Güncelleme Tarihi:
Onu yoğun seyahat temposu içinde bir pazar günü baba ocağında, Yalova’nın Elmalık Köyü’nde yakalıyorum… Çiçeği burnunda Memleket Partisi’nin Genel Başkanı Muharrem İnce ile beraberiz… Parti kurma dilekçesini verdiği 17 Mayıs’tan beri yurdu geziyor; il ve ilçe örgütlerini kuruyor. Geçmişe gitmeden bugünü, temaslarıyla ilgili izlenimlerini soruyorum. İnce, “Pırıltımızdan bir şey kaybetmemişiz!” diye yanıtlıyor: “Ben sokağa inanırım. Bugüne kadar Erdal İnönü’yle, Murat Karayalçın’la, Altan Öymen’le, Deniz Baykal’la, Kemal Kılıçdaroğlu’yla gezdim... Seçim otobüsüne olan ilgiyi 30 yıldır biliyor ve bu ölçüde başarılı olduğumuza inanıyorum. Bunu oya döndürüp döndüremeyeceğimizi zaman gösterecek.” Peki ‘genel başkanlık’ unvanına alışmış mı? Yoksa davulun sesi uzaktan mı hoş gelirmiş? İnce, “Parti başkanlığına uzak birisi değildim. Grup başkanvekilliği yaptım, cumhurbaşkanı adayı oldum. Yeni kurulmuş olmamız bazı şeyleri güçleştiriyor ama çok umutluyum. Çocukluğumdan beri siyasetin içinde olduğumdan başıma nelerin geleceğini biliyorum!” diyor ve bizi baba ocağı köyünde geçen çocukluğuna götürüyor…
“KOCA BİR SÜRÜYÜ GÜDERDİM!”
İnce, göçmen bir ailenin çocuğu. Rizeli anne tarafı 1929’da Elmalık Köyü’ne gelmiş. Baba tarafıysa mübadil. 1924’te Selanik’ten geliyorlar. İnce, kendi deyimiyle ‘ortak bir yapım!’ olarak 1964’te evin dört çocuğundan en büyüğü olarak doğuyor. Çocukluğu 150 haneli köyün uçsuz bucaksız arazilerinde geçiyor… İnce, “Tipik bir çiftçi ailesiydik” diye başlıyor anlatmaya: “En küçük çocuktan en yaşlı bireye herkes üretime katkıda bulunurdu. Köyün en varlıklısı da en yoksulu da aynı şekilde yaşardı. Henüz altı yaşımda hayvan otlatmaya gittiğimi hatırlıyorum. Kışın hayvanlar ot bulamadığında çok gezerler, onları kaçırmamak zahmetli bir iştir. Hani bazıları ‘Üç koyun güdemezler!’ diyor ya, ben çok koyun güttüm! Ayrıca üç koyun güdülmez, güdülmesi için çok koyun olması lazımdır… Bizde kalabalık sürü vardı. Gölgemiz üzerinden adımlarımızı sayarak saatin kaç olduğunu hesaplardık. Bazen yanımıza erzak alır tüm günü dışarıda geçirirdik. Akşam bohça kenarına düğümlenmiş tuzla, ekmek yemek büyük keyif olurdu…”
“BABAM SİZİ SÖMÜRÜYOR”
Siyaseteyse daha çok küçük yaşta merak sarmış... Anlatmaya devam ediyor: “Arkadaşlarım artistleri ve futbolcuları, ben politikacıları bilirdim. Bu ilgi 10-11 yaşlarında başlamıştı. Köy kahvesine gelen Cumhuriyet, Politika ve Vatan gazetelerini öğretmenlerimin verdiği parayla ben alır getirirdim. Özellikle İlhan Selçuk’u okurdum. Hep milletvekili olmayı hayal ederdim. İlkokulu köyde okudum. Bir öğretmenim beni sınava sokmuş, Arifiye İlköğretmen Okulu’nu kazanmıştım ama dedem yatılı başka şehre gitmemi istemedi… Kaderimizde yine öğretmenlik varmış… Ortaokulu Yalova’da okudum. Minibüsle köyden gidip gelirdik. Akşam dönüşte ev işlerine yardım etmeye devam ederdik. Küçüklükten itibaren hep haksızlığa başkaldıran bir tarzım vardı. 14, 15 yaşımda şoförümüzün maaş ve sigortasını sorup, ‘Babam seni sömürüyor’ derdim. Tabii sonra babamdan tokat yerdim!”
“DUVARLARA YAZI YAZARDIM”
Evin sürekli arıza yapan eski traktöründen yılan aile, bu işe temelli bir çözüm olarak büyük oğullarını Endüstri Meslek Lisesi’nin ‘torna-tasfiye bölümüne yazdırdı. Ancak işler pek planlandığı gibi olmayacaktı… İnce, “Lisede üç yıl boyunca üç dakika ders çalışmadım!” diye gülüyor. Peki ne yapardı? Yanıtı: “Duvarlara yazı yazıp korsan mitinglere giderdik. En beğendiğim politikacı Ecevit’ti. Duvarlara ya onun adını ya da ‘Kahrolsun faşizm!’ yazardım. Bir sefer babam yakalayınca iyi azar işittim. Babam fanatik Demirelciydi. Solcu olmama kızıyordu ama milletvekili adayı olunca CHP rozetini yakasına taktı… Lise yıllarında kendimizi büyüklere ispat etmek için çok kitap da okurduk. Okunması en gerekli kitap ‘Felsefenin Temel İlkeleri’ydi.” Bu arada tesadüfen eline geçen bir kitapsa İnce’nin hayatına fen bilimini sokmuş: “Bir vapur seyahatinde kadının biri bana Oparin’in ‘Hayatın Kökeni’ kitabını verdi. Ondan etkilenerek biyolojiye merak sardım. Üniversite sınavında fen puanım yüksek gelince Uludağ Üniversitesi Necatibey Eğitim Fakültesi Fizik Öğretmenliği Bölümü’ne girdim.” İnce, başlarda zorlansa da okulu dört yılda bitirmiş.
