Güncelleme Tarihi:
KKTC ziyaretinin sonunda ziyaretine dair değerlendirmelerde bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları söyledi:
''Öncelikle, Rabbimize yakınlaşma ve manevi teslimiyet vesilesi olan Kurban Bayramı’nızı tebrik ediyorum. Rabbim bu Kurban Bayramı’nı alem-i İslam’ın birliğine, beraberliğine vesile kılsın.
Kıbrıs Barış Harekatının 47’nci yıldönümünde Kıbrıs’taydık. İdrak ettiğimiz Kurban Bayramının birinci gününde burada yaptığımız açılışların Kuzey Kıbrıs halkına yeni bir heyecan, yeni bir aşk getirmesini temenni ediyorum.
20 yıl öncesinin Kuzey Kıbrıs’ı ile bugünün Kuzey Kıbrıs’ı mukayese edilemeyecek derecede değişmiştir, alt yapısıyla üst yapısıyla gelişmiştir. Hamdolsun bunları başardık. Bizden önceki iktidarlar bunları maalesef başaramadılar; böyle bir dertleri de zaten yoktu. Ama bizim derdimiz vardı. Biz ülkemizde kendimize neyi dert edindiysek, aynısını burada da kendimize dert edindik ve adımlarımızı da buna göre göre attık, atıyoruz. Tabi burada bize hep bazı bariyerler oluşturuldu. Bu bariyerler sebebiyle de burada atılması gereken adımlar gecikti. Düşünün, susuzluğa talim eden bir Kuzey Kıbrıs vardı. Şimdi Türkiye’den buraya denizin altından su getiriyoruz. Ve biz bir meydan okuma da yapıyoruz; Güney’e diyoruz ki “İsterseniz size de buradan su verebiliriz. Bunun adını da Barış Pınarı koyarız.” İsteyemediler. Şu anda hala tankerlerle Yunanistan’dan Güney’e su getiriyorlar. Tabi biz onların hepsini elhamdülillah aştık.
Birlik, kardeşlik ve dostluk hislerinin hâkim olduğu bu mübarek bayram günlerinin manevi iklimini Kıbrıslı kardeşlerimizle paylaşmış olduk. Kıbrıs Türk halkıyla dayanışmamızı da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne olan desteğimizi de en üst düzeyde sergiledik, sergilemeye de devam edeceğiz.
Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar ile kapsamlı görüşmeler gerçekleştirdik. Başbakan Sayın Ersan Saner ve bakanlarla da bir arada olduk. Milli Kıbrıs davamız ve Doğu Akdeniz’deki gelişmeler özelinde fikir teatisinde bulunduk. Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasındaki iş birliğini ve dayanışmayı daha da güçlendirmek üzere atılacak adımları ele aldık. İş birliğimizin farklı boyutlarını yansıtan projelerin açılış ve tanıtım törenlerini de gerçekleştirdik. Maraş açılımının ikinci aşamasını hayata geçirdik. Cumhurbaşkanı Sayın Tatar’ı ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümetini açılım konusunda ortaya koydukları dirayetli duruş ve bu kapsamda aldıkları karar için bir kez daha tebrik ediyorum. Maraş açılımı, esasen bir barış projesidir. Buna da böyle bakmak gerekiyor. Tüm adımlar şeffaf bir şekilde uluslararası hukuk temelinde atılmaktadır. Adadaki iki halkın da yararına olacak bu girişimin kara propagandaya malzeme yapılması da nafiledir. Mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla çıkılan bu yolda, Kıbrıs Türk makamlarını desteklemeye devam edeceğiz.
Şunu inanarak söylüyorum; Türk tarafı Adada ve bölgede barış ve istikrar için çaba gösteren tek taraftır. Güney’in böyle bir derdi yok. Garantör ülke olarak maalesef Yunanistan’ın böyle bir derdi yok. Yine garantör ülke olarak İngiltere’nin de böyle bir derdi yok. Bunun dışındaki ülkelere baktığımızda, başta ABD olmak üzere onların da böyle bir derdi yok. İşte bugün bizim bu konuşmamızın haberini almış olacaklar ki onlar da hemen Miçotakis’in önderliğinde ne kadar Türkiye düşmanı varsa onlarla böyle bir toplantıyı düzenlediler. Kim nerede ne yaparsa yapsın, biz bunların karşısında dimdik duracağız.
