Güncelleme Tarihi:
MİHRİ BELLİ KÜBA'DA
Küba'da temel slogan ‘‘Ya Vatan Ya Ölüm!’’ Bizde temel slogan ‘‘Ya İstiklal Ya Ölüm’’
Türkiye'deki sosyalist hareketin duayenlerinden Mihri Belli, 15 gün süren Küba seyahatinden henüz döndü. Küba'da, Kurtuluş Savaşı ve Yunanistan İçsavaşı üzerine konferanslar veren Belli, Küba gözlemlerini Hürriyet için yazdı. Başkent Havana'da Atatürk'ün
heykelini görmek, onu çok sevindirmiş. Hele Kurtuluş Savaşı'nda Mustafa Kemal'in ‘‘Ya İstiklal Ya Ölüm’’ şiarıyla Küba Devrimi sırasında dillerden düşmeyen ‘‘Ya Vatan Ya Ölüm’’ün bu kadar benzer olması da Belli'yi en çok sevindirenler arasında.
Siz, Türkiye dışında Atatürk'ün heykelini başkentinin ana caddelerinden birine dikmiş olan bir başka ülke biliyor musunuz? Biz biliyoruz. Gittik, gördük. Bu ülke NATO ülkesi değil. Aday ülkeliğe nihayet kabul edildik diye zil takıp oynadığımız Avrupa Birliği'nde de değil bu ülke. Ya hangisi? Müttefikimiz ABD'nin baş düşman bildiği ve kırk yıldır ablukaya alarak dize getirmek istediği, Komünist Parti'sinin yönettiği Fidel Castro'nun sosyalist Kübası.
Tuhaf değil mi? Ama yakından bakınca o kadar tuhaf da değil. Küba devrimi ile bizim Kurtuluş Savaşımız arasında paralellikler var. Küba devrimi emperyalizme ve onun işbirlikçilerine karşı verilmişti ve hala verilmektedir. Anadolu devrimi de öyle. Küba'da temel slogan ‘‘Ya Vatan Ya Ölüm!’’ idi, hala öyledir. Bizde temel slogan, artık pek hatırlamadığımız ‘‘Ya İstiklal Ya Ölüm’’ idi. Bizim devrimimiz o dönemde dünya devriminin beşiği olan Bolşevik Rusya'dan destek gördü. Küba devriminin de baş destekçisi Sovyetler. Fidel Castro'nun Kübası'nın Anadolu devriminin başkumandanına saygı göstermesinde şaşılacak bir şey yok.
KÜBA'YI İLK KEZ SARTRE'DAN ÖĞRENDİM
Biz öykümüze başından başlayalım. Başlıca işlevi insanlar için mutsuzluk üretmek olan bir düzende yaşasa da insanın yaşamında mutlu anlar eksik değil. Seni çok saran bir romanı okuduğun sürece mutlu bir insansın. Son sayfayı çevirdiğin an terkedilmiş sevgiliye dönersin. Yıllar önce Stendhal'in Kırmızı ve Siyah'ını Orhaniye Askeri Cezaevi'nde okuyordum. Sabahın üçünde kitabın son sayfasına vardığım ana kadar dünyanın en mutlu insanıydım.
Jean Paul Sartre'ın Küba Röportajı da öyle. Ancak bu kez mutluluk sürdü. Küba devrimi ile tanışıyorduk. O ana kadar Küba'ya dair bilgilerin gazetelerde dergilerde çıkan haber ve yorumlarından edinilme idi. Sartre'ın kitabını çevirmeye niyetlendim. Ama bir türlü olmadı. Sonraları bir başkası çevirdi.
ESKİLER OLMASAYDI YENİLER OLMAZDI
Küba toprağına ayak basmadan önce tanıdığım Kübalılar birkaç kişiyi geçmez. Birkaç yıl önce İstanbul'un Taksimi'nde Küba İle Dayanışma Örgütü bir kokteyl-parti vermişti. O sırada İstanbul'dan geçmekte olan Kübalı diplomat Castro onuruna verilmekteydi bu. Bay Castro (Fidel ile bir akrabalığı yok) Küba Hariciyesinin önemli bir kişisiydi. İspanyolca konuşmasını bir bayan Türkçe'ye çevirdi. Konuşmalar bittikten sonra Kübalı ile tanıştık. İlk sözüm, ‘‘Cuba es el honor del humanitad’’ oldu, kırık dökük İspanyolcamla Küba insanlığın onurudur dedim. Yunan içsavaşında gerillalık yaptığımı öğrendi. Kübalı el sıkmakla yetinmedi, boynuma sarıldı. Kucaklaştık. Sıra Sevim Belli'ye geldiğinde Sevim, ‘‘Sizi kucaklarken bizzat Fidel Castro'yu kucaklıyorum gibi bir his var içimde’’ dedi. Büyükelçi Castro, rastladığım ilk Kübalı idi.
