Sizin prezervatifler yıkanıyor!

Güncelleme Tarihi:

Sizin prezervatifler yıkanıyor
Oluşturulma Tarihi: Ocak 22, 1998 00:00

Haberin Devamı

Kore savaşından sonra Türkiye'de açılan Amerikan üsleri, bir zamanlar büyük tartışmalar yaratmıştı. Amerikan gemileri, 1970'lerde ‘‘Yankee go home’’ pankartlarının açıldığı büyük protesto gösterileriyle karşılanıyordu. Missouru uçak gemisinin gelişi sırasında İstanbul genelevi badanalanır ve ‘‘Yankee Welcome’’ pankartı asılırken, göstericiler, yakaladıkları Amerikan askerlerini Dolmabahçe'den denize atıyorlardı. Ama Türkiye'deki Amerikan üslerinin kaderini, bu gösteriler değil, Kıbrıs Barış Harekatı değiştirdi. Harekat sonrasında ABD, Türkiye'ye askeri ambargo uygulamaya başlayınca Türkiye de 1975 Temmuzu'ndan itibaren üslerdeki faaliyetleri durdurmaya karar verdi. Üslerdeki Amerikalı personel, Eylül 1976'dan itibaren tahliye edilmeye başlandı ve üsler ilk kez Türk

askerlerinin denetimine geçti. 1978 yılında imzalanan yeni anlaşma çerçevesinde üsler yeniden faaliyete geçti. Fakat uydu teknolojisinin gelişmesi ve Sovyetler Birliği'nin yıkılması, üslere olan ihtiyacı ortadan kaldırdı. Bunun üzerine üslerin çoğunluğu kapatıldı ve Türkiye'deki Amerikalı personel sayısı binin altına indi.

Bir zamanlar, ‘‘Yankee go home’’ pankartlarıyla protesto edilen Amerikan askerleri artık evlerindeler ve Türkiye'de yaşadıklarını unutmadılar. Internet'te ‘‘Amerikan askeri Türkiye'de’’ başlıklı bir sayfa açan bu askerlerden bir bölümü, Türkiye anılarını oraya yazdılar. Anılar, Türklere kapalı olan Türkiye topraklarında yaşananların içerden bakan gözlerle anlatılması açısından önemli. Üslerde yaşananlar, bu açıdan ilk kez hem de birinci elden anlatılıyor...

Rick Hudson, 1965-1966 yıllarında Sinop'ta görev yaptı. Ali adlı Türk aşçının yemeklerini ve Bafra sigaralarını unutamıyor. ‘‘Sinop'taki işimizi çok sevmiştim ve bir avuç genç çocuk savunmamız için çok önemli bir iş yapıyorduk.’’ Bu değerlendirme, Amerikan askerinin Türkiye'de, Sovyetler'e karşı yürüttüğü misyonu ne kadar önemsediğini kanıtlıyor. Ama Sinop deyince Hudson'un hatırladığı ‘favori öykü’, Amerikan prezervatiflerinin peşinde koşan bir Türk ile ilgili...

Hudson, Sinop'a gelişinden sonra birçok Türkle tanışmıştı. Üsde çalışan bir Türk de dostları arasındaydı. Bu Türk, Hudson'dan sık sık ‘Amerikan prezervatifi’ istiyordu. Hudson arkadaşını kırmıyor; her istediğinde üsde sadece Amerikalılara satış yapan küçük mağazadan prezervatif alıp, veriyordu. Ancak prezervatif isteklerinin ardı kesilmiyordu. Bir, iki, üç, beş... Sonunda Hudson dayanamadı:

- Neden Amerikan prezervatifi istiyorsun. Sizde satılmıyor mu?

- Amerikan kondomları çok iyi, bizde satılanlar pek iyi değil.

Hudson'un bu açıklamadan tatmin olmadığını gören Türk, sözlerini sürdürdü:

- Amerikan kondomlarını yıkayıp yeniden kullanabiliyorsun. Beş kez kullanılabiliyor. Ama bizim kondomlar sadece bir kez kullanılıp atılıyor...