Müzakerelerin iki toplum arasında değil, iki devlet arasında yürütülmesinin de zamanı gelmiştir. Bunun için de biz üçüncü kişileri kesinlikle aramıza sokmamakta kararlıyız ve böyle bir şeyi kabul etmemiz de mümkün değil. Bunu da biz zaten ilgililere yeri geldiği zaman hep söyledik, söylüyoruz. Fakat tüm bunlara rağmen Türk tarafı olarak biz bu yapıcı anlayışımızı değiştirmeden milli davamız Kıbrıs meselesinde yeni bir sayfa açtık. Çözüm sağlamadığı defalarca kanıtlanmış parametrelere takılıp kalmak yerine, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile birlikte adil, sürdürülebilir ve gerçekçi bir çözüm vizyonu ortaya koyuyoruz. Meselenin özüne inerek, her şeyden önce Kıbrıs Türk halkının egemen eşitliğinin ve eşit statüsünün tescil edilmesi gerektiğini de savunuyoruz. Kıbrıs Türkünün müktesep hakları garanti altına alınmadan başlayacak yeni bir müzakere süreci başarısız olmaya mahkumdur. Bunun zaman kaybından başka hiçbir anlamı yoktur. Bu mücadelede omuz omuza, el ele yürümeye devam edeceğiz. Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin en büyük gücü birliği, beraberliği ve kardeşliğinden gelmektedir. Bunu bozmaya çalışanlar, ne içeride ne dışarıda, hiçbir netice alamayacaklardır. Bunu da çok rahatlıkla söyleyebilirim.
Ben buradaki görüşmelerimizde özellikle de Kıbrıs’ın yarınlarına yönelik, Kuzey Kıbrıs halkının çok daha özgüven kazandığını gördüm. Bunun da bahtiyarlığı içindeyim. Önceki akşam Kuzey Kıbrıslı gençlerle de bir araya geldik. Bu sohbette ve ikili görüşmelerimde de hepsinde yine o özgüveni gördüm. Bu da beni ayrıca mutlu etti. Üniversitelerde de gayet güzel gelişmeler var. Üniversitelerin başarılarının artarak devamı temennimizdir. Bayram namazını kıldığımız caminin adını taşıyan Hala Sultan imam hatip okulu, ilahiyatı da Akıncı döneminde çok sıkıntılar yaşadı. Şimdi elhamdülillah o sıkıntıları aşmış vaziyetteler. Buralardan da inşallah işin manevi mimarları yetişecek. Bu da bizim için ayrı bir sevinç kaynağı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha sonra gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Abdülkadir Selvi: Sayın Cumhurbaşkanım… “Müzakerenin iki devlet arasında yürütülmesinin zamanı gelmiştir” dediniz. Kıbrıs’ın statüsü ile ilgili iki gün boyunca yaptığınız konuşmalarda da “Artık güney, kuzey yok” dediniz. Bu süreç Kıbrıs Türk Devleti’ne mi gidiyor?
Aslında buraya nereden geldik derseniz; Brüksel’de biz Miçotakis’le bir görüşme yaptık malum. Miçotakis’le yaptığımız görüşmede, kendisine dedim ki, “Bundan sonra üçüncü ülkeyi, dördüncü ülkeyi aramıza koymanın anlamı yok. Yani Yunanistan ve Türkiye var. Senin bir danışmanın var, benim bir danışmanım var. Biz sadece danışmanlarımızı devreye sokalım, onlar kendi aralarında görüşmeleri yapsınlar, bize neticeyi getirsinler, ondan sonra da biz görüşmemizi yapıp işi neticeye bağlayalım.” “Mutabık mıyız?” “Mutabıkız.” “Anlaştık mı?” “Anlaştık.” Şurada daha bir ay olmadı, bizim buradaki görüşmemizden sonra sen hemen kalk, Amerika’da ne kadar Türkiye düşmanı varsa, onları yanına topla! Onlarla beraber güya bize meydan okuma yoluna gitmiş! “Bu yıl iyi geçecek” diye de öbür taraftan yine mesajlar veriyor. Şimdi Güney’in garantörü o. Kuzey’in garantörü de biziz. İngiltere kimin garantörü belli değil. Şimdi böyle bir durum içerisinde bizim çok çok dikkatli ve hassas olmamız lazım. İşte Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri görüyorsunuz. “Gelin beraberce oturalım, bir yeni konferans düzenleyelim” teklifimize de hala olumlu cevap veremediler. Bundan da sürekli kaçıyorlar. Tablo bu.
