Güncelleme Tarihi:
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye Diyanet Vakfı tarafından bu yıl 6'ncısı düzenlenen 'Uluslararası İyilik Ödülleri' programına katıldı. Programda Erdoğan ile birlikte TBMM Başkanı Mustafa Şentop, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Ankara Valisi Vasip Şahin ve çok sayıda davetli yer aldı.
İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamasından satırbaşları:
Çıktığımız iyilik seferberliği yoluna güçlenerek, daha da serpilerek devam ediyor. Bu ödüller vesilesiyle yeryüzünün dört bir yanındaki iyi yürekler ve müşfik gönüller arasında her gün yeni köprüler kuruluyor. Mutmain bir kalp, gülen bir yüz. Müteşekkir bir göz. Şöyle kalpten kopup gelen bir Allah razı olsun haricinde hiçbir karşılık beklemeden yapılan iyilikler geleceğe dair ümitlerimizi de yeşertiyor.
Toplam 12 kardeş ülkedeki 27 eğitim kurumuyla geleceğimizin teminatı olan gençlerimizin yetişmesine katkı sağlayan vakfımızı tebrik ediyorum. Dünyayı iyilik değiştirecek şiarıyla çıktığımız iyilik seferberliği hamdolsun yoluna güçlenerek devam ediyor. İyilik ödüllerine yönelik teveccühün yurt içinde ve yurt dışında artmasını memnuniyetle karşılıyoruz.
Bu güzel örnekler, hepsi yaşanmış 500 hikaye arasından seçilmiştir. Ödüllerini bizzat kendilerine takdim edeceğimiz Siraj Wahhac kardeşimi, Gamze Özçelik hanımefendiyi, Minberci Ali Önder hocamızı, Ahmet Aydemir kardeşimizi, emekleri, gayretleri, fedakarlıkları ve samimiyetleri için tebrik ediyorum. Rabbim sizlerin yokluğunu ve eksikliğini hissettirmesin. Aynı şekilde kendisi aramızda bulunamasa da gönlünün bizimle olduğunu bildiğimiz Yusuf İslam’ı tebrik ediyorum.
15 MİLYON DOZ AŞIYI AFRİKALI KARDEŞLERİMİZE ULAŞTIRIYORUZ
Dünya genelinde şimdiye kadar 6 milyondan fazla kişinin hayatına mal olan salgın, insanlığın kaderinin ortak olduğunu bir kez daha hatırlatmıştır. Yine bu salgın döneminde küresel sistemdeki tıkanıklıkları, adaletsizlikleri ve çarpıklıkları görme fırsatı bulduk. Dünyanın en gelişmiş ülkelerinin dahi maske savaşına tutuştuğu, solunum cihazı kıtlığı çekildiği, yaşlı bakım evlerinin adeta morglara dönüştüğü durumlara şahit olduk. Temel sağlık hizmetlerine ulaşamadığı veya aşıya erişemediği için hayatını kaybeden, hastalanan, acı çeken insanların dramlarına şahitlik ettik. Afrika, Asya veya Latin Amerika’da yaşayan milyarlarca insanın sıkıntısı dayanışma sergilenmesi halinde çözülecekken maalesef dertlere derman olacak hiçbir somut adım atılmadı. Başta dezavantajlı toplum kesimleri olmak üzere ihtiyaç sahibi insanlar adeta kaderlerine terk edildi.
BATILI ÜLKELERİN YAPTIĞI GİBİ DÜNYANIN GERİ KALANINA SIRTIMIZI DÖNMEDİK
Bu vahim tablo karşısında devlet olarak vatandaşlarımızın testten ilaca ve yataklı tedaviye kadar tüm gereksinimlerini karşılarken Batılı ülkelerin yaptığı gibi dünyanın geri kalanına sırtımızı dönmedik. Türkiye’den talepte bulunan 160 ülkeye ve 12 uluslararası kuruluşa, tıbbi ekipman ve kritik malzeme desteği sağladık. Salgının en çok vurduğu bölgelere yönelik yurtdışından temin ettiğimiz aşılarla beraber yerli aşımız Turkovac’ın da dağıtımına başladık. Üçüncü Türkiye-Afrika ortaklık zirvesinde taahhüt ettiğimiz toplam 15 milyon doz aşıyı Afrikalı kardeşlerimize peyderpey ulaştırıyoruz. Ülkemizde misafir ettiğimiz sığınmacıları, kendi vatandaşlarımızdan ayrı tutmadan istisnasız herkesin sağlık hizmetlerine erişimini temin ettik.
