Sınırda sıcak takip kapıda

Güncelleme Tarihi:

Sınırda sıcak takip kapıda
Oluşturulma Tarihi: Nisan 24, 2006 00:00

ASKERİN Güneydoğu’da başlattığı bahar operasyonunun perde arkasında çok kritik bir diplomasi taktiği yatıyor.

Operasyonunun özellikle Kuzey Irak’a uzanan dağların Türkiye tarafında yoğunlaşması bu taktiğin en önemli aşamasını oluşturuyor.

Bu aşamanın sonucu ise Kuzey Irak sınırındaki dağlık bölgede süren "çatışmalar sonucu" kaçan teröristlere karşı başlatılacak bir sıcak takip.

Şimdi bu gelişmenin perde arkasında bakalım.

Önce devletin zirvesinden bir diyalog:

PKK ve Kuzey Irak meselesi ağırlıklı olarak ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın önüne çıkartılmalı mı?

Hayır bu yanlış olur.

Neden?

Çünkü bize yapılacak olan ima şu olacaktır: "Neden kendi dağlarınıza bakmıyorsunuz. Saldırılar oradan gelmiyor mu? Orada binlerce terörist barınmıyor mu?"

BAHÇENİ TEMİZLE

Washington’daki ikili temaslar sırasında ortaya çıkan bu cevabın Türkçe karşılığı ise şu: "Önce kendi arka bahçenizi temizleyin. Sonra Irak’ın arka bahçesi durumundaki Kuzey Irak’taki terörist kamplarına bakın."

Benzeri bir cevap Barzani’yle yapılan temaslarda da gelmişti. Yani Barzani de PKK’nın üzerine gitmesini isteyen Türkiye’ye kendi dağlarındaki teröristleri örnek göstermişti.

Evet, Ankara’daki hákim görüş bu.

Bu yüzden de beklendiği gibi Rice-Gül görüşmesinin hakim konusu "PKK ve Kuzey Irak’a operasyon" olmayacak. Daha çok oradaki teröristler üzerinde baskının artırılması istenecek.

HAMAS DEĞİL

İşte bu bilgiler ışığında alınan karar şöyle özetleniyor:

Ne zaman Kuzey Irak’ta operasyon yapmak istesek, kendi dağlarımızdaki teröristler hatırlatılıyor. Öyleyse önce o dağların temizlenmesi gerekiyor. Sonra Kuzey Irak’a döneriz.

İşte bu karar doğrultusunda Abdullah Gül’ün Rice’la yapacağı görüşmenin önemi ortaya çıkıyor.

Önceki gün kulislerden süzdüğüm sonuç şu:

Türkiye ABD temaslarında Kuzey Irak’a muhtemel bir "sıcak takip" için nabız yoklamaktadır. Gül-Rice görüşmesi bir izlenim olarak bu nabız yoklama diplomasisinin en üst yeridir.

Bütün bu gelişmelerin ulaştığı kritik yorum ise şu:

HAMAS ziyareti ABD’nin Türkiye’ye olan güvenini kırdı. Bu yüzden ABD Kuzey Irak’a bir harekat yapılmasına sıcak bakmıyor.

Ama biraz araştırınca bu olayın Türkiye’nin sıcak takibini engelleyecek bir olay olmadığını öğreniyorum. Çünkü bilinenle perde arkasındaki gerçek çok farklı. Şimdi perde arkasındaki bu gerçeğe bakalım.

RICEGÜVENİYOR

Önceki gün, bütün bu gelişmeleri belirleyen önemli bir isimle konuşuyorum.

Soru şu:

HAMAS yüzünden ABD ile aramızda gerginlik var. Bu yüzden Kuzey Irak’ta operasyon yapamıyoruz. Bu doğru mu?

Aldığım cevap gerçekten ilginçti:

HAMAS ziyaretinin perde arkasını bilseydiniz böyle düşünmezdiniz. Çünkü öyle yazıldığı gibi değil. Ayrıca 25’inde göreceksiniz ki, Gül ile Rice arasında çok özel bir yakınlık var. Bu tam bir güven ilişkisidir.

Kendi kendime, "Bir bürokrat bakanını kolluyor" diye düşünerek soruyorum:

Nasıl yani?

Cevap daha da şaşırtıcı:

İnanın Rice’ın Gül’e duyduğu güven, son HAMAS ziyaretinde daha da pekişmiştir.

Hemen arkasından anlatmaya başlıyor:

Meşal’in Ankara’ya gelme ihtimali kuvvetlenince Abdullah Gül önce İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni’yi arıyor. Söylediği şu:

Kuvvetli bir ihtimalle HAMAS lideri Meşal Ankara’ya gelmek istiyor. Eğer gelirse kendisine barışı telkin edeceğim.

Livni şu cevabı veriyor:

Gelmeden önce haber verirseniz sevinirim. Bu bilgiyi kamuoyumla paylaşabilir miyim?

Gül "Elbette" diye karşılık veriyor.

Gerçekten Gül sözünü tutup Meşal’in gelişinin Livni ile paylaşıyor. Bu noktada Türk Dışişleri Bakanlığı’ndan ABD Dışişleri Bakanlığı’na ziyaretle ve yapılacak telkinle ilgili bilgi gidiyor.

BEKLENEN SONUÇ

İşte bu gelişmeler Gül ve Rice arasındaki güven hattını daha da kuvvetlendiriyor.

Evet, bu bilgiler ışığında bakınca olay biraz farklı.

Abdullah Gül’ün "el yazısıyla" yazıp gönderdiği davetiyeden 1 hafta sonra ABD Dışişleri Bakanı’nın Türkiye’ye gelmesi, bana anlatılanları doğruluyor.