Fadime Özkan: Sayın Cumhurbaşkanım… Kıbrıs Rum kesiminin NATO üyeliği ile ilgili son yıllarda bir hareketlenme var. Avrupa Birliği ile NATO ilişkilerini güçlendirmek bağlamında bazı açıklamalar yapılıyor. Almanya Dışişleri Bakanlığının hazırladığı raporlar basına yansımıştı. Think-tank’ler epeyce çalışıyor. Epey dile getirilmeye başlandı. Birleşmiş Milletlerdeki ve Avrupa Birliğindeki temsiliyetten sonra, Kıbrıs Rum kesimini adanın tek sahibiymiş gibi, NATO’ya üye yapılmasını ihtimal dahilinde görüyor musunuz? Eğer böyle bir gelişme olursa Türkiye’nin buna vereceği cevap ne olur?
NATO’nun kendi sözleşmesine baktığımız zaman, burada bizim olumlu bir cevap vermediğimiz sürece bir defa Güney Kıbrıs’ın NATO’ya girmesi mümkün değildir. Bunu Yunanistan için yaptılar ama şu anda böyle bir durum söz konusu olamaz. Çünkü artık Yunanistan’ı NATO’ya üye yaptıkları zamanki gibi bir hükümet yok Türkiye’de. Şimdi biz varız. Biz olduğumuz için de hele hele Güney Kıbrıs’ı asla ve kat’a sokamazlar, alamazlar. Burada Türkiye’yi baypas etmeleri mümkün olmadığına göre, Güney Kıbrıs’ı almaları da mümkün değildir.
Sibel Erdem: Sayın Cumhurbaşkanım… Bu seneki 20 Temmuz kutlamaları daha görkemli oldu. Hem verdiğimiz mesajlar hem de geniş katılımlı heyetle ortaya çıkan görüntü, Türkiye’nin Kıbrıs’a bakışını, milli davasını net bir şekilde gösterdi. Heyette MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, BBP Genel Başkanı Sayın Mustafa Destici, DSP Genel Başkanı Sayın Önder Aksakal, SP Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk vardı. CHP ve İyi Parti genel başkanları yoktu. Onlara davet gitti mi? Gittiyse katılmamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz Kıbrıs davasına başından beri sahip çıkıyoruz. Rahmetli Ecevit o zamanın Başbakanıydı ama Başbakan Yardımcısı olarak da merhum Erbakan vardı malum. Ben de tabi o zamanlar partimizin içerisinde aktif bir görevdeydim ve süreci iyi biliyorum. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tarafından bu ziyarete, bu kutlamaya, örneğin, Oğuzhan Bey davet edildiği gibi Temel Bey de davet edildi. Ama Temel Bey maalesef gelmedi. Aynı şekilde CHP ve İyi Parti genel başkanları da davet edildi. Ama maalesef onlar da gelmedi. Öbür tarafta HDP tabi ki davet edilmedi. Çünkü onların millilik diye bir derdi yok. Öyle sayısal duruma da bakılmadı. Sayın Mustafa Destici de davet edildi. Özellikle Erbakan Hocamızın sebebiyle oğlu Fatih Bey davet edildi. Hakeza Oğuzhan Bey o dönemin içerisinde aktif rol oynadığı için o da davet edildi. Sayın Önder Aksakal merhum Ecevit’in şu andaki adeta vekili konumunda kabul edilerek o da davet edildi. Sağ olsunlar geldiler. Ben maksat hasıl oldu diye düşünüyorum. Ben de bu tür programlarda bu hassasiyetlere hep dikkat ederim. Arkadaşlar “Kimler olsun?” dediklerinde, aynı hassasiyeti göstererek, yeter ki milli ve yerli bir duruş varsa, değerlerimize karşı düşmanlık duygusu yoksa kesinlikle biz onlarla beraber oluruz; onlarla beraber yola devam ederiz. Sağ olsun zaten Cumhur İttifakı olarak da Sayın Devlet Bey ile bu konularda her zaman görüşmemizi yaparız. O da bu tür hassasiyetlere değer veren bir insan olarak bizimle beraber. Burada da yine birlikte olduk, programlarımızı birlikte icra ettik.
