Sırplar Barbika'mı yaktı mı?

Güncelleme Tarihi:

Sırplar Barbikamı yaktı mı
Oluşturulma Tarihi: Nisan 12, 1999 00:00

Haberin Devamı

Kaçarken bebeklerini almayı akıl edemeyen 11 yaşındaki Krenare Gırguri ağlayarak soruyor:

Kırklareli'nde bulunan Gaziosmanpaşa Misafirhanesi'ne otobüsler dolusu sığınmacı Kosovalılar geliyor. Konukları rencide etmesin diye ‘‘Misafirhane’’ adı verilen kamp girişinde, Türkiye'de yaşayan Arnavut asıllı vatandaşlar bekleşiyor. ‘‘Belki onlar da gelmiştir’’ umuduyla akrabalarını arıyor. Girişteki polis noktasında, gelenlerin pasaportları kontrol ediliyor, ifadeleri alınıyor. Ardından sağlık kontrolleri yapılıyor. Yönetim binasında kayıt işlemleri tamamlandıktan sonra odalarına yerleştiriliyorlar. Gelen misafirlere, içinde meyve suyu, bisküvi, kek, kraker bulunan kumanya veriliyor. Akla gelebilecek her türlü malzeme, hızla dağıtılıyor. Çocuklar uykusuz, huysuz ama gürültüsüzler. Anneler bitkin. Büyükler gözyaşlarını saklıyor. Öyle gururlular ki... Çocuklar, cevaplarını da gözyaşlarını da esirgemiyor.

Metrelerce uzanan prefabrik tek katlı bina, 467 ikiz odadan oluşuyor. Sığınmacı sayısının artmasıyla ikiz odalar bire indiriliyor. Sayı 924'e çıkıyor. Geniş alana yayılan barakalar ve çadırlarla binlerce sığınmacıyı barındırıyor. PTT, kuaför, okul, dikiş kursu, sağlık ocağı, kafeterya gibi birçok sosyal tesis de kampta bulunanlar arasında. 1992'de Orman İşletmeleri Müdürlüğü'ne ait olan 390 dönümlük kamp alanı, Köy Hizmetleri Müdürlüğü'ne 49 yıllığına devredilmiş. '92 Temmuzu'nda Bosna-Hersekli konuklara hizmet vermiş. 27 Mart'tan bu yana da Kosovalı konukları ağırlıyor.

EŞİM ÖLÜP KURTULDU

Rastgele bir odayı seçiyoruz. Ak saçlı bir nine yatıyor. Fehime Gorani, üç akşamdır burada olduğunu söylüyor. ‘‘Üç gün üç gece yaptık yolda.’’ Fehime Gorani, Vuçtrın Kasabası'ndan olduğunu, üç katlı evini bırakıp geldiğini anlatıyor ve bitkin gövdesi hıçkırıklarla sarsılıyor. ‘‘Yemiş, market dükkanlarım vardı. Çok iyi hayatım vardı. Çocuklarım çalışıyordu. Gelirken bir mendil bile alamadım.’’ Üzerindeki pijamaları gösteriyor. Ağlıyor. ‘‘Bunları bile burada verdiler.’’ Oğulları, gelinleri ve torunları, toplam sekiz kişi bir otomobille kaçmışlar. Üç katlı evini, ata toprağını, akrabalarını bırakmışlar. Sırplar yollarını kesmişler. ‘‘Çocuğumun 500 markını alıp dövdüler. Üsküp'te karnımız doydu. İyi karşıladılar.’’ Konuşmakta güçlük çekiyor. Daha fazla yormak istemiyoruz. Sesleniyor arkamızdan: ‘‘Yakmışlar evimizi. Bir şey bırakmamışlar. Nereye döneceğim? Eşim öldü kurtuldu. Ben neden kalmışım?’’

10 yaşlarında bir kız çocuğu, prefabrik binayı dolaşırken peşimizi hiç bırakmıyor. Adını söylemiyor. Ağlamaya başlıyor. Tercüman aracılığıyla neden ağladığını öğreniyoruz. ‘‘Babam orada kaldı. Bilmiyorum başına ne geldiğini.’’ Annesi ve dört kardeşiyle birlikte gelmişler. ‘‘Çok güzel bir hayatımız vardı. Bisikletimi, oyuncaklarımı bıraktım.’’

