Güncelleme Tarihi:
Mafya liderlerinden Alaattin Çakıcı ile telefon görüşmesi kasetinin ortaya çıkması üzerine milletvekilliğinden ve Devlet Bakanlığı'ndan istifa eden Eyüp Aşık'ın Trabzon'un bir köyünde başlayıp, Ankara'ya ve politika kulislerine uzanan ilginç yaşamöyküsü...
Hataylı öğretmen, öğrenciler arasında anket düzenlemişti. Trabzon Lisesi'nin yatılı öğrencileri, o akşam güle oynaya doldurdular. En çok ‘‘Liseyi bitirince ne olacaksınız?’’ sorusu ilgilerini çekmişti. Kimi mühendis yazıyordu, kimi doktor. İçlerinden sadece birisinin, Eyüp Aşık'ın yanıtı farklıydı: ‘‘Politikacı olacağım.’’
Öğretmen sinirlendi. Öğrencisinin dalga geçtiğini sanmıştı. Onu Disiplin Kurulu'na verdi ama cezalandırılmasını sağlayamadı. Lise son sınıf öğrencisi Eyüp'ün, arkadaşları arasında sivrilme tutkusunu farkedememişti.
Bu özelliğini ilk tespit eden, okulun kavgacı tipi Mehmet Taka'ydı. İri cüsseli bir öğrenciydi. Taka, arkadaşlarının Öğrenci Birliği Başkanlığı tartışmalarını sessizce izlemişti. Kim aday olsun tartışmaları dinmek bilmiyordu. Sonunda Taka sıkıldı, Eyüp'ü işaret etti:
- Hepinizi dinledim. Başkanlığa layık bir tek onu gördüm. O aday olsun.
Arkadaş grubu, bu isteği kabullendi. Onun adaylığına destek verdiler. Ancak üç bin öğrencinin okuduğu lisede, farklı dengeler sözkonusuydu. Trabzonlular, Oflular, Akçaabatlılar, Maçkalılar ve diğer ilçelerden gelenler. Her grup, farklı birini aday çıkarıyordu. Bu da gerginliği tırmandırıyordu. Okul yönetimi, çareyi seçimleri iptal etmekte buldu...
Eyüp, Çaykaralı'ydı. Kondu köyünde dünyaya gelmişti. Sekiz çocuklu fakir bir ailenin beş numarasıydı. Kayıtlar, 1 Ocak 1953'de doğduğunu söylüyordu. Gerçek tarihi ise kimse hatırlamıyordu. Ne babası Mustafa, ne annesi Fatma. Sadece ‘‘1952'nin yaz ayları’’ diyorlardı, o kadar. Toprak insanları için günler birbirine benziyordu.
Yaşamları, çay bahçeleri ve fındık ağaçları arasında geçip gidiyordu. Onlar için çocuk okutmak masraflı bir işti. İlk iki oğullarını okutamamışlardı. Eyüp, okumaya çok hevesliydi. Kitap ya da gazete ne bulursa elinden bırakmıyordu. Okula başlamadan harflerle tanışmıştı.
ORTAOKULDAKİ YOL AYRIMI
Kayıt için ilkokula götürdüklerinde okumayı sökmüştü. Doğrudan ikinci sınıfa aldılar. İlkokul günleri keyifliydi. Beş kilometre uzaktaki okula arkadaşlarıyla birlikte yürüyerek gidip geliyorlardı.
İlkokulun en ilginç olayını dördüncü sınıftayken yaşadı. Okul Başkanı seçilecekti. Hep beşinci sınıflar aday gösterilirdi. Öğretmenlerden biri bu kuraldan sıkılmıştı. ‘‘Eyüp'ü de aday gösterelim.’’ dedi. Öbürleri de kabul etti. Oylama bahçede yapılacaktı. Her aday, bir ağacın önüne dikildi. Öğretmen, düdüğü öttürdü. Öğrenciler, çığlıklar atarak koştular. En büyük kalabalık, onun yanında toplandı. O artık okul başkanıydı, çok sevindi...
