TAKVİM yaprakları, 23 Ocak 1992 Perşembe gününü gösterirken, başkent Ankara, o kış gününde, ‘sakıncalı’ bir devlet başkanını, Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç’i konuk ediyordu. Miloseviç, Türkiye’nin deneyimli başbakanı Süleyman Demirel’den akıl almak için Ankara’ya gelmişti.
Aslında bu geliş hiç de kolay olmadı. Çünkü Miloseviç, Balkanlar’da sürdürmeye başladığı sertlik politikasından dolayı, çağdaş ve demokrat ülkeler tarafından tecrit edilmekteydi.
Devlet Başkanı Mareşal Tito’nun 1980’deki vefatından sonra Yugoslavya parçalanma sürecine girmiş, ‘Büyük Sırbistan’ hayaliyle yanıp tutuşan ve 1987’de de bir darbeyle Sırp Komünist Partisi’nin başına geçen Miloseviç, Avrupa’nın 4’üncü büyük ordusu olan Yugoslavya silahlı kuvvetlerinin kontrolünü ele geçirmişti.
Miloseviç, bu hayali uğruna etnik kıyıma hazırlanıyordu. Çünkü Balkanlar’da, Sırpların dışındaki milletlere hayat hakkı tanımak istemiyordu. Miloseviç’in adı, bir süre sonra dünya kamuoyunda ‘Sırp Kasabı’ olarak anılacaktı.
MİLOSEVİÇ’İN RANDEVU ISRARI
Miloseviç’in Dışişleri Bakanlığı görevini, Yugoslavya’nın eski Ankara ve Birleşmiş Milletler (BM) Büyükelçisi Vladislav Jovanoviç üstlenmişti.
Jovanoviç, Ankara’da uzun süre görev yaptığı için Türkiye siyaseti ve siyasetçileri konusunda yeterli bilgiye sahipti. Bu eski Büyükelçi, Türkiye’nin, Balkan halklarına karşı beslediği sempatiyi de yaşayarak görmüştü.
Jovanoviç, Devlet Başkanları Miloseviç’in deneyimli siyasetçi, eski Türkiye Başbakanı Demirel’le 1991 yılının ortalarında görüşmesini planladı ve Demirel’den randevu alma girişiminde bulundu. O tarihte ana muhalefet partisi lideri olan Demirel, söz konusu randevu talebini dikkate almadı.
Demirel, 20 Kasım 1991 tarihinde Başbakan olunca, Belgrad yönetimi konuyu tekrar gündemine aldı. Ama Ankara’dan yine ses çıkmadı.
DEMİREL GERGİNDİ
Miloseviç, dostluk ilişkileri sayesinde alınan randevunun ardından 23 Ocak Perşembe günü Belgrad’dan devlet başkanlığı uçağıyla Ankara’ya hareket etti. Refakatinde Dışişleri Bakanı ve Özel Kalem Müdürü vardı.
Ali Şen ve konukları, Başbakan’la görüşmeden önce Yugoslavya Büyükelçiliği’nde buluştular ve Demirel’le hangi konuları görüşeceklerini müzakere ettiler. Sonra yeni Başbakanlık binasına gittiler.
Başbakan Demirel, Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’le birlikte, konuklarını makamda bekliyordu. Miloseviç geldi, Demirel’le tanıştı.
Türkiye Başbakanı, Miloseviç’i dinlemeye koyuldu. Sırbistan Devlet Başkanı, Türkiye Başbakanı’na hem Balkanlar’daki son durumu hem de ülkesinin tavrını anlattı.
Demirel’in, konuğunu dinlerken gergin olduğu dikkati çekiyordu. Bu arada, yapılan konuşmaları Sırbistan Dışişleri Bakanı Jovanoviç de not alıyordu.
