Hálá kararlılıkla sürdürdüğünüz sportif yaşamınız nasıl başladı? Benim oturduğum ev ile okul arasında epey bir mesafe vardı. Her gün sabah okula gider, öğleyin döner, sonra yeniden gider ve akşamüstü bir kez daha yürüyerek eve dönerdik. Her gün neredeyse 7-8 kilometre. Öte yandan lisenin de basket takımındaydım. Yazları hayatımız denizde geçerdi. Antalya Körfezi’ne sabahtan girilir, akşama kadar denizden çıkılmazdı. O dönemlerden kalan iyi bir alışkanlıktır düzenli spor yapmak, yapmaya çalışmak.
Yazları çalışırdınız aynı zamanda değil mi?
Evet çalışırdım. Babam ilgi çekici bir adamdı. Bilinçli bir şekilde beni olumlu etkilemeye çalışırdı. Milli mücadelenin içinden gelen biriydi. Örneğin, aldığı gazeteyi bana okuturdu. Onun bu tavrı, benim okuma alışkanlığıma büyük katkı sağlamıştır. Okula başlamadan okuma noktasına geldim. Evde göstermişlerdi. Okula giderken de babam gazeteyi getirir, "Oku bakalım" derdi ve ben de okurdum.
Hangi gazeteler?
Ulus ve Cumhuriyet okuruydu babam. Başka bir şey de yapardı. Okullar tatil olunca beni mutlaka akrabalarımızın yaşadığı yerlere gönderirdi. Onun temel felsefesi, "Dünya buradan ibaret değil, dünyayı tanı" üzerine kurulmuştu.
Bir hayat tecrübesi yani..
Evet! Bu ziyaretler benim dünya görüşümü, değişik ortamlara uyum yeteneğimi, insanları anlama, onların kurulu düzenleri içinde kendime yer tutma becerimi geliştirdi. Onlarla uyum içinde olabilme, psikolojik adaptasyon, bulunduğum durumu okuma.
Yetişmenize katkısı olmuş. Tabii! Örneğin ailenin bir başka kolu İstanbul’da otururdu. Onların ahşap tekneleri vardı, Antalya’ya gelirlerdi. Babam beni tekneye atar, "Sen de git" derdi. Erzaklar hazırlanır, yola koyulurduk. Çıkardık Antalya’dan, bir limandan karpuz alır, bir başka limana bırakırdık. İstanbul’a kadar böyle nakil yapa yapa giderdik.
İlk paranızı nasıl kazandınız? Babam, hayatın içine girmem, hayatı öğrenmem için simit sattırırdı bana. Antalya’da evimizin yakınında bir fırın vardı, hálá da vardır. Simitleri tablaya koyar, satışa çıkardık. Yani böyle başladık ufak ufak para kazanmaya.
Kendi işinizdi yani? Öyleydi! Sonra da özel bir inşaat şirketinde, Antalya- Kepez Sulama Projesi’ni üstlenmişti. Orada mira tuttum. Mira, yükseklik ölçümlerinde kullanılan 3-4 metre uzunluğundaki bir nevi cetveldir.
Eniştemin