Güncelleme Tarihi:
Halide Edip Adıvar'ın romanı Sinekli Bakkal'ın geçtiği sokağı bulduk. Adı Sinekli Bahçe Sokak. Semtte roman kahramanlarından ne Rabia, ne Peregrini, ne de Vehbi Dede yaşıyor.
Bu dar sokak bulunduğu semtin adını almıştır.’’ Türk edebiyatının en çok okunan romanlarından biri olan Sinekli Bakkal işte bu cümle ile başlıyor. Roman o yılların bir İstanbul sokağında geçiyor. Bugün yerinde yeller esen bir sokak.
Aksaray'dan Haseki Hastanesi'ne doğru dönünce ikiye ayrılan yolun solunda, sağdaki son sokak romanda adı geçen sokaktan başkası değil.
Halide Edip Adıvar'ın bu masal-roman karışımı muhteşem eserinde, İstanbul'un kenar mahallelerinde yaşayan farklı sınıflardan kahramanlar aracılığıyla, İkinci Meşrutiyet öncesindeki toplumsal, siyasal ve kültürel yaşam yansıtılıyor.
Bağnaz mahalle imamı, damadı Karagözcü ve ortaoyun sanatçısı Kız Tevfik, karısı Emine, billur sesiyle mevlit okuyan kızları Rabia, ona sırılsıklam aşık İtalyan müzik öğretmeni Peregrini, zaptiye nazırı Selim Paşa, oğlu Jön Türk Hilmi, Rabia'ya müzik dersi veren Mevlevi Vehbi Dede ve İkinci Abdülhamit Dönemi'nde yalpalayan Osmanlı insanları...
Onlar roman kahramanıydılar ya da değildiler. Bilinen o gün bugün hiçbirinin yaşamadığı, hatta anılarının bile kalmadığı. Köhne çatılı, karşıdan karşıya birbirinin üstüne abanır gibi uzanmış eski zaman saçaklı iki katlı ahşap evlerinden de eser yok.
Gözümüzü yumduğumuzda Halide Edip'in klasikleşmiş denebilecek tasviriyle o sokağı gönlümüzde hissetsek de, gözümüzü açtığımızda karşımızda dokuz katlı beton apartmanların altında ezilmiş bir sokaktan başka bir şey belirmiyor.
Tenekede fesleğen
Sokağa giriyorsunuz ve üşüyorsunuz. Bu üşüme, Sinekli Bakkal'ın pencerelerinde kırmızı toprak saksılarında al, beyaz, mor sardunya, küpe çiçeği, karanfil ve kararmış gaz tenekelerinde öbek öbek yeşil fesleğeni olan ahşap evlerin serinliğinden değil, apartmanların soğuk görüntülerinden.
Sürülü kafeslerin arkasında dizili kocakarı başları da yok. Hani o arada dikişlerini bırakıp pencereden bağıra çağıra dedikodu yapan kocakarılardan söz ediyoruz...
1999 yılında Aralık ayının son günleri yaşanırken Sinekli Bakkal Sokak ya da semt sakinin Sinekli Bahçe Sokak dediği sokaktaki görüntüler şunlar: Kapılarının önü zift ve üstüplü bezlerle kapanmış otomobil lastiği tamirhaneleri, henüz süt getirmiş kamyonlarla görünmez olmuş küçük bakkal ve minik marketler, yolun ortasında uyuklayan ayağı kırık ve bir gözüne katarakt inmiş yaşlı köpek, lokantaların bacalarından çıkan yemek kokuları üzerilerine sinmiş insanlar...
Bu sokakta ne zamandır ayağı takunyalı, başı yazma örtülü, eli bakraçlı kadınlar çeşmeye gidip gelmiyor. Saçları iki örgülü kız çocukları kapı eşiklerinde sakız çiğnemiyor; şalvarlı, yırtık, yalınayak, başı kabak oğlanlar kırık taşlar arasındaki su birikintileri etrafında çömelmiş kağıttan gemi yüzdürmüyor.
Kınalı parmak
Romanın ilk sayfalarında ‘‘eğer bir yabancı durur, su dolduran kadınlarla ahbaplık ederse bir kınalı parmak ona mutlak iki yer gösterir. Biri Mustafa Efendi'nin ‘‘İstanbul Bakkaliyesi’’ öteki arka penceleri çeşmenin üstüne açılan İmam'ın evi’’ diye yazıyor.
Semtin şimdiki sakini, bırakın romanda adı geçen bakkalın nerede olduğunu yakın tarihini bile çok iyi bilmiyor. Semtin en yaşlı esnafını bulduk. Adı Mahir Suna. 72 yaşında. 50 yıldır semtin bakkalı. 50 yıl önce bir bakkalın olduğunu hatırlayan tek kişi o. Bakkalın yerinde bir kasap dükkanı olduğunu söylüyor: ‘‘Kasabın olduğu yerde Mahmut Bey adında bir gazeteci yaşardı. Sokakta Şeyh-ül İslam'ın ahşap konağı vardı. Bir de talebe yurdu vardı. Yıkıldı yerine bina yapıldı. Atlı arabalar, faytonlar tozu dumana katardı sokakta. Sokak sucuları gitti. Evlerin o kocaman bahçeleri artık yok. Bahçeler artık sadece sokağın adında yaşıyor. Sinekli Bahçe Sokağı.’’
Kasap Selim Amca ise dükkanın olduğu yerde eskiden bir yetimhane olduğunu söylüyor. ‘‘Sağır ve dilsiz çocukların yaşadığı bir yetimhane imiş burası. Bahçe içinde kocaman ahşap bir bina imiş.’’ Sinekli Bakkal Sokağı'nın tam göbeğinde bakkal dükkanı olan 53 yaşındaki Mehmet Demirkaya ise 1961 yılından bu yana o sokakta yaşıyor. Sinekli Bakkal'ı duymamış. ‘‘Bakkal diye birşey yok. Sarmaşıklar vardı. En çok onları özlüyorum. Tamburi Cemil Bey'in ahşap köşkü vardı. Ne güzeldi.’’ diyor.
Sinekli Bakkal çıkmazında eski bir elektrikçi dükkanı olan 1933 doğumlu Enver Günsever'in sokakla ilgili anımsadıkları şunlar: ‘‘Tamirhaneler, menteşe işi yapan kalıp dükkanları, açık hava sinemaları yok artık.’’
Sinekli Bakkal ya da Sinekli Bahçe Sokağı'nın 1900'ün başlarındaki hali, betonların altına gömülmüş bir enkaz gibi. Ama Halide Edip'in romanı ile kuşaktan kuşağa sürdürüyor yolculuğunu.