Söz sırası Türkiye Başbakanı’na geldi: “Sayın Devlet Başkanı, siz eğitimli bir kişisiniz. Her şeyi mantık süzgecinden geçirmelisiniz. Hal böyle olunca, bugünün şartlarında savaşarak bir yere gelemezsiniz. Dünya, Balkanlar’da savaş istemiyor. Dolayısıyla siz dünyaya karşı gelemezsiniz. Ülkenizi, Çarlık Sırbistanı’na mı dönüştürmek istiyorsunuz? Sırbistan’ı 300 yıl öncesine taşımaya kalkarsanız hüsrana uğrarsınız.”
'HİMALAYA'LARDAKİ KARINCALAR UYANMIŞ'CUMHURBAŞKANI Süleyman Demirel, 18 Ekim 1995 Çarşamba günü, ABD Başkanı Bill Clinton’la bir çalışma ziyareti yapmak amacıyla başkent Washington’a gitti. Cumhurbaşkanlığına ait ATA uçağıyla yola çıkan Demirel’e danışmanları ve dışişleri bakanlığı yetkilileri eşlik ediyordu. Demirel, Washington’a yaptığı bu ziyaret sırasında ABD’nin yeni Başkanı Bill Clinton’la ilk defa bir araya gelecekti.
38.5 DERECE ATEŞCumhurbaşkanı yorgundu. Yorgunluğu her halinden belliydi. Ancak mecbur kalmadıkça çevresine rahatsızlığını hissettirmezdi. Demirel ve maiyeti, havaalanından doğruca konaklayacakları Waldorf Astoria Oteli’ne gittiler. Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, Demirel’in durumunu fark etmişti. Tıbbi müdahalede bulunmak istedi. Cumhurbaşkanı kendisine tahsis edilen odaya geçti. Vücut ısısı 38.5 derece olmuştu. Tir tir titriyordu. Bu hasta haliyle Beyaz Saray’da yapacağı görüşme, başlıca kaygısı idi. Hemen antibiyotik tedavisi uygulandı. Serum takıldı. Ateş düşürücü ilaçlar verildi. Geceyi uyumadan geçirdi.
Sabah erkenden toparlandı. Müftüoğlu’ndan, doping ilaçlar istedi. Hazırlandı, evraklarını topladı ve Başkan Clinton’ın randevusuna gitti.
‘KARINCALARI İZLİYORUZ’Cumhurbaşkanı Demirel, Beyaz Saray’dan otele döndüğünde gergin görünüyordu. Odasına çekildi. Ama hiddeti bir türlü yatışmıyordu. Müftüoğlu, kendisini tekrar muayene etti ve “Sayın Cumhurbaşkanım, acaba neye üzüldünüz? Yoksa rahatsızlığınız mı sizi etkiliyor?” dedi. Demirel, siyasi yasaklı olduğu 80’li yıllardan beri özel hekimliğini yapan Prof. Dr. Osman Müftüoğlu’na hiddetinin nedenlerini şöyle anlattı: “Doktor maalesef buraları PKK teröristlerine kaptırmışız. Onlar çok ciddi mesafe almış. Clinton’la PKK terörünü konuştuk. Başkan bana, ‘Terör meselesi bizi çok ilgilendirmiyor. ABD’nin terör korkusu yok. Biz teröristleri yüksek teknoloji ile takip ediyoruz. Her hareketlerinden anında haberdarız. Himalayalar’da bir karınca hareket etse dahi onu da izleriz. Elektronik sistemlerle, güçlü bir
haber alma ağı kurduk.’
Ben de kendisine, şu cevabı verdim: ‘Ortasında bulunduğunuz okyanusun sizi terörden koruduğunu, koruyacağını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Terörün nerede, ne zaman çıkacağı hiç belli olmaz.
Haklısınız; kuzeyde Kanada güneyde ise daima kontrol ettiğiniz Meksika var. Rahatsınız. Ama bir gün terörizm, sizin için de büyük bir bela olabilir.
Sayın Başkan, ‘Himalayalar’da bir karınca hareket etse izleriz’ diyorsunuz. Ama şunu unutmayınız; o karınca hareket etmezse ve elektronik bir mesaj yayılmazsa, karıncaların düşüncelerini değerlendiremezsiniz. Bunu, bir kenara not ediniz.’”