Ahmet Yeşiltepe: Sayın Cumhurbaşkanım… Yapılan açıklamalar çerçevesinde Maraş’ın yüzde 3,5’luk bir kısmı, yaklaşık 425 binadan söz ediliyor; bu binaların AİHM kararları çerçevesinde takas, tazminat veya iade yöntemiyle açıldığı şeklinde bir açıklama var. Anlaşılan bu mülklerin sahipleri Kuzey Kıbrıs taşınmaz mal komisyonuna başvurabilecek. Bu çerçevede özellikle sizin Kıbrıslı Rumlara yönelik bir çağrınız ya da mesajınız olur mu?
Burada birinci derecede en ideal çağrımız, keşke Kuzey Kıbrıs’taki kardeşlerimiz bu yerler için müracaatlarını yapıp oraların sahibi olsalar, satın alsalar. Hatta bu konuda Türkiye’den de gelip burada mülk sahibi olma noktasına gelenler de olabilir. Bunların önü açılabilir. Buna mani bir hal söz konusu değil. Hatta şu da söyleniyor; Güney bu işlere herhalde pek talipli de olmaz gibi. Buradaki yetkililerden bunları da duyuyoruz. Şu anda bizim en çok dikkat ettiğimiz konu, hukuk içerisinde, herhangi bir sıkıntıya mahal vermeden bu problemi çözmek.
Ahmet Yeşiltepe: İkinci sorum Afganistan’la ilgili. Türkiye’nin özellikle Kabil Havalimanını işletmek üzere ABD ile yaptığı müzakereler devam ederken, bu ülkede ne yazık ki insani bir dram da yaşanıyor. Ülkenin Pakistan ve İran sınır kapılarından başka ülkelere geçmek üzere binlerce kişi uzun kuyruklar oluşturuyor. Diğer yandan da insan kaçakçılığı eliyle ülkeden adeta kitlesel bir göç gerçekleşiyor. Bu insanlık dramı ve giderek büyüyen krize karşı Türkiye kendi sınırında ne gibi tedbirler alınıyor?
Şu anda özellikle güvenlik noktasında alınması gereken tedbirler neyse bunları alıyoruz. Burada şartları zorluyoruz tabi. Şu anda Pakistan’la bazı görüşmelerimiz de var. İşin bir de Taliban boyutu var. Onlarla ilgili olarak da bazı görüşmelerimizi sürdürüyoruz. Bu mültecilerle ilgili konuda Dışişleri Bakanlığımız özellikle Afganistan üst yönetimiyle bu konuları masaya yatırıyor. Onların da yapması gerekenleri yapmasını ve devreye girmesini istiyoruz. “Bu konuda sizler de seyirci olmayın, lütfen halkınıza sahip çıkın” diyoruz ve bu çalışmaları devam ettiriyoruz. Yoğun bir kampanya içindeyiz. Tabi nereye kadar netice alırız o da ayrı bir konu. Çünkü sıkıntının boyutu gerçekten büyük.
Ersin Çelik: Efendim, Libya bağlamında bir soru yöneltmek istiyorum. AB’nin Libya’da bir askeri misyon gönderme planı olduğuna dair bir rapor ortaya çıktı. Oradaki diğer ülkelere karşı bir üstünlük elde etmeye yönelik bir çalışma olduğuna dair de bir cümle var. Aralık ayında Libya’da bir seçim olacak. Türkiye’nin oradaki tutumu belli. Bütün bunlar çerçevesinde Türkiye’nin yeni bir politikası olacak mı?