Milletçe omuz omuza vererek insanların ilgisizlikten öldüğü, sağlık çalışanlarının maske dahi bulamadığı, yaşlı insanların huzurevlerinde çaresiz bırakıldığı sahnelerin hiçbirini ülkemizde yaşatmadık. Bilhassa Vefa Sosyal Destek grupları bu süreçte milletimizin dayanışma ve diğerkâmlığının sembolü olarak gerçekten çok kritik rol oynadılar. Polisimizden askerimize, sağlıkçılarımızdan din görevlilerimize, eğitimcilerimizden sosyal hizmetler personeline, AFAD görevlilerinden bütün resmi ve sivil toplum kuruluşlarına kadar 100 binlerce insanımız Vefa Sosyal Destek gruplarında 2 yıl boyunca gece gündüz demeden canla başla çalıştılar. Ailelerinden boş vakitlerinden, hatta kendi sağlıklarından fedakarlıkta bulunarak toplumumuzun en kırılgan kesimlerine yardım ettiler. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın buyuran büyüklerimizin izinden giderek devletimizin kerim vasfını bir kez daha gösterdiler. Biz de şükran borcumuzun bir nişanesi olarak bu seneki vefa ödüllerinin ilkini kendilerine takdim ediyoruz. Salgın boyunca insanı insan yapan hasletleri diri tutan vefa sosyal destek grubundaki tüm kardeşlerimize ülkem ve milletim adına teşekkür ediyorum. Rabbim bizleri bir daha böyle sağlık musibetiyle yüz yüze bırakmasın diye dua ediyorum.
EN BÜYÜK YARAYI ANALARIN YÜREKLERİNDE AÇTILAR
İyilere hürmet ve vefa nasıl önemliyse kötülere ve zalimlere karşı haşmetli olmak o derece hayati öneme sahiptir. Bizler 40 yıla yakın bir süredir bölücü terörle mücadele eden, terörizmin acısını çok iyi bilen bir milletiz. Farklı isimler adı altında faaliyet gösteren terör örgütlerinin saldırıları altındayız. Binlerce şehit verdik, çocukları, kundaktaki bebekleri, okula giden öğrencileri, daha ömrünün baharındaki öğretmenleri, kurban eti dağıtan 15 yaşındaki körpe delikanlıları, rızkının peşindeki garsonu, müşteri bekleyen esnafı, namaz kıldıran imamı katleden, Allah'ın adının anıldığı ibadethaneleri, Kur'an kurslarını, kütüphaneleri ateşe veren bir barbarlığa defalarca şahit olduk. Bölücü örgüt mensupları yaklaşık 40 yıldır tam bir gözü dönmüşlükle, sadece yaktılar, sadece yıktılar, baskı, şiddet ve tehditle Kürt kardeşlerimizin hayatını zindana çevirdiler. Halkımızın kanından ve gözyaşından beslenen bunlar ilk günden itibaren en büyük yarayı Türküyle, Kürdüyle, lazıyla, Çerkeziyle, Gürcüsüyle, Abazasıyla, evet anaların yüreklerinde açtılar.