UYARIDAN 6 YIL SONRA SALDIRICumhurbaşkanı Demirel, Başkan Clinton’la yaptığı görüşmeyi özel doktoruyla paylaştıktan sonra, şunları söylüyordu: “Gün gelir, bunlar terörizmi kucağında bulurlar. Çünkü terörizmle oynayarak siyaset yapmak, en büyük arızadır.”
Cumhurbaşkanı Demirel’in görev süresinin bitiminden yaklaşık 1.5 yıl sonra, ABD’de 11 Eylül 2001 terör hadisesi patlak verdi. Prof. Dr. Müftüoğlu, bu olayı televizyondan öğrenince Güniz Sokak’a gidip Demirel’le durum değerlendirmesi yapmak istedi. Demirel, Müftüoğlu’na aynen şunları söyledi:
“ABD’liler, akılları sıra terörizmden korunuyorlardı. Doktor, gördün; terörizm, göbeklerine kadar girdi. Çok üzgünüm, ortaya çıkan tablodan çok üzgünüm. Himalayalar’daki karıncalar herhalde uyanmış.”
FRENİ YOKTUDIŞİŞLERİ Bakın Hikmet Çetin, Miloseviç’in Demirel’i ziyareti sırasında yapılan bu görüşmeyi, 25 yıl sonra şöyle anlatacaktı: “Başbakanımızın Miloseviç’le yaptığı görüşme, yaklaşık iki saat sürdü. Süleyman Bey’in konuğuna hitabı, adeta bir nasihat şeklindeydi. Şunları söylemişti: ‘Bakınız, koskoca Sovyetler Birliği İmparatorluğu, kansız dağıldı. Bu olay, tarihe böyle geçecek. Sizin bölgenizde kan dökülmeye başlanırsa bunun sonu gelmez. Yugoslavya’yı oluşturan federasyon halklarının pek çok ortak yanları var. Şimdi esnek bir konfederasyona gidebilirsiniz. İşin içine kan girerse hiçbir şey yapılamaz. Bölgenizde kan dökülmesinin devamı halinde, uluslararası sorunlar ortaya çıkar. Konu, Lahey’e (Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi) kadar gidebilir. Bugün, ihtilafa düştüğünüz etkin gruplarla ortak dili konuşuyorsunuz. Anlamıyorum, neyi pay edemiyorsunuz? Hırvatistan’da olaylar başladı. Bu Bosna’ya da sıçrarsa felaket olur. Sayın Başkan, barış içinde yaşamak istiyorsanız kan dökülmesine fırsat vermeyin.’
DEMİREL : KAN DÖKECEKLERMiloseviç, Başbakanlık’tan ayrıldıktan sonra, Süleyman Bey’le baş başa bir durum değerlendirmesi yaptık. Başbakan, tespitlerini şöyle sıraladı:
‘Tavırlarını hiç beğenmedim. Gördüğüm kadarıyla, kan dökecekler...’
Süleyman Bey’le Miloseviç’in görüşmesinde, Sırbistan Dışişleri Bakanı adeta ‘denge unsuru’ rolünü üstlenmişti. Cümleleri toparlamaya çalışıyordu ama Miloseviç’in freni yoktu.
Aradan bir müddet geçtikten sonra New York’ta BM toplantısında Jovanoviç’le karşılaştık, ayak üstü konuştuk. Jovanoviç, bana, ‘Ankara’dan hayal kırıklığıyla döndük’ dedi. Ben de kendisine, ‘Herhalde hayal kırıklığına uğrayan sen değilsindir; patronundur’ dedim. Jovanoviç de bana şu karşılığı verdi: ‘Evet, Sayın Demirel’in söyledikleri doğruydu, olacak şeyleri bize tavsiye etti, ama biz yapamadık.’ ”
YÜZÜ ASIK, OMUZLARI DÜŞÜKTÜMiloseviç’in, Demirel’le yapmış olduğu iki saatlik görüşmeden ayrılırken, yüzü asık, omuzları düşüktü. Başbakanlık’tan doğruca Kavaklıdere’deki Yugoslavya Büyükelçiliği’ne gitti. Sefarethaneye girdikten sonra bir kanepeye uzandı. Ankara Büyükelçileri şaşkın şaşkın Devlet Başkanı’nın halini izliyordu. Miloseviç’in, Demirel’le yaptığı gergin görüşme sırasında migreni tutmuştu. Miloseviç, Makedon asıllı Büyükelçi’nin salondan çıkmasını istedi. Yanında, sadece Dışişleri Bakanı bir de randevuları ayarlayan Ali Şen kaldı. Bitkin vaziyetteydi. Yanında taşıdığı ilaçları aldı, sakinleşti. Aynı günün akşamı, mutsuz bir şekilde Ankara’dan ayrılıyordu.