1 Mayıs 1992'de İsveç'teki Küba ile Dayanışma Örgütü Stockholm'da bir yemekli toplantı düzenlemişti. Yemekte Küba elçisi de vardı. Konuşmacılardan biri de bendim. İngilizce konuştum. Yemekten sonra bir ara Küba elçisi ile karşılaştık. Konuşmamdan ötürü beni kutladı. Az sonra masasındaki bir bayanı göndererek konuşmamın yazılı metnini istetti. Granma dergisinde yayınlatmak üzere istiyormuş yazıyı. Gönderdim. Tanıdığım bu ikinci Kübalı da bir diplomat idi.
Sanırım 1996'da idi. İspanya İçsavaşı Gazileri Derneği Başkanı aziz dostum Per Ericsson yoldaş ile birlikte bir toplantıya konuşmacı olarak katıldık. O İspanya İçsavaşını anlatacaktı, ben Yunanistan İçsavaşını. İspanya savaşı yıllarında İsveç'ten İspanya'ya 500 gönüllü gitmişti. Üçte biri geri dönmemişti. Dinleyiciler arasında Küba Kültür Ataşesi de vardı. Bu genç adam Güney Afrika ırkçı rejiminin ordusuna karşı Angola ve Namibya topraklarında verilen savaşın gazilerindendi. İngilizce biliyordu.
Per Ericsson İsveçce konuştu. İçsavaşın bütün cephelerinde savaşmış, kan dökmüştü. Ben İngilizce konuştum. Proletaren gazetesinin muhabiri dostum Tornbjörn İsveçce'ye çevirdi. Kübalı, konuşmamı büyük dikkatle dinliyordu. Toplantı dağılırken yanıma geldi. Konuşmamı çok ilginç bulduğunu söyledi. Ben ‘‘Bunlar eski hikayeler. Biz yenisine bakalım’’ dedim. Kübalı, ‘‘Eskiler olmasaydı, yeniler de olmazdı’’ dedi.
Çankaya'nın komşu sokağında, Küba Büyükelçiliği'ndeyiz. Elçilik Sekreteri Javier Domokos Ruis ile karşı karşıya oturmuşuz. Meramımı anlatıyorum. ‘‘Bizi en çok ilgilendiren Amerikan ablukasının neden olduğu o güçlükleri nasıl yendiğiniz. Doğu Avrupa'da ve Rusya'da yıkılan rejimlerden farkınız ne? Siz nasıl ayakta kaldınız.’’ Bunları söylüyordum. ‘‘Bizim için asıl olan insanlar. Fidel Kübası'nın insanları.’’ Tabii Küba halkına yük olmamalıydık. Sekreter, Havana'ya yazacağını ve sonucu bildireceğini söyledi.
Gazeteci Leyla Umar'ın adı geçti bir ara. Şu Fidel ile mülakat yapan biricik Türk gazeteci. Umar benimle mülakat yaptığı sıra ‘‘Ben iki gerillacıyı, Castro'yu ve sizi buluşturacağım. Görürsünüz’’ demişti. Hem bu yolda bazı girişimleri olmuştu. Hazır oralara gitmişken Fidel Castro ile yüzyüze görüşmek hiç de fena olmazdı. Bu konuda Ruis'e söylediğim şu: ‘‘Fidel Cumhurbaşkanı. İşi başından aşkın. Bizim zamanımız ise bol. Önemli bir iş üzerine konuşmak söz konusu olsa neyse. Ama sırf selam sabah için onun vaktini almak düşüncesizlik olur. Onun için bizim böyle bir istemimiz yok.’’ Ama her şeye karşın Castro'dan bir davet gelseydi tabii sevinirdik.