İlkokulu bitirdiği yıl, altı yıllık öğretmen okulu sınavına girdi. Erzurum'daki yatılı okulu, okuyabilmek için tek çare olarak görüyordu. Sınavı kazandı ama yaş engeline takıldı. İlkokulda sınıf atladığı için yaşı tutmuyordu. Yaşını büyütmek için dilekçe vermeye çalıştı. Babası yardım etmeyince başaramadı.
Dünyası kararmış; öğretmenlik hayalleri suya düşmüştü. Geceler boyu ağladı. Anne ve babası da oğullarının bu haline üzülmüştü. Onu Çaykara Ortaokulu'na göndermeye karar verdiler.
Köyden iki çocuk daha vardı. Yedi kilometre uzaktaki ilçe merkezinde küçük bir dükkanı kiraladılar ortaklaşa. Tahtaların üzerine serdikleri şiltelerde uyuyorlar, gazocağında pişirdikleri yemekleri yiyorlardı. Katıkları da mısır ekmeği ve yoğurttu. Helva ekmek yeme istekleri hep bir hayal olarak kalıyordu. Hafta sonlarında yürüyerek köylerine gidiyorlardı. Yıkanıp temizleniyor, sonra bir haftalık yiyeceklerini yüklenip Çaykara'ya dönüyorlardı.
Sefalet dönemi bir yıl sürdü. Ertesi yıl, Trabzon Lisesi yatılı bölümünün sınavına girdi. Kazanınca köyünden biraz daha uzaklaştı. Trabzon'da o yıl bocaladı. İkinci dönemde yeni ortama uyum sağladı. Dersleri yine düzeldi. Başarılı bir öğrenciydi. Ortaokul bitirme sınavındaki notları gayet iyiydi...
Lisede fırsat buldukça şiir yazmaya başladı. Derslerin dışında da kitap okuyordu. Ömer Seyfettin, H. Rahmi Gürpınar gibi yazarların kitaplarını seviyordu.
Lise 2'deyken yaşamı değişti. Yaz tatilinde Rize'deki çay fabrikasında çalışmaya başladı. İlk kez cebi para gördü. Dört düğmeli ceketler modaydı. Yelekli bir takım diktirdi kendine.
Yüzü gülmeye başlamıştı...
Son sınıftayken para sıkıntısı olmadı. Mayısta yine fabrikanın yolunu tuttu. Çay sezonu başladığı için tatili beklememiş, iki hafta kadar erken ayrılmıştı okuldan...
ALMANYA ALMANYA
Üniversite sınavında aldığı puanla bir yere giremedi. Belki İstanbul'u, Ankara'yı dolaşsa puanına uygun bir fakülte bulacaktı! Ama oralarda okuyacak cesareti yoktu!
O yıl öğrenime ara verdi. Çay fabrikasında büro işlerini, muhasebeyi öğrenmişti. O sayede yeni bir iş buldu. Murgul'dan Hopa'ya bakır taşımak için boru hattı inşa ediliyordu. Muhasebeci olarak çalışıyordu. Arabayla o günlerde tanıştı; şantiyeler arasında dolaşıyordu. Hem de iyi para kazanıyordu. Kendine güveni yerine gelmişti...
Üniversite sınavında ikinci yıl daha yüksek puan aldı. Tıp fakültesini tutuyordu. Ama Hopa'daki işinden ayrılmak istemiyordu. Karadeniz Teknik Üniversitesi'ni seçti. Makina Mühendisliği okumaya başladı.
Yaz ayları yaklaşmıştı. Yine iş bulması gerekiyordu. O sırada duydu, Almanya'da bir fabrikaya gidip para kazanabilirdi! Üstelik orada stajyer öğrencilerden vergi de alınmıyordu! Bu da işverenlerin tercih nedeniydi.
Bir arkadaşıyla anlaştı. İki kafadar ne yapıp ettiler. Almanya'da iş buldular. En önemli sorun Almanca'ydı. Eyüp, lisede İngilizce okumuştu. Tek kelime Almanca bilmiyordu. Kitaplar aldı, oturdu çalıştı. 1971 yazında Hannover'e ayak bastığında kafasında bir yığın Almanca sözcük uçuşuyordu.