Bu gerekçeye itiraz etmek mümkün mü? Hudson da edememiş tabii. Şimdi bu öyküyü hatırladıkça gülümsüyor:

- Tabii aslında çok zaman önceydi ve çok farklı bir kültürdü! Umarım Türk kondomları geçen yıllar içinde gelişmişlerdir...

Esenboğa'yı onlar açtı

Ollie Cook, Türkiye'ye ilk gelen Amerikalı askerlerden biri. Libya'da görev yaparken, 1955 Temmuzu'nda Ankara'ya atandı. Atina, İzmir ve İstanbul üzerinden yapılan maceralı bir yolculuk sonrasında Ankara'ya ulaşan Cook, uçaktan iner inmez Arap asıllı Binbaşı Abdullah ile karşılaştı. İrtibat subayı olan Binbaşı Abdullah, yeni gelen askerleri toplayıp, kuralları anlatıyordu:

- Eğer Türk yasalarına göre bir suç işleyip tutuklanırsanız, annenize söyleyin herşeyinizi satsın. Çünkü kıçınız Türklerin elindedir.

Aslında bu, korkutma amacıyla yapılan bir konuşmaydı. Daha sonra gördüler ki, sarhoş araba kullanırken Türk askerlerini ezen Amerikalı asker bile Türk yasalarına göre yargılanmıyor. Ama ilk gün söylenen bu sözler, kulaklarından hiç silinmedi. Binbaşı Abdullah, ilk gün bir uyarıda daha bulundu:

- İkinci olarak bir üs bulunmadığından yerli ekonomiye göre yaşamanız ve kendinize kalacak yer bulmanız gerekiyor.

Cook, uçak mühendisiydi. L-20 uçaklarıyla haftada bir Atina'dan Ankara'ya uçan C-47 uçaklarının bakımıyla görevlendirildi. Karargah, Atatürk Bulvarında üç katlı bir binadaydı. Etimesgut havaalanında ise iki üç kulübede faaliyet gösteriyorlardı. Daha fazla yer gerekiyordu ve Etimesgut bu ihtiyacı karşılayamıyordu.

Aslında Esenboğa'da yeni havaalanı yapılmıştı. Ancak Türkiye Hükümeti bir türlü havaalanını faaliyete geçirmiyordu. Oysa Esenboğa, hem askeri açıdan hem de Panam'ın Ankara'ya direk seferlere başlayabilmesi için önemliydi. Sonunda karar verildi. Esenboğa'nın açılması bir oldu bittiye getirilecekti.

Türkçe bildiği için irtibat subayı yapılan Binbaşı Abdullah öncülüğündeki üç TIR ve dört personel aracı, Esenboğa'ya doğru yola çıktı. Cook da alana giden askerlerin arasındaydı. Türk askerleri, Amerikan konvoyunu Esenboğa'nın sınırında durdurdu:

- Giremezsiniz. Geldiğiniz yere geri dönün...

Israrları da sonuç vermedi ve Etimesgut'a dönmek zorunda kaldılar. Esenboğa yolculuğu ertesi gün yeniden tekrarlandı. Yine aynı şekilde sonuçlandı. Üçüncü gün, araçları kullanan şoförlere kesin talimat verildi:

- Barikatlarda durmadan yolunuza devam edin...

Esenboğa sınırında durmalarına zaten gerek kalmadı. Çünkü ne bir Türk askeri ne de bir Türk polisi vardı! Amerikan askerleri Esenboğa'ya girip, yerleştiler. Böylece Esenboğa'nın açılışını Amerikalılar yapmış oldu.

Albayın kızına hava atarken

Cook'un Esenboğa günleri sakin geçiyordu. Grubun en renkli kişisi, savaş uçaklarını kullanmak üzere eğitilen, ancak Kore'de savaş bitince malzeme taşımakta kullanılan bir L-20 uçağıyla yetinmek zorunda kalan pilottu. Teğmen Delbert Thomas, sıkıntısını atmak için zaman zaman döküntü uçağı bir savaş uçağı niyetine kullanıyordu.