ÖĞRENCİLERİMLE AYNI YAŞTAYDIM
Mezuniyetten sonra ilk atama yeri Borçka İmam Hatip Lisesi oldu. 1986’da, üniversitede tanışıp son sınıftayken evlendiği eşi Ülkü Hanım’la Artvin’e taşındılar. İnce, üç buçuk yıl süren lise öğretmenliği günlerini şöyle anlatıyor: “Öğrencilerimle neredeyse aynı yaştaydım; ben 22, onlar 18, 19... Gündüz fizik anlatırdım, sonra akşamüzeri voleybol oynardık. Gençler arasında kaygı şimdiki gibi yüksek değildi. Umutlar daha tazeydi. Pes etmişlik yoktu. Şimdi çocuklar yurtdışı hayalleri kuruyorlar… O dönem Reşat Otman’ın 1956 basımı ‘lise üç fiziği’ kitabını kullanırdık. Bir gün derste nükleer fizik anlatırken kaptırıp kitapta olmayan maddeleri anlatmaya başlamışım. Öğrenciler şaşırıp beni uyarmıştı. Anlattığım maddeler kitabın basımından sonra keşfedilenlerdi! Güzel bir üç buçuk yıldı ama eşimin tayini halen çıkmamıştı ve tek maaşla ev idaresi zordu. Memuriyetten istifa ederek Yalova’ya döndüm ve dershaneciliğe başladım. Bir ortakla 1989’da ‘Tam Dershane’yi kurduk. 2002’de milletvekili seçilene kadar devam ettim.”
“BEN HEP ÜMİTLİYDİM”
Yalova’ya dönmesinde geçim derdi kadar içindeki siyaset tutkusunun da etkisi varmış… İnce, “Çok para hayalim yoktu ama öğretmenlikle siyaset yapamayacağımı anladım” diyor. Keza, memuriyetten istifa eder etmez kendini siyasetin içine atmış: “1983’te SODEP kurulurken Balıkesir’de öğrenciydim. Parti binasına girer çıkardım. Yalova’ya dönünce SHP’ye üye oldum. Önce ilçe yöneticisi, sonra 1999’da CHP’de il başkanı oldum. O zaman parti baraj altında kalmıştı. Siyasetin en zor kısmıdır il başkanlığı… Geliri yoktur, cebinden para harcarsın, kimseyi memnun edemezsin… Hele baraja takılmış partiyi yaşatmak hiç kolay iş değildir. O yıllarda partiye kimse gelmezdi. Sadece sekreterimizin nişanlısı gelirdi!” Bu, insanda bir kasvet duygusu yaratır mıymış? İnce, “Ben hep ümitliydim” diye yanıtlıyor: “Siyaset bir iddia ve ikna işidir. Hep iddialı olup ikna edebileceğime inandım. Sabırla… Zamanı verimli kullanarak hem dershanede öğretmenlik yapıyor hem de il başkanlığı yapıyordum.”
EVDEKİ KOLTUKTA MİLLETVEKİLİ YEMİNİ
İnce, çocukluğunda hayalini kurduğu göreve, 2002’de CHP Yalova milletvekili olarak kavuştu. TBMM’ye adım atmadan ilk hazırlıklar yıllarca evde yapılmış! İnce, gülerek anlatıyor: “Eşim ve oğlum Salih ilk ve en kalıcı seçmenlerim! Gençken evde ‘Hadi bir milletvekili yemini et!” derlerdi. Ben de koltuğa çıkıp “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü...” diye başlardım. Bana ‘Cumhuriyet ve Atatürk’ü neden seviyorsun?’ diye sorduklarında hep söylerim; ben çobanın torunuydum ve İsmet Paşa’nın torunuyla TBMM çatısı altında beraber çalıştık. Cumhuriyet ikimize aynı şansı sundu. Gerçi sonra milletvekili olunca biraz hayal kırıklığına uğradım. Hayal kırıklıklarımdan birisi grup kararlarına uyma mecburiyetiydi. Bir diğeri de bir daha seçilme derdiydi. Bu dert karakteri bozuyor.”
“İTİRAF EDİYORUM, AYRILIK ZOR OLDU”
Muharrem İnce’ye en sık sorulan sorulardan biri grup başkanvekilliği yaptığı, 2018 seçimlerinde Cumhurbaşkanı adayı olduğu CHP’den neden ayrıldığı… Bu sebeple ona tepki gösteren de çok… Eleştirilere şunu söylüyor: “Ayrılmak zor oldu, itiraf ediyorum… Ama yanlışı görerek devam etmek anlamsızdı. Sürekli CHP sorulmasına da kızmıyorum, soracaklar… Özdeşleşmişiz artık… Fakat İsmet Paşa ayrıldı, Bülent Ecevit ayrıldı… Muharrem İnce ayrılsa bir şey olmaz. Siyaset toplumun sorunlarını çözmek için yapılır. Rakibinize benzeyerek çözüm üretemezsiniz. 11 yıl önceye göre daha geride bir CHP var. Parti içi mücadele şansı yok. Her şey atamayla yapılıyor. Konjonktürel değil ilkeli siyaset yapmak lazım. Tek başınıza da yüzde 50’yi geçebilirsiniz. Ecevit’e insanlar yüzde 42 oy verdi, demek ki olabiliyor.”