşırken Bolşevik ihtilali patlıyor. Cephede yedeksubay olan Şevket Süreyya Aydemir anlatıyor:‘‘Çar ordusu dağıldı. Fakat onun yerini her tarafta Rus ordusunun silahlarına konan, bazı döküntüleri toplayan Ermeni birlikleri aldı. Ermeni kıtalarının karşımızda yer almasıyla beraber harp, artık harp olmaktan çıktı. Devam eden şey artık bir harp değildi. Harbin karşılıklı bütün kuralları ortadan kalktı. Ermeni birlikleri bir taraftan cephede savaşmaya çalışırken, bir taraftan da işgal ettikleri sahada kalan yerli sivil Türk halkı üzerinde geniş bir katil (öldürme) ve imha işine girişmişti.Hem düşmanı sürmek, hem de içeride kalanları bir an önce kurtarmak lazımdı. Aramızdaki savaş artık kör ve aman bilmez bir boğazlaşmaydı...’’1917 yılının şubat ayında, korkunç kış koşullarında, ileri hareket başlıyor ve Şevket Süreyya Aydemir işin sonrasını şöyle anlatıyor: ‘‘İleri hareket geliştikçe karşılaştığımız haller, manzaralar, tabiatın kahrını arka plana attı. Harp, bir kan sarhoşluğu halini aldı. Bu şarhoşluk bir an geldi ki, en vahşi haddini buldu. Ermeni ordusuna Taşnak komitecileri hákimdi. Bu komitenin bütün gayesi ve hırsı, sadece bir imha ve intikam savaşından ibaret kalmıştı. Çılgın hesaplaşmanın bir türlü sonu gelmiyordu. Erzurum yolu üzerindeki Cinis Köyü karşısında Evreni Köyü'nde kadın, erkek, çocuk, bütün köylüler öldürülmekle kalmamıştı. Öldürülenlerin vücutları parçalanarak kollar, bacaklar, kafalar, kasap dükkánlarındaki etler gibi duvarlara, çivilere, çengellere asılmıştı. Fakat bunları yapanların hırsları bununla da sönmemişti. Köyde ne kadar hayvan ele geçmişse, mandalar, sığırlar, davarlar, kümes hayvanları, hatta köpekler öldürülmüş, parçalanmış, yerlere serilmişti. Cinis'te ise bütün köy halkını ayakta ve köyün ağzında bekliyor gördük. Fakat bunlar, bir ölü kafilesiydi. Köyden çıkarılan, köye gireceğimiz yol üzerinde süngülenirken birbirine sokulan ve yapışan kadın, erkek, çocuk bu insanlar, dayanılmaz bir soğuk altında kaskatı donmuşlar ve öylece kalmışlardı...’’Ordumuz Erzurum'a varır:‘‘Erzurum'da kan çılgınlığı son haddine vardı. Yalnız Gürcükapısı istasyonunda 3 bin kadar ölü, bir odun veya kereste deposunda olduğu gibi intizamla, adeta zevkle dizi dizi, yığın yığın sıralanmış, istiflenmişti. Bunlar Erzurum şehrinin kadın, erkek, çocuk Türk halkındandı. Sıraların ve istiflerin bozulup yıkılmaması için boylarına, cüsselerine göre dizilen ölü sıralarının aralarına, yerine göre ayrı ayrı boylarda çocuk yahut yaşlı ölü vücutları sıkıştırılmıştı. Bütün bunları yapanlar, belliydi ki, yaptıklarından zevk alıyorlardı. Bu zevki mümkün olduğu kadar uzatmak, daha fazla tatmak istiyorlardı. Sonunda bu yığınları belki gazlayıp, benzinleyip ateşe vereceklerdi. Bu yanan insanların buram buram göklere yükselecek dumanları karşısında belki de sarhoş olup hora tepeceklerdi...’’Aydemir yaşadıklarını şöyle bağlıyor: ‘‘Birinci Dünya Harbi içindeki karşılıklı Türk-Ermeni boğuşması ve hesaplaşması, öyle sanıyorum ki, insanlık tarihinin unutulması daha iyi olacak bir sayfasıdır. Bunun ilk veya asıl sorumlusu hangi taraftı? Kimlerdi? Sanıyorum ki, bu soruların cevaplarını araştırmamak ve bu hikáyeyi ebediyen (sonsuza kadar) unutmak daha doğrudur.’’Sonra şu yorumu yapıyor:‘‘Osmanlı İmparatorluğu'nda bütün Hıristiyan azınlıklar gibi, Ermeniler de rahat bir hayat yaşıyorlardı. Bilhassa sanatı, ticareti ellerinde tutuyor, asker vermiyor, memleketin zengin ve imtiyazlı (ayrıcalıklı) bir tabakasını teşkil ediyorlardı. Bütün kasaba ve şehirlerde Rum mahalleleri gibi, Ermeni mahalleleri de o kasaba ve şehrin en mamur (bayındır) kısmını teşkil ediyordu. Bağların ve bahçelerin en güzeli onlarındı. İç ticaret gibi dış ticaret de elleriydeydi. En güzel mektepler onlarındı. Memleketin hiçbir vilayetinde (ilinde) ise çoğunluk teşkil etmiyorlardı. Yarı aydın Ermeni liderleri ve ihtilalci Ermeni partileri, işte bu şartlar içinde Ermenileri istiklale (bağımsızlığa) teşvik ettiler. Duygulu olmaktan çok hayalci ve heyecanlı Ermeni gençliği, bu daveti pek çabuk kabul etti. Birinci Dünya Harbi'yle beraber öyle yerlerde Ermeni isyanları olmuştu ki, etrafı Türk halkıyla çevrilen, hiçbir yabancı memleketle bitişiği olmayan bu iç bölgelerde orduya isyan edebilmek için bir cemaatin (topluluğun) düşünce ve şuurdan (bilinçten) ne derece uzaklaşması lazım geldiğine insan hakikaten şaşardı.’’Rahmetli Şevket Süreyya Aydemir, bir ırkçı falan değil. Tam tersine, savaş sonrasında Rusya'da Komünist Parti üyesi oluyor. Ve ‘‘Suyu Arayan Adam’’ 1971 yılında yayınlanıyor. Yani Ermeni iddiaları henüz ortada yokken!İsviçre mahkemesi doğru söylemiş. Ortada ‘‘karşılıklı bir katliam’’ var. Ama ‘‘soykırım’’ yok. Tarihi ve gerçekleri şarlatanlıkla saptırıp bunu Türkiye'ye karşı propaganda malzemesi olarak kullanmak, Ermeniler dahil hiç kimseye yakışmıyor.
button