Belli ki bu davet sonrasının önemli sonuçları olacak.

Örneğin dağlarımızdaki teröristlerin Kuzey Irak’a kaçması sonucunda Kandil Dağı ve ötesine doğru bir sıcak takip başlayabilecek...

Ve ABD’den KKTC’ye direkt sefer başlatılıp turist gönderilebilecek.

Annene gitmeni istemedim yavrum

ASLINDA
isimsiz çocukların bakanı. Daha ilk sohbette anladığım kadarıyla sokak çocuklarının bakanı Nimet Çubukçu.

Nimet Hanım, belki de Malatya’daki şoktan sonra gittiği her yurtta rastgele seçtiği bir çocuğa cep telefonunu vermiş.

Çocuklar diledikleri zaman arayabiliyorlar.

Nimet Hanım cep telefonlarına gelen olaylardan iki kısa öykü anlattı.

İyi dinleyin.

Her ay ziyaretine gidiyor

Yüksel
’in annesi ikinci kez evlenmiş. Baba üvey. Yüksel aynı zamanda ortopedik özürlü. Dilediği zaman "Nimet Ablası"nı arıyor ve çağırıyor. Bir gün telefon edip diyor ki: "Annem’e sizin telefonunuzu verebilir miyim? "Nimet Abla" tabii diyor. Yüksel’in amacı Ankara’dan Balıkesir’deki bir yurda, yani annesinin yanına gitmek. Nimet Ablası bunu biliyor. Aradan uzun zaman geçiyor. Bir gün Yüksel, "Nimet Ablası"nı yanına çağırıyor ve şöyle diyor:

-Annem sizi aradı değil mi?

Bakan şaşırıyor. Yüksel devam ediyor:

-Annem sizin Balıkesir’e gitmeme izin vermediğinizi söyledi. Beni bırakmak istememişsiniz.

Nimet Abla gözlerini kaçırarak cevap veriyor:

- Evet Yükselcim, senin gitmene dayanamam diye böyle yaptım.

Nimet Abla oradan çıkarken gözleri dolu. Bakan yalan söylemek zorunda kalmış. Belli ki üvey baba istemedi. Anne bağrına taş bastı yalan söyledi. Anne haklı mı değil mi bilemem ama Nimet Abla her ay iki kez Yüksel’i ziyaret ediyor.

Bakan ablama söylerim

S.E.
13 yaşında uyuşturucu travmasından gelmiş. Sokakta geçen sert hayat. Ana-baba aile yok. Ve sonunda yurt. Nimet Abla’nın telefonu elinde. Bir gün yurdun yöneticileri arayıp, S’nin kontrolden çıktığını söylüyorlar. Elinde telefon herkesi "Bakan ablama söylerim" diye tehdit ediyormuş. Bakan S’yi uyarmış:

- Eğer doğruları söylersen yanında olurum. Bunun dışında benden bir şey bekleme."

Aradan zaman geçmiş. S. bu defa yurtta birisini bıçaklamış. Umutsuz bir durum. Yurt yöneticileri çaresiz. Bakan bir koruyucu aile aramış. Bulamamış. Bu defa yurt yöneticileriyle anlaşıp bir pedagog bulunmuş. Uzun zaman titiz bir çalışma. Birebir ilişki. Şimdi S.E "Nimet Ablası"nı yine arıyor. Nereden mi?

Büyük bir ilimizin Sağlık Meslek Lisesi’nin son sınıfından.

Hemşire çıkacak. Yurtlarda kimsesiz çocuklara bakacak.

Bu öyküleri neden mi aktardım.

Çevre yasasına bile ilgi göstermeyen bizler için belki bir anlamı olur diye.

Bugün yurtlarda koruyucu aile bekleyen 5 bini aşkın çocuk var. Herkes evlatlık istediği için yalnızca 75 çocuk anne-baba yanına gidebiliyor. Vicdanını rahatlatmak için 23 Nisan bayramlarında yurtlara elbise ve hediye götürenler için de Nimet Çubukçu şöyle diyor:

- Hediye olayını yasakladık. Çünkü oradaki çocuklar, gelenler gittikten sonra büyük bir travma yaşıyorlar. Ayrıca orada soru soranlara hayatlarıyla ilgili sürekli olarak yalan söylüyorlar. Dramatik öyküler uyduruyorlar. Bununla zevk alıyorlar. Oynuyorlar.

Kendinizle oynatmayın...

25 kişiyle ’dönüş’ yemeği

MESUT
Yılmaz’ın çok yakınında siyaset yapmış olan (belki de hálá yapan) eski bakan Nejat Erseven birkaç gün önce bana sormuştu:

Sence Mesut Bey aklandıktan sonra tekrar siyasete girse ne olur?

Bu soru birkaç gün içinde kulislerin "çok konuşulanlar listesi"nde tırmanmaya başladı...

Ve işte tam bu noktada, önceki gün Kavaklıdere Tenis Kulübü’nde sürpriz bir yemek masası oluştu.

Yaklaşık 25 kişilik bir Mesut Yılmaz masası.

ANAP’lı eski bakanların ve bazı milletvekillerinin oturduğu yemek masasından kulağıma gelen fısıltı ise şuydu:

Birkaç ay daha dişimizi sıkıyoruz. Beyefendi bir aklansın önce...

Mesut Bey ne düşünüyor bilmiyorum ama onunla ilgili beklentiler hızla tırmanıyor.

Karşı kıyıda ise Mehmet Ağar var...

Ağar’la yaptığım sohbetten çıkarttığım sonuç ise şu:

Sağda birlik için Ağar’ın kapıları açık. İki kıyı arasında bir yeni köprü projesi olabilir.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!