BİR AVUÇ CESUR ANA, ZALİMLERE 'ARTIK YETER' DİYEREK İHTAR VERDİLER
Analarından zorla kopardıkları gencecik çocukları ölüme gönderirken kendi çocuklarını Avrupa'nın başkentlerine tatile yolladılar. Kütüphanelerini yaktıkları, öğretmenlerini şehit ettikleri, okullarını ateşe verdikleri mazlum Kürt çocuklarını cehalete mahkum ederken kendi evlatlarına Avrupa'nın en iyi, en lüks, en pahalı okullarını layık gördüler. Diyarbakır anneleri 925 gün önce terör örgütüne karşı çıktıkları isyan bayrağıyla, işte bu iki yüzlülüğe 'edi bese' dediler. Bir avuç cesur ana, 10 yıllardır benim Kürt kardeşlerimin sırtına kene gibi yapışan, kanını sülük gibi emen zalimlere 'artık yeter' diyerek ihtar verdiler. Başlattıkları evlat nöbetiyle Diyarbakır anneleri, sadece korku duvarlarını parçalamakla kalmadılar aynı zamanda siyasetçi görünümlü insan kaçakçılarının maskelerini de aşağı indirdiler. Diyarbakır annelerinin 'Evlatlarımızı geri istiyoruz' haykırışı teröre ve bölücü örgütün uzantılarına vurulmuş en ağır darbelerden biridir. Terör örgütünün kirli, karanlık, korkak yüzü bir avuç kadının direnişi ile tarihte ilk defa bu derece ayan beyan ortaya çıkmıştır. Yine bu süreçte Türkiye muhalefetiyle, medyasıyla, yazarı, sanatçısı, siyasetçisi ile kimin nerede durduğunu da görme fırsatı bulmuştur. Kandil’deki kan tüccarlarının gönüllü avukatlığını yapanlar, 3 günlük siyasi çıkarları için bölücü örgütün uzantılarıyla iş tutanlar daha ilk günden itibaren Diyarbakır annelerini itibarsızlaştırmak için çok gayret sarf ettiler.
Ağızlarını her açtıklarında bize kadın haklarından, insan yaşam hakkından demokrasiden, özgürlükten dem vuranlar Diyarbakır’daki o yüreği yanık anaların masum eylemlerine bir kez olsun destek çıkmadılar. Hani sizin insan haklarınız, neden sesiniz çıkmıyor. Eğer onlardan, o terör örgütü mensubu mensuplarından birisi olsaydı, Diyarbakır’dan ayrılmazdınız. Ama ne yazık ki, terör örgütü mensuplarından olmayınca gelip kapılarını bile çalmadınız
DİYARBAKIR'A GİDİP İTTİFAK ORTAKLARINDAN ÜRKTÜKLERİ İÇİN ANALARIN KAPISINI ÇALMAKTAN KORKAN SİYASETÇİ MÜSVEDDELERİNİ GÖRDÜK
Terör örgütüne tepki göstermek yerine ahlaksızca devleti suçlayanlar oldu. Diyarbakır’a gidip de ittifak ortaklarından ürktükleri için anaların kapısını çalmaktan korkan, acılarını paylaşmaktan çekinen hatta bu cesur anneleri, tehdit eden siyasetçi müsveddelerini de gördük.Kaldıkları otele davet ettiler. Ayaklarına gitmediler, gidemediler. Yasin Börü'nün katillerini aklamak için seferber olanlar, ciğerpareleri zorla dağa kaçırılan anneler için kıllarını dahi kıpırdatmadılar. Diyarbakır Anneleri, dünya hak mücadelesi tarihine altın harflerle yazılan, onurlu duruşlarıyla işte tüm bu riyakarlıkların da ortaya koydular.
Bu seneki ikinci Vefa ödülünü başlattıkları nöbetle evlatlarını terörün pençesinden kurtarmaya çalışan yiğit, Diyarbakır Anneleri'ne veriyoruz. Cesaretleri ile, fedakârlıklarıyla, karşılıksız sevgileriyle yolumuzu aydınlatan Diyarbakır annelerini bir kez daha saygıyla selamlıyorum. Anaların sabrı, dirayeti ve duasıyla inşallah bu ülkeyi terör belasından muhakkak kurtaracağız.
