Güncelleme Tarihi:
Türkiye belki de yakın siyasi tarihinin en gergin günlerinden geçiyor. Her gün ülke yeni bir kaosun içinde nefes almaya çalışıyor. Bazen, tam sular duruldu derken, yeni bir kriz, başkentin üstünü kaplayan ‘siyasi tsunamileri’ ve sonrasında ‘siyasi iç savaşları’ beraberinde getiriyor.
İnsanlar da bu nedenle birbirine, ‘ne olacaksa olsun, ama bu gerginlik bitsin’ der hale geldi. Aslında, bu yeni bir süreç de değil.
Çünkü, zaman zaman siyasi patlamalara yol açan bu belirsizlik ve gerginlik dolu ağır hava Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin başladığı 2007 Nisan’ından bu yana Ankara’da hissediliyor.
Açıklamalar, bildiriler, kavgalar, mitingler, asık suratlar, protokolde birbiri ile konuşmayan devlet, zorlama yasalar, diş gıcırdatmalar, protesto edilen resmi
Metehan DEMÄ°R YAZIYOR |
Bu iÅŸi ‘seçim çözer’ denilip, 22 Temmuz seçimlerine gidildi ama bu bile ortamı rahatlatamadı. Bunda, hep bahsedilen o teori, yani yüzde 47 alan AKP’nin tüm toplumun endiÅŸelerini giderecek sorumluluÄŸu taşıyamaması dahil bir çok unsur rol oynadı. Â
Kafalar karışık, moral bozuk ve şaşkınlık hakim. Herkes, ‘bundan sonra neler olur?’ sorusunun yanıtını arıyor.
İNSANLARIN, ‘BUNDAN SONRA NE OLURLARI’ ARTIYOR
Ama, her geçen gün, ‘bundan sonra ne olur’ soruları bir önceki benzer soruların üzerine biniyor. İnsanların, artık çok fazla ‘bundan sonra ne olurları’ birikti. Tabii, bütün bunlar olurken de kamplaşma giderek tırmandı.
İşte bu teoriyi doğrularcasına ‘ne olur’ kervanına bu hafta içi yine yeni gelişmeler eklendi.
Hafta içinde Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun hükümete yönelik sert bildirisi, sonrasında hükümetin de buna daha ağır yanıtı ile tansiyon yine yükseldi. Bununla da bitmedi. Hükümetin, ‘yargının açıklama yapmaya hakkı yoktur’ tepkisine Danıştay da bir bildiri ile yanıt verdi. Sonrasında, AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat bir karşı salvoda daha bulundu. Maalesef, kriz bundan sonra da devam edecek gibi görünüyor.
MHP Lideri’nin tansiyonunun azaltılması adına inisiyatif için çağrıda bulunduğu Cumhurbaşkanı Gül’ün olumlu sinyaller vermesi biraz umut ışığı doğursa da, nefretin kökten silinmesi ve her şeyin güllük gülistanlık olması çok zor.
Tabii ki, bu kriz için Gül iyi niyetle girişimde bulunabilir. Hatta bir kaç gün içinde de bu bekleniyor. Ama, ne kadar kalıcı bir çözüm getirebilir?
Tam bu noktada artık teşhisi net olarak ortaya koymak gerekiyor.
SİYASİ İÇ SAVAŞ
O da bu ülkede artık bir ‘siyasi iç savaşın’ yaşandığı.
İç savaş denince her zaman silahların kullanıldığı yoğunluklu çatışma akla gelmez. İç savaşlar siyasi platformda da tezahür edebilir.
Bu tür bir savaş, kuvvetlerin sistemdeki etkinliğini ve pozisyonunu koruma adına tüm siyasi ateş gücü ile karşılaşma içine girdiği bir yoğunluk derecesidir.
Sonuçları açısından da ülkenin tüm dinamiklerini derinden etkileyen bir aksiyon derecesidir. Savaş söz konusu olunca da, uzlaşma veya bir ara yol neredeyse maalesef imkansız hale gelir. Taraflar birbirini bertaraf etme üzerine yoğunlaşırlar. Ateşkesin şartları da ağır olur.
Şu an Ankara’da ana amacın bu olup olmadığı şimdilik tartışılır. Ancak, ortada tarafların birbirine katlanamadığı gerçeği de açıkça görülmekte.