Nermin Reca, 11 yaşında. Pırıl pırıl bir Türkçesi var. Gönüllü olarak tercümanlığımızı üstleniyor. Kosova'nın Prizren kasabası'ndan. Az önce ağlayan kız çocuğundan daha şanslı. Çünkü babası da burada. O güne, kaçış gününe dönüyor. Kendisini soğukkanlı olmaya zorlasa da gözlerinin dolmasını engelleyemiyor. Yine de izin vermiyor ağlamasına. ‘‘Sırplar dükkanları kırıyordu. Çok korktum. Kendimi çok kötü hissettim.’’ Babası ve amcası, beyaz eşya mağazası sahibiymiş. Yağmalandığından adı gibi emin olduğunu söylüyor.

OYUNCAKLARIMA NE OLDU

Koridorda yürürken, kalabalığın hızla kaybolduğunu, sadece çocuklarla başbaşa kaldığımızı farkediyoruz. Nedenini de çok geçmeden öğreniyoruz. Fotoğrafları ve adları yayımlandığında, Sırpların Kosova'da kalan yakınlarına zarar vermesinden korkuyorlardı. Barakaların dışında ise kadınlar hummalı bir faaliyet içindeler. Birkaç gün sudan uzak kalmanın özlemini gideriyorlar. Çamaşırlar yıkanıyor, asılıyor. İplerde yer kalmıyor, bu kez üst üste asılıyor. Yıllardır sayısız sığınmacıyı gözlemleme fırsatı bulmuş bir kamp yöneticisi, Kosovalılar'ın şimdiye kadar gördüğü en titiz insanlar olduğunu anlatıyor. ‘‘Hijyene, her türlü temizliğe çok fazla önem veriyorlar.’’

Krenare Gırguri, 11 yaşında. Kosova'nın başkenti Priştine'den, 10 kişilik ailesiyle otobüsle geldi. Krenare için de bir gece ve aniden yolculuk başlamış. İki gün süren yorucu ve gerginlik dolu bir yolculuk olmuş. İlkokul beşinci sınıfta okuduğunu, Sırp öğrencilerin üst, Arnavut öğrencilerin alt katta eğitim gördüğünü anlatıyor. ‘‘Onlar bizi dövüyordu ama biz korkmuyorduk. Birlikte oynamıyorduk.’’ Krenare, oyun deyince ansızın terketmek zorunda kaldığı evini, geride bıraktığı bebeklerini hatırlıyor. Ağlamaya başlıyor. Barbikalar'ını (Barbie bebek) almayı akıl edememiş o an. Beş Barbikası kalmış. Bir de fotoğraf albümü. O güzel günlerinin anısına çektirip özenle yerleştirdiği albümünü de bırakmış geride. Cevabını bildiği soruyu sormadan edemiyor. ‘‘Sırplar bebekleri de albümü de yakmış mıdır?’’

Aklına gelen kötü şeyleri kovmak istercesine ‘‘Kosova iyi olacak. Gideceğiz. İçimde bir his var ki gideceğim’’ diyor. Priştine'yi anlatıyor. Özlediği kır gezilerini. Ailece piknik yaptıkları mesire yeri Gırmi'yi hatırlıyor. Ağlamaya başlıyor. Çevremizde biriken Kosovalılar da ağlamaya başlıyor. ‘‘Şimdi Gırmi'de Sırp askerlerinin uçaksavarları duruyor. Sırplar'ın batarya yeri oldu.’’ Küçücük bir çocuğun ağzından ‘‘Batarya, uçaksavar’’ sözcüklerini duymak, bu kadar erken öğrendiğine tanık olmak şaşırtıyor bizi. Konuşmayı kabul eden az sayıdaki yetişkinden biri de Musa Ethemi. 47 yaşında. Tüm ailesiyle birlikte Priştine'de fotoğraf malzemesi satıyormuş. Kosova genelinde 15 dükkanları olduğunu söylüyor. ‘‘Yanıma ancak üç makine alabildim.’’ Gırmi, Ethemi için de çok özel. Yerle bir oluşuna, güzel doğasının bombalarla mahvoluşuna çok üzülüyor. ‘‘Priştine'nin ciğerleriydi. Çok değerli ağaçlar vardı. Şimdi Gırmi doruklarında Sırplar'ın en kuvvetli silahları, askerleri var.’’ Yine de şükrediyor haline. ‘‘Hayatımı kurtardım, geldim. Allah kısmet ederse Priştine'ye gideriz.’’ Musa Ethemi'nin canını kurtarıp gelmesinde üst düzey yönetici olan Sırp komşusunun rolü var. Komşusuna iki bin mark ve bir fotoğraf makinası veriyor. Komşu direksiyona geçiyor, Sırp kontrol noktalarından rahatlıkla geçiriyor ve sınıra kadar getiriyor.