İYİLİK VE İHSANI HAYATIMIZIN MERKEZİNE OTURTMAK MECBURİYETİNDEYİZ
Modern dünyada insan giderek daha fazla yalnızlaşıyor. Daha fazla içine kapanıyor, fıtratına daha fazla yabancılaşıyor. Hayatımızı kolaylaştırması gereken teknolojik araçlar, sundukları sahte ve sanal mutluluklarla insanı gerçek hayattan daha çok kopartıyor. Salgın bize hem kul olarak acizliğimizi, hem de hayatta maddiyat dışında peşinde koşulması gereken daha yüce gayeler olduğunu hatırlatmıştır. Mesele kulluğunun bilincine vararak, insanı insan yapan kadim değerleri, yeniden ihya edebilmektir. İçinde sürüklendiğimiz bu girdaptan ancak iyiliği büyüterek, merhameti yücelterek, yardımlaşmayı artırarak, iyiliğin kanatlarına daha sıkı tutunarak çıkabiliriz. İyilik ve ihsanı sadece vicdan barometremiz yükselişinde başvurduğumuz bir davranıştan ziyade, hayatımızın merkezine oturtmak, sürekli kılmak, sürdürülebilir kılmak mecburiyetindeyiz. Bunu başardığımızda hem vicdanımızın hem hayatımızın hem de dünyanın daha huzurlu bir yer haline geldiği göreceğimize inanıyorum.
BU ÜLKE DAİMA MAZLUMLARIN SIĞINAĞI OLMAYA DEVAM EDECEKTİR
Çevremizde yaşanan trajediler, istiklalimiz, istikbalimiz, vatanımız, devletimiz başta olmak üzere elimizdekilerin kıymetini çok daha iyi bilmemiz gerektiğine işaret ediyor. Veren elin alan elden üstün olduğunu asla aklımızdan çıkarmadan tüm mazlumlara mağdurlara, gariplere kapımızı, gönlümüzü açık tutmayı sürdüreceğiz. Dün Irak’tan, Suriye’den, Afganistan’dan gelmişlerdi. Bugün Ukrayna’dan geliyorlar. Yarın nereden geleceklerini bilemeyiz. Bu ülke daima mazlumların sığınağı olmaya devam edecektir, bundan hiç endişeniz olmasın.
Bu güzel ülkemizde ana muhalefetin başındaki ve yanındakiler ne diyorlar; ‘Biz seçimi kazandığımızda bu ülkedeki mültecileri, ülkelerine göndereceğiz’ diyorlar. Biz göndermeyeceğiz. Çünkü biz, ensarın ne olduğunu, muhacirin ne olduğunu, peygamberi bir metot olarak çok iyi biliriz. Sevgililer sevgilisi, unutmuyoruz, bir muhacirdi. Ama ensarla, el ele kol kolaydı. Yeri geldi onlar ensar oldular, muhacirlikten ensara gidiş, ondan sonra da kendilerinin ensar olması. İşte bu kültürden, bu medeniyetten gelenler hatta nasibini alanlar kalkıp da bu ülkedeki beş milyon mülteciyi bu ülkede eğer iktidar olurlarsa, olurlarsa tekrar bunları Suriye’ye göndereceklermiş, Afganistan’a göndereceklermiş. Biz göndermeyeceğiz, biz ev sahipliğine devam edeceğiz. Bundan tedirgin değiliz, ben sevgili milletime sesleniyorum; sıkıntılarınız olabilir, zaman zaman yük de olabilir. Unutmayın, bunun ecri çok büyüktür. Bu ecri, hiçbir zaman bir kenara koymayın. Biz her zaman düşmüşün yanında olduk. Bunlar nereden geliyor. Kendilerini öldürmek isteyen katillerden kaçarak geliyorlar, sığınılacak tek yer var diyorlar: Türkiye... Bize geliyorlar. Onun için de biz gönlümüzü açacağız ve şunu da unutmayacağız. Allah’ın yardımı her zaman bize yakın olmuştur ve o yardımla da, biz her zaman güçlü olduk. Fetih, Rabbim'in lütfuyla gelmiştir, onunla da hamdolsun Türkiye birçok badireyi atlatmıştır.
Şu anda bizler Türkiye olarak bunca dünyanın dört bir köşesinden gelen gençlerimizle ülkemizde beraberiz. Burada eğitim öğretimlerini alıyorlar. Türkiye Diyanet Vakfı'mızın bu noktadaki el uzatışı ile de Türkiye gibi bir ülkede hem Türkçeyi öğreniyorlar, hem tahsil ettikleri ilmin sahibi oluyorlar. Bundan daha güzel bir şey olur mu? Adam ne diyor; 'Göndereceğim' diyor. İşte farkımız bu. Kendi insanlarımız içinde de hiç kimseyi, mahzun, boynu bükük, kalbi kırık bırakmayacağız. Çünkü bizim medeniyetimiz, tarihimiz, kültürümüz, değerlerimiz, bunu gerektiriyor. Başımıza gelen onca musibete rağmen hala dimdik ayakta duruyor, hala hedeflerimize doğru yürüyor oluşumuzu işte bu hassasiyetimize borçlu olduğumuza inanıyorum.