KÜBALI ÖKSÜZ ÇOCUKLAR YURDU
Bir süre sonra Küba elçiliğinden bir faks aldık. Küba'da izleyeceğimiz programın ilk kısmını içeriyordu. Havana için program sonra bildirilecekti. Halkla Dostluk Enstitüsü (ICAP)'nün konuğu olacaktık. Havaalanında bizi ICAP Matanzas temsilcisi bayan Margarita Alfonso karşılayacaktı. Matanzas'da parti otelinde konaklayacaktık. Cienfuegos'ta Universite otelinde. 29 Ocak'ta Havana'ya geçecek idik. Kübalı dostlara yük olmayalım diyorduk ama gene de olduk. Her gittiğimiz yerde tercüman, araba ve şoför emrimizdeydi.
Neler gördük, kimlerle tanıştık; hepsini anlatırsak öykümüz uzar. Zaman sırasını bozmadan çarpıcı birkaç gözlemi nakletmekle yetinelim. Matanzas'da ilk uğradığımız yer, Öksüz Çocuklar Yurdu oldu. Sevim Küba'ya eli boş gidilmez demişti. Bir bavul dolusu çocuk triko polo yüklenip getirmiştik. İlk iş yükü boşoltmaktı. Kısmet öksüz çocuklarınmış. Çocuklar boy boy. Yetti de arttı bile. Bizim için rock müziği ile oynadılar. Epeyi cümbüş oldu.Elimden tutup bana yuvayı gezdiren küçük kız çok hoştu. ‘‘İşte burada yatıyoruz. Burası yemek odası...’’ O bitiriyor, ardından bir başka küçük kız bana yuvayı gezdiriyor. Üçüncüsü gezdirirken daha ayrıntılı bilgiler veriyor. Mutlu çocuklardı. Başlarındaki görevliler de saygıdeğer insanlar.
KÜBA'DA OSMANLI USULÜ TEDAVİ
Matanzas'da Doğal ve Geleneksel Tıp Kliniği'ni gezdik. Klinik Şefi Dr. Joventine Acosta değerli bir bilim adamı. Hem Fransızca hem İngilizce konuşuyor. Anadili İspanyolca'dan gayri. İlginç bir yer burası. Afrikalılar'ın Kızılderililer'in, Çin'in geleneksel tedavi yöntemleri uygulanıyor. Bütün ilaçlar şifalı otlardan üretilme. Osmanlı'nın müzikle tedavi yöntemi de var.
Pensilvania USA eyaletindeki Pittsburg kenti ile Matanzas kardeş kentlermiş. Biz oralardayken Pittsburg'dan gelen altmış-yetmiş kişilik bir grubu Matanzas'lılar ağırlıyorlarmış. Margarita Alfonso, kentin sanat okulunda Pittsburglular şerefine düzenlenen eğlenceye bizim de katılmamızda ısrar etti. Gittik. İyi de oldu. Amerikalılarla el ele tutuştuk, şarkılar söyledik. ‘‘Amigos para Siempre’’ türküsü gerçekten güzeldi. Öğrencilerin gösterileri birinci sınıftı. Burası konservatuvar gibi bir yer. Müzik, dans herşey var. Öğrencilerin çoğu karaderili. yüksek düzeyde bir klasik bale seyrettik. Folklor gösterileri de başarılı idi.
Gösterilerden sonra çay ve bisküi değil, meyve suyu ve tropikal meyve ikram ettiler. Amerikalılarla dertleşme fırsatı bulduk. Bir siyasal bilgiler profesörü ile dost olduk, adres aldık, verdik. Yazışacağız diye söz verdik. Değerli bir aydın. Adını yazamıyorum. Çünkü demokratik Amerika, Küba'ya seyahati yasaklamış. İhbar edildin mi ağır para cezaları ödüyorsun. Onun için gelenler illegal yoldan geliyorlar. Kimi Bahamalar üzerinden, kimi Meksika'dan.
Mihri Belli kimdir?
1915 doğumlu. İstanbul Amerikan Koleji'nden sonra. 1936'da gittiği Amerika'da Amerika Komünist Partisi üyesi oldu. Missouri Üniversi'ni bitirdi. 2. Dünya Savaşı başlayınca Türkiye'ye döndü. Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi Üyesi oldu. 1947'de Yunanistan İçsavaşı'na katılan ilk ve tek yabancı oldu. İki yıl Yunanistan dağlarında gerillalık yaptıktan sonra döndüğü Türkiye'de çeşitli aralıklarla yıllarca cezaevlerinde yattı. Türkiye Emek Partisi'ni kurdu. Zamanının büyük bölümünü, 12 Eylül sonrası gittiği İsveç'te geçiriyor. çok sayıda kitaba imza atan Belli'nin anıları, en son Doğan Kitap tarafından iki cilt olarak yayımlandı.