Savaşın ortasından geçtik

Nermin Reca anlatıyor: ‘‘Çok güzel bir hayatım vardı. Okuyup doktor olacaktım. Yaşadığım kasaba çok güzeldi. Oyun parkları, iki yeşil saha vardı. Basketbol oynuyorduk. Kalan arkadaşlarımı merak ediyorum. Game'lerimi, bisikletlerimi bıraktım. Çok ani oldu. Beklenmedik bir şekilde buraya geldik. Savaşın ortasından geçtik. Yollar kurşun içindeydi. silah, patlama sesleri duyduk. İyi ki yiyecek almıştık yanımıza. Üç gecede geldik buraya. Hiç uyumadık. Doğru İstanbul'daki dostlarımızın yanına gittik. Bize burayı tavsiye ettiler. Olaylar biterse evimize gitmek istiyorum. Evimi, kasabamı, arkadaşlarımı çok özledim. Oysa şimdi kasabamda iki aylık bebekleri öldürüyorlarmış. Teyzelerim, dayılarım, babaannem kaldı. Onlara ne olduğunu bilmiyoruz. Bilgisayarı ve basketbolu çok özledim.

Sırp komşularımız asker kıyafeti giydiler. Biz sizi koruruz dediler. Ama biz yine de korktuk. Sırp komşularımız savaşa gitmedi. Onlar savaşa karşıydılar. Sırp komşularımıza kızgın değiliz.’’

Ecevit'in eski dostu Gaziosmanpaşa

Misafirhane'sindeki 188 no.lu barakaya gidiyoruz. Çünkü kamp yöneticileri bize, ‘‘Kosovalı meslektaşınız geldi’’ demişlerdi. Hasan Mercan'ın, Hürriyet Spor Servisi'nden arkadaşımız Selahattin Gökhan'ın eniştesi olduğunu öğreniyoruz. Mercan, Priştine Televizyonu Türkçe Yayınlar Sorumlusu. Saçlarına kadar çektiği battaniyenin altından bir türlü çıkıp görünmek istemedi. 17 saat süren Üsküp- Kırklareli yolculuğunu ayakta geçirmişti çünkü. Traşsız, uykusuz ve yorgun haliyle görünmek istemiyordu. Televizyonculuğunun yanında, ülkesinde ve ülkemizde tanınmış bir yazar ve şairdi Hasan Mercan. 10'u Türkiye'de de yayımlanmış 50 kitabı, 20 oyunu var. Çok istediğimiz halde, röportaj yapamamıştık.

Kendisine günler sonra telefonla, Başbakan Ecevit tarafından davet edildiği Ankara yolunda ulaşabildik. Ecevit, kampı ziyareti sırasında Hasan Mercan'ı görür görmez tanımış. Mercan, bu tanışıklığı şöyle anlatıyor: ‘‘Ecevit, Üsküp'e 26 önce Başbakan olarak geldiğinde tanışıp sohbet etmiştik. Şiir kitaplarımı, romanlarımı almıştı. Ona tercümanlık da yapmıştım. O sırada Birlik Gazetesi'nin Kültür-Sanat Bölümü sorumlusu bir gazeteci olarak röportaj yapmıştım. Takdir etmişti. Kampta görünce beni tanıdı. Çok sevindim. 39 yıldır Türk kültürüne hizmet ettim. Türkçeden başka dille yazamam. Türkçe düşünüp Türkçe yazarım. Yazmaya Türkiye'de devam edeceğim. Özellikle çocuk edebiyatı ve kukla tiyatroları üzerine.’’



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!