18 MART'TA ÇANAKKALE KÖPRÜSÜ'NÜN AÇILIŞINI YAPIYORUZ
Allah nasip ederse Cuma günü öğleden sonra dünyanın sayılı bir köprüsünü, ilk 3 içindeki köprüsünü açacağız. Nerede? Çanakkale’de. O Çanakkale’de tarih bize neyi öğretti. Çanakkale Zaferi'ni biz orada yaşadık. Kime karşı, tüm haçlı dünyasına karşı. Kimler bu mücadeleyi verdi? Unutmayın kuzular, kuzucuklar. Üniversiteli kuzucuklar, o zaman Çanakkale’de tüm haçlı dünyasına karşı bu mücadeleyi verdi. O zaman zaferi öyle kazandılar. İşte şimdi biz orada dünyanın bir numaralı köprüsünü inşa ettik. 2 buçuk milyar euro ve bu köprüyü inşallah Cuma günü 18 Mart'a açılışını yapıyoruz ve tüm insanlığa bu köprümüzü inşallah hediye ediyoruz. Asya ile Avrupa'yı bağlıyoruz. Daha önceleri gün geliyordu ki deniz dalgalı olunca feribotlar çalışmıyordu. Asya’dan Avrupa’ya, Avrupa’dan Asya’ya geçiş adeta mümkün olmuyordu. Ama şimdi 6 dakikada bir taraftan bir tarafa geçme imkanını buluyoruz. Bununla dünyaya bir örnek teşkil ediyoruz. Yavuz Selim Köprüsü ile bunu yaptık, Avrasya ile denizin altından bunu yaptık. Hepsinden öte çok daha önemli Marmaray ile bunu yaptık. Dağları deldik, araçla gidilemez, yürünemez denilen yerleri açtık. 26 havalimanımız varken 56 havalimanımız var.
ÜNİVERSİTEMİZİN OLMADIĞI İL YOK
76 üniversitemiz varken 81 vilayetin tamamında 207 üniversiteye sahibiz. Artık üniversitemizin olmadığı il yok. Artık hocalarımız, profesörlerimiz oraya gidip orada ne yapıyorlar? Gençlerimize ilim tahsil imkanını veriyorlar. Bizim siyaset anlayışımız işte bu. Türkiye’nin dört bir yanında dünyanın dört bir yanından gelen gençlerimiz, oralarda ilim tahsil ediyorlar.
Hiç unutamıyorum; Sudan'da uluslararası bir toplantıya katılıyorum. Rahmetli Erbakan hocamız beni görevlendirdi. Ben de partimizin İstanbul İl Başkanıyım. Bizim yurtlarımızda kalan Sudanlı bir gencimiz orada beni gördü, hemen yanıma yaklaştı. 'Tayyip Abi burada ne işin var?' dedi. 'Konferansa görevli geldim' dedim. 'Sen beni nereden tanıyorsun?' dedim. 'Sizin fetih yurtlarınızda kaldım, şimdi döndüm' dedi. 'Buradan ayrılma, konuşmam var, tercümanlık yapacaksın, tamam mı?' dedim. 'Ne demek' dedi. Ben konuşmayı yaptım, o da tercümeyi yapıyor. Konuşmanın çok çok güzel detayları vardı. Son cümleleri ile o zamanki dünya efkari umumiyesinin gerektirdiği bir cümle idi. Tabi Sudanlı gencin tercümesi işi gayet iyi götürdü. Son anda da o günün sloganik cümlesini ben söyleyince salon bir kalktı, bir indi. Mesele damardan girmek...Ülkelerinize döndüğünüzde bizim oradaki elimiz, ayağımız, gören gözümüz olacaksınız.