YASAMA YÜRÜTME YARGI EKSENİNDE ÇATIŞMA
Bir devletin 3 temel gücü, yasama yürütme ve yargı ekseninde son gerginlik itibarı ile yürütme ve yargı arasında açık savaş başladığına göre ve yasama anlamında Meclis’in de CHP’si, MHP’si ile bu kavganın tam ortasında olduğunu düşünürsek, sistem yavaş yavaş geleceği görme kabiliyetini sıfıra indirmeye başladı.
İşte Türkiye’nin yaşadığı budur.
Burada, o mu haklı bu mu haklı diye sorulabilir ve tartışılabilir. Çünkü, ortada, birbirine karışmış kavramlar düzleminde ortada üzerine aşırı yüklenilen bir yüksek yargı, birbirine güvenini kaybetmiş devlet kurumları, kapatma davası ile sinirleri artık iflas eden, bu nedenle herkesle kavgaya girmekten çekinmeyen bir AKP hükümeti var.
Ayrıca, Köşk’ü protesto eden bir CHP, Çankaya Köşkü davetlerine türban hassasiyeti nedeni ile katılmayan askerler ve Deniz Baykal da bu denklemde önemli belirleyicilerden.
Hükümetin bu anlamda kavgalı olduğu Üniversiteler Arası Kurul, iş dünyası da bunun cabası.
Tamam, alt sistem işliyor. Vergiler toplanıyor, devlet daireleri çalışıyor, sokaklarda çöpler toplanıyor, vatandaşa hizmet getiriliyor. Ama, artık, yüksekteki atardamar sisteminin zoraki kurallar üzerinde yürüdüğü de aşikar.
Hukuk bu ülkede herkese her zaman lazım. Öyle de olmuştur. Zamanında, Tayyip Erdoğan’ı da siyasi yasaktan Başbakanlığa
taşıyan ancak şimdi de, ona ve partisine karşı dava açan da yine aynı yargıdır. Ama bu yargının bu hassas süreçte serbest ve rahat bırakılması gerekiyor.
Türbanın üniversitelerde serbest bırakan Anayasa değişikliğine itirazı görüşecek ve üstüne DTP ve AKP’nin kapatma davasını karara bağlayacak Anayasa Mahkemesi’nin serbest bırakılması çok önemli. Ki, ilk türban kararları haziran başında gelecek.
NE OLACAK?
Peki, gelinen nokta bizi buradan nereye götürecek? Kimler ne yapmalı?
Birincisi, bu siyasi kangrenin artık ülkeyi seçim hesaplaşmasına doğru götürme ihtimali çok yüksek.
Yani, AKP aleyhine açılan davadan olumlu ya da olumsuz ne çıkarsa çıksın, parti büyük ihtimalle milletin de görüşünü almak aynı zamanda da zedelenen imajını halk desteği ile onarmak için seçim yoluna gidebilir. Yerel ve genel seçimlerin erken tarihte yapılması bu açıdan sürpriz olmamalı.
Ama, seçim olsa bile, 22 Temmuz’da olduğu gibi, sonrası sürecin büyük bir sorumlulukla yürütülmesi gerekiyor. Aksi halde, dejavu yaşanabilir.
İkincisi, savaş diye tanımladığımız bu süreçte taraflar arasında diplomasinin o meşhur ifadesiyle ‘güven arttırıcı tedbirler’ devreye girmeli. Çünkü, bugün yaşanan krizler dizisinde sorunların başında karşılıklı güven eksikliği geliyor.
Üçüncüsü, medyanın rolü. Bu ülkede, her ne kadar, herkes kızıyor gibi görünse de,Âkamuoyu da, devlet kurumları medyanın yazdıklarına büyük önem veriyor. Ama, medya, ateÅŸe reyting körüğü ile giden, ve her olaya Fenerbahçe-Galatasaray maçı gibi ‘siyasi derbi’ mantığıyla yaklaÅŸmaktan vazgeçmeli.
Dördüncüsü, gerginlik içindeki taraflar ülkenin de şartlarını göz önüne alarak medya üzerinden konuşmaktan vazgeçmeli.
Bununla birlikte, sadece krizlerde yapılacak zoraki ara bulma zirvelerinden ziyade belirli aralıklarla bir araya gelmeli ve diyalog kesilmemeli. Bu aynı zamanda gizli tansiyonun yükselmesinin de önünü açabilir. Aksi takdirde, fayda gerilme büyük kırılmaları yaratabilir.
Durum böyle. Bu siyasi iç savaş çıktığına ve bunu da mevcut şartlara bakıp inkar edemeyeceğimize göre artık savaş sonrası barış görüşmelerinin zemini üzerinde düşünmek önemli.