Birgün Atatürk Bulvarındaki karargahın üzerine bir dalış yaptı. Öylesine alçaktan uçtu ki, JUSSMAT karargahındaki herkes korkuyla dışarı fırladı. Kokpitin üzerindeki plexiglas paneller de koptu ve karargahın önündeki çimenlere düştü. Thomas, o sıralarda bir Amerikalı albayın kızıyla çıkıyordu ve o gün karargahta olduğunu bildiği kıza hava atmak istemişti. Amacına ulaşmış ve kızın dışarı çıkıp kendisine bakmasını sağlamıştı.

Ama olayı dehşetle izleyenler arasında General de vardı ve çok kızmıştı. Uçaktan kopan parçaları Thomas'a gönderdi. Bu bir tür davetiyeydi. Thomas, Generalin yanına gitti. General pilotu sertçe azarladı ama yer hizmetine veremedi. Çünkü Thomas, o sıralar, birlikteki tek pilottu. Thomas, Esenboğa'ya döndükten sonra plexiglas parçaları yerine taktı ve birşey olmamış gibi çalışmaya devam etti...

Thomas, eğlenceli bir adamdı. Gece partilerinin vazgeçilmez aktörüydü. Uykusuz geçen gecelerinin sayısı da fazlaydı. Uykusunu alamadığı bir gün uçuş çubuğunu Cook'a verdi. Cook, hayatında ilk kez bir uçak kullanıyordu. Bu durum Thomas'ın korkusuzca uyumasını engellemiyordu...

Karamürsel'deki fil kafesi

Amerikalı subaylar, Türkiye'ye gelirken ailelerini de getirdiler. Subay çocuklarının öğrenimlerini sürdürebilmeleri için bazı üslerde okullar açıldı. Karamürsel'de açılan lise de bunlardan biriydi. Bu lisede Türkiye ve Yunanistan'daki subayların çocukları öğrenim görüyordu.

Dave Councill'in, yarbay olan babası 1973 yılında İncirlik'e atandı. O da Karamürsel'deki okulda öğrenime başladı. Okul, üsdeki birkaç barakadan ibaretti. Sınıflar, ‘operasyon’ binalarından birinin içindeydi. Rus telsiz haberleşmelerini dinlemek için kurulan radyo kulesinin yakınındaydı. Çocuklar, ‘çok gizli’ olduğu söylenen bu binaya ‘fil kafesi’ adını vermişti.

Okulda, Savunma Dairesi'ne bağlı siviller ders veriyordu. Çoğu gençti. Councill, ‘‘Genç öğretmenlerin, Türkiye'deki yaşamın tadını çıkardıklarını’’ gözlüyordu. Kendisi de lise eğitiminin yanısıra ‘‘gerçek bir hayat eğitimi’’ alıyordu. Anne babasından ayrı yatılı kalmak unutulmaz bir deneyim sağlıyordu. Spor yapıyor, tenis oynuyor; kimi zaman da kross bile yapıyordu. ‘Sosyal aktiviteler’ açısından da güzel günler geçiriyordu. Çevredeki tarihi yerlere düzenlenen gezilere, pikniklere katılıyordu.

Kimi haftasonlarında arkadaşlarıyla birlikte sabah feribotuna binip İstanbul'a geçiyor ya da Karamürsel, İzmir ya da Yalova sahillerinde dolaşıyorlardı. Müthiş eğlenceli günlerdi.

Yaz aylarında İncirlik'teki ailesinin yanına gittiğinde dalgıçlık kurslarına katıldı. Köpekbalıklarına karşı da eğitim aldı. Kurs sonunda verilen ‘dalgıçlık sertifikası’, Türkiye günlerinin en değerli anısı...






Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!