'HAYIRDIR ALİ KİMİ GETİRİYORSUN'Dışişleri Bakanı Vladislav Jovanoviç, Türkiye’deki eski dostlarından Ali Şen’i telefonla arayarak, kendisinden, bir yardım istiyordu: “Devlet Başkanımız Miloseviç’le birlikte Başbakan Sayın Demirel’i ziyarete gelmek istiyoruz. Kendisinden akıl almaya ihtiyacımız var. Sayın Demirel’i altı ay önce aradık ama randevu alamadık. Ne olur bize yardım et.” Sırbistan Dışişleri Bakanı’nın Ali Şen’le telefon görüşmesi şöyle devam etti:
- İlahi Vladislav... Keşke daha önceden haberim olsaydı, randevunuzu hemen sağlardım. Biraz önce Ankara’dan geldim hem de Sayın Demirel’i ziyaretten...
- Ali, yani o fırsatı kaçırdık mı?
- Hayır hayır kaçırmadınız. Ben hallederim. Yarın atlayın gelin.
- Ali, benimle şaka mı yapıyorsun? Türkiye’ye getirmek istediğim kişi Devlet Başkanımız. Anladığım kadarıyla sen bu işleri çocuk oyuncağı zannediyorsun.
- Sen söylediklerimi iyi dinle. Devlet Başkanınızı al gel. Yarın sizi Sayın Başbakanımızla görüştüreceğim.
- Ali dur, acele etme. Devlet Başkanımız da sana selam vermek istiyor.
MİLOSEVİÇ TELEFONDAAli Şen, Jovanoviç’le görüşürken, bir anda ahizeden Miloseviç’in sesi gelmeye başladı. Miloseviç, Balkan dillerini çok iyi konuşan Ali Şen’le rahat diyalog kurdu. Selamlaştılar. Sırbistan Devlet Başkanı, bu konuşma üzerine ikna oldu, “Yarın sizlerle de tanışmak üzere geliyorum” dedi.
Ali Şen, konuklarını davet etti ama Başbakan Demirel’den henüz randevu alınmamıştı. Bu arada Sırbistan Dışişleri Bakanı da, tedbiri elden bırakmak istemiyordu. Büyükelçilik yıllarında tanıdığı Türkiye Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’i arayarak resmi randevu talebini bildirdi. Çetin konuyu Demirel’le görüştü: Randevu kesinleşti. Ali Şen de randevu konusunda kendisinden emindi. Çünkü Demirel’i ziyareti sırasında Başbakan’ın saat 14.00-15.00 arasında müsait olduğunu öğrenmişti. İstanbul’a dönen Ali Şen, Başbakan’ı telefonla aradı ve şu konuşmayı yaptı:
- Beyefendi, sağ salim İstanbul’a döndüm. Eğer izniniz olursa yarın tekrar Ankara’ya gelmek istiyorum. Bu defa yanımda bir de misafirim olacak.
- Hayırdır Ali? Kimi getiriyorsun?
- Efendim müsaade ederseniz Sırbistan Devlet Başkanı Miloseviç’i getireceğim.
- Ali bu da nereden çıktı?
- Beyefendi, sizden 6 aydan beri randevu bekliyorlarmış. Mahsuru yoksa, lütfen bu ziyaretçiyi kabul ediniz.
- Peki Ali, Balkan politikasını çok iyi bilirsin. Madem istemişsin, yarın gelin.