Küçük bir kasabaya yerleşti. Bir Alman ailenin yanında kalıyor; spor malzemesi üreten bir fabrikada çalışıyordu. Etrafında bir tek Türk yoktu; Türkçe'yi duymuyordu bile. Öyle ki, uçak bileti almak üzere THY bürosuna gittiğinde afalladı. 4.5 ay sonra Türkçe konuşmak, ilk anda zor gelmişti...
Bir yıl sonra yine Almanya'ya gitti. Aynı fabrikada çalıştı, aynı ailenin yanında kaldı.
HİTLER'İN KAVGAM'I
Bir yandan üniversiteye devam ediyordu. Ama hayatla tanışmıştı. Kabına sığamıyordu. Üniversite üçüncü sınıftayken yeniden sınava girdi. Ankara Hukuk Fakültesi'ni kazandı. KTÜ'den ayrılmamıştı. Lise diplomasının suretini götürüp kaydını yaptırdı. Bir yıl iki fakültede birden okudu; hevesini alınca Hukuk'u bıraktı.
O yıla kadar partilerle ilişkisi olmamıştı. Muhafazakar bir çevreden gelmişti. Hitler'in ‘‘Kavgam’’ını üniversitede okuyup etkilenmişti. Buna rağmen şaşırtıcı bir tercih yaptı. Ferruh Bozbeyli'nin Adalet Partisi'nden ayrılarak kurduğu Demokratik Parti'yi seçti. DP'nin, Süleyman Demirel'e tepkisi dikkatini çekmişti. DP Gençlik Kolları'na girdi, il başkanı oldu.
Artık üniversite son sınıftaydı. Gözünü ticarete çevirmişti. Para kazanmak istiyordu. Almanya'da işçi olan ağabeyi Hasan'a borçlandı. Bir de ortak bulup, inşaat malzemesi satan bir dükkan açtı. Üniversitenin hemen bitişiğinde bir ortaokul ihalesini aldı. Başka bir müteahhitin karnesiyle ihaleye girmişti. Dükkana gelen malzemenin de yardımıyla okul binasını öğretim yılına yetiştirdi...
TRABZONSPOR'UN GETİRDİĞİ ŞÖHRET
Üniversiteyi 1975'te bitirdiğinde iş yaşamında önemli adımlar atmıştı. İnşaat işlerine ilaveten nakliyat ve soğutma tesisatlı vitrin üretimine girişmişti. İşleri yolundaydı. Hürriyet'in ‘‘25 bin otomobil’’ kampanyasına katıldı. Şansı yaver gitti, kura ikinci ayda ona isabet etti. Renault'sunu teslim aldığında araç kullanmayı bilmiyordu. Ehliyeti sonradan aldı.
Askerliğini yapacağı Ankara'ya arabasıyla gitti. Zırhlı Birlikler'de ilk tümen komutanı Mehmet Buyruk'tu. Daha sonra onun yerine Doğan Güreş geldi. Güreş, Buyruk'a göre oldukça sert bir komutan olarak tanınmıştı...
18 aylık yedeksubaylık sonrasında Trabzon'a dönerken Samsun'a uğradı. Orada birkaç gün oyalandı. Asıl amacı gözüne kestirdiği kızı görmekti. Uzaktan akraba olan Mevhibe'den hoşlanıyordu. Gördü, konuştu, onun da gönlü vardı evlenmeye. Sevinçle döndü Trabzon'a. Annesi babası gidip kızı istediler ve kısa zamanda düğün dernek kuruldu.
Evlendiği yıl olan 1977'den 1983'e kadar geçen dönem, iş yaşamının en parlak günleriydi. Vergi rekortmeni olarak anılıyordu. Kentteki asıl ününü, Trabzonspor yönetimine girdikten sonra yaptı. Muhasip olarak, takıma en büyük katkısı tesisler için arsa alımıydı.
Trabzonspor'un ona katkısı ise daha büyüktü. Geleceğe hazırlanmasını sağladı. Siyasetin kapıları, Trabzonspor sayesinde açıldı...