Türkiye olarak en başından beri tutumumuz Libya’nın egemenliğinin, toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin korunması oldu. Biz Birleşmiş Milletler tarafından tanınan meşru hükümetin daveti üzerine Libya’da bulunuyoruz. Libya’da hem diplomatik hem askerî alanda gösterdiğimiz başarılarla ülkenin uzun süreli bir iç savaşa sürüklenmesini engelledik. Böylece BM öncülüğündeki siyasi sürecin de önünü açtık. Libya’nın barış ve istikrarı için, Libyalı kardeşlerimizin refahı ve huzuru için çalışmayı sürdüreceğiz. Tabi bu kritik süreçte Libya’nın kendi içinde birlik ve beraberliğini koruması çok önemli. Libya ile ilgili gelişmeleri yakından takip ediyoruz. Diğer ülkeler de aynı doğrultuda samimiyetle gayret göstermeli. Libya yönetimi itibarıyla ifade ediyorum, AB ülkelerini kendileri için pek hayırlı bir rüya olarak zaten görmüyorlar.
Hacı Yakışıklı: Sayın Cumhurbaşkanım… Dış politikadan iç politikaya geçmek istiyorum. Suriyelilerle ilgili çalışmalarınızı kamuoyu takip ediyor. Dünya çapında da zaten Avrupa’da Suriyeli mülteciler konusunu gündeme getiren özellikle sizsiniz. Fakat buna rağmen, içeriye baktığımız zaman muhalefet partisi genel başkanı “Suriyelileri göndereceğim” diyor. Bunu istismar alanı yaptıklarını düşünüyor musunuz? Sizin bu noktadaki çalışmalarınız ve AB boyutunun son durumu nedir? Bunun yanı sıra muhalefet genel başkanı “Dünyaya sesleniyorum” diyerek, “Kuvâ-yi Milliye geleneğinden geliyorum, çok çetin müzakereler sizi bekliyor” diyor. Bu sözleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Ben Atatürk’ün partisiyim” diyen bu adam, “Kuvâ-yi Milliye geleneğinden geliyorum” diyor ama bir defa Kuvâ-yi Milliye ruhundan haberi yok. Onu bir öğrenmesi lazım. Çünkü ta oralara kadar asker göndermişiz. Tavsiye ediyorum; Misak-ı Milli’yi bir öğrensin. Misak-ı Milli nedir? Misak-ı Milli neyi kapsıyor? O kapsam içerisinde neler vardı? Bunu bir öğrenmesi lazım. Bundan haberi yok. Ve o “göndereceğim” diyor. Biz bu ülkede iktidarda olduğumuz sürece, bize sığınan Allah’ın kullarını biz katillerin kucağına atmayız. Bu kadar açık söylüyorum. Şu anda bunlar bize sığınmışlar; el-eman diliyorlar. Bu el-eman dileyenlere “Hadi geldiğiniz yere dönün” diyemeyiz. Kaldıkları o çadırları biz gördük. Biz şimdi briket evler yapıyoruz. Hedefimiz ilk etapta 100 bin briket ev. 50 bin civarında bitirdik. Ve bütün bunları bitirerek buraya o mültecilerin bir kısmını yerleştirelim istiyoruz. Bu insani, vicdani ve İslami bir yaklaşım tarzıdır. Ama bu adamın böyle bir derdi yok ki, böyle bir sıkıntısı yok ki. Bizim derdimiz var, bizim sıkıntımız var. Biz insana insanca yardım etmenin gayreti içerisinde olmayı sürdüreceğiz. Tabi bir de şu var; bu nasıl bir devlet adamı veyahut da nasıl bir siyasetçi onu da anlamakta zorlanıyorum. Hani yanında güya elçilik falan yapmış olanlar var ya; onlara da bir sor. BM kurallarına göre, mülteciler gönüllü, güvenli ve onurlu bir şekilde evlerine dönebilir. Bundan da haberi yok. Böyle bir şeyi de zaten yapamazsın. Eğer gönüllü değilse, hele hele mülteci bir de sığınma talebinde bulunmuşsa, belki onu sen kabul etmek zorunda kalacaksın. Öyle bir durum da var. Nasıl siyaset yapıyor, kimlerin eline kaldı siyaset; yandık!
Zafer Şahin: Efendim, 15 Temmuz törenlerinde şöyle bir şeyle karşılaştık; muhalefet partilerinin törenlere neredeyse hiç iştirak etmediğini gördük. Bir de hafta içinde CHP genel başkan yardımcısı bir hanımefendinin “KHK’lıların haklarında yargı kararı olsa dahi dosyalarına yeniden bakılacak ve görevlerine iade edilecek” anlamında bir açıklaması oldu. Bunu nasıl yorumluyorsunuz? Bir de Macron’un PKK’nın Suriye uzantısı YPG’ye bağlı bir oluşumla görüşmesi var. Dışişleri Bakanlığımız da bununla ilgili bir kınama yayımladı. Bu konudaki görüşleriniz nedir?
Sondan başlayım. Alıştık artık. Macron benimle hem iyi geçinmek istiyor; “Artık birbirimize böyle yüklenmeyelim” diyor. Ama öbür taraftan da aradan birkaç gün geçiyor; işte PKK’nın, YPG’nin bu tür uzantılarıyla el ele adım atıyorlar. Kaldı ki şu anda zaten bunlar koalisyon güçlerinde Amerika ile beraberler. Amerika ile beraber koalisyon güçlerinde beraber oldukları için de oradan sızma hareketiyle özellikle Irak’tan Suriye tarafına geçiyorlar. Suriye tarafına geçmek suretiyle burada teröristlere ciddi manada destekler veriyorlar. En son Amerikalılarla yaptığımız bir görüşmede de onu kendilerine söyledik; “Böyle böyle söylüyorsunuz ve bütün bunlara rağmen gerek Obama gerek Trump döneminde binlerce tır araç, gereç, silah, mühimmatı Suriye’ye taşıdınız. Irak’ta zaten vardı. Çok enteresandır, Trump’la Hamburg’ta bir G20 toplantısında bir görüşme yaptık. O zamanlar 1.200 tır ve kamyon gelmişti. Dedim ki “Bir taraftan terörle mücadele diyorsunuz, öbür taraftan da bu kadar tır Suriye’ye girmiş vaziyette.” En çok güvendiklerinden bir tanesini çağırdı. “Nedir bu hal?” diye sordu. “Bak bu kadar tır silah gitmiş” dedi. İnanır mısınız, en ufak bir hayır filan diye bir şey yok. Dedim “Hayır diyemez çünkü bizim elimizde belgeler var. Eğer vakti el verirse onu gönderin ve yahut dışişleri bakanınız Türkiye’ye geldiğinde biz de kendisine bunların hepsini belgelerle gösterebiliriz.” Bir ara ben o belgelerle sunum da yaptım bunlara. Fakat bunların hiçbirisi ne belgeye inanır ne bilgiye. Bunda da yine aynı durumla karşı karşıya kaldık. Kendilerine şunu söyledim; “Bakın böyle böyle diyorsunuz ama daha yeni şu anda Irak’ta da Suriye’de de maalesef terör örgütüne ciddi manada silah gönderiyorsunuz. Bizim haberimiz olur, çünkü terörle mücadeleyi veren biziz. Sizin de haberiniz var, çünkü işin başında sizsiniz” dedim. Ses yok! Türkiye gibi bir ülkenin bunlardan haberi olmayacağını zannediyorlar. Ama biz bunların bütün olanını bitenini her şeyini biliyoruz. Ve üzerlerine üzerlerine gidiyoruz, gitmeye de devam edeceğiz.
Zafer Şahin: Efendim bir de CHP Genel Başkan Yardımcısının KHK’lılarla ilgili bir açıklaması vardı.
Bunlar bunları nasıl söyleyebiliyorlar anlamıyorum. Olabilir mi böyle bir şey? “Yargı kararı bile olsa” ne demek! Yargı kararı varsa bitmiştir o zaten. Öyle bir şey olabilir mi? Bunlar nerede geziyor, nerede dolaşıyor? Yargı kararı varsa zaten bitmiştir o iş. Hele hele KHK...
Hüseyin Likoğlu: Sayın Cumhurbaşkanım… 15 Temmuz’un beşinci yılını geride bıraktık. Bu beş yıldır, 15 Temmuz’a “tiyatro”, “kontrollü” diyenler, bu beşinci yılda da aynı söylemlerini sürdürdüler. Hatta biraz daha ileri giderek sizin o gece, “uçan sarayla semalarda olduğunuzu” söylediler. Muhalefetin 15 Temmuz konusundaki bu sulandırma, hafifleştirme söylemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizim o gece geldiğimiz uçak, 14 kişilik bir uçaktı. Üstelik o gece F-16’lar bizim üzerimizden gidip geliyorlardı. Bunlar ise tankların arasından Bakırköy Belediye Başkanının evine gitti. Orada da kahvesini yudumlarken, bir taraftan da ne zaman vurulacak diye herhalde bizi izliyordu. Derdi oydu. Ama kudret, kuvvet sahibi olan Allah’tır. Orada on binler bizi bekliyordu. Biz on binlerle buluştuk, on binlerle kucaklaştık. On binlerle beraber üzerimizden geçen F-16’lar da oldu, helikopterler de oldu. Bunları bir taraftan takip ettik. Bu işi yaşayanlardan bir tanesi de Ümit Paşaydı, o zaman Birinci Ordu Komutanıydı. Önce ona bir açıklama yaptırdık, ardından da biz basın açıklamamızı yaptık. Biz oradaydık ve noktayı koyacağım zamana kadar biz Atatürk Havalimanından ayrılmadık. Noktayı koyduk ve ertesi gün oradan o şekilde ayrıldık. Bunların hayatından, bunların başından geçmiş böyle bir şey yok, olmamış zaten. Bunların sadece yalan üzerine kurulu bir hayatları var, bir düzenleri var. Akşam bir başka yalan, sabah bir başka yalan… Hele bunları konuşan zatın zaten siyasette bir dünyası yok. Biz tabi hayatımızı siyasetin içinde bu tür olaylarla yaşayarak geçirdiğimiz için böyle bir farklılığımız var. Onun için de hayata bakışımız çok çok farklı. Biz o gece de her zaman olduğu gibi sadece Rabbimize güvendik.
Bu arada tavsiye ederim, Ankara’daki 15 Temmuz Müzesini muhakkak görün. Gerçekten güzel bir eser ortaya çıktı. Adeta o geceyi canlandırıyor. Sizi alıp beş yıl önceye götürüyor. Arkadaşlar güzel bir eser çıkardılar hamdolsun.
Ünal Kaya: Sayın Cumhurbaşkanım… Bir süre önce başlayan seçim yasalarına yönelik bir çalışma vardı. Son durum nedir? Baraj kaça düşecek? Aynı zamanda dar ve daraltılmış bölge tartışmaları var. Bununla ilgili bir değerlendirmeniz olur mu?
Konuyla ilgili Genel Başkan Yardımcım Hayati Yazıcı Bey başkanlığında bir ekip bu çalışmayı yaptı. Bu konuyla ilgili olarak da aynı zamanda Cumhur İttifakı olarak MHP ile de bir görüşme yürüyor. O görüşmelerden sonra da işi belli bir yere oturtacağız. Dar bölge, daraltılmış bölge vesaire, bunlar hep o görüşmelerin ardından gelebilecek şeyler. Ama nihai olarak şunu söyleyeyim; Cumhur İttifakının mutabakatı olmadan bizim tarafımızdan bir karar açıklanmaz. İttifakı sağlayıp ondan sonra açıklamamızı inşallah yapmış olacağız.
Esra Elönü: Medya ve sosyal medyada yer alan yalan haberlerle ilgili ciddi cezai müeyyide öngören bir yasa çalışmanız var mı?
Büyük Millet Meclisimiz sosyal medya ile alakalı bir yasa geçirdi. Fakat bu yasanın devamında özellikle yalan terörü hususunda bir adım daha atılması gerekiyor. Bu konuda da yaptığımız bir çalışma var. Uluslararası alanda özellikle bu yalan teröründe ne tür adımlar atılıyor; ne tür düzenlemeler, ne tür müeyyideler getiriliyor; karşılaştırmalı bir çalışma yaptık. Ekim ayından itibaren bununla ilgili de Meclis’te bir çalışma yürütülecek. Fakat sorun bizim açımızdan çok daha can yakıcı. Çünkü bizdeki muhalefet partisi bu yalan terörünü siyasetinin tek malzemesi yapmış durumda. Dolayısıyla bizdeki durum çok daha ciddi ve demokrasimiz adına çok daha büyük bir tehdit. Daha fazla katlanamayız. Çünkü bu da bir terör. Onun için üzerine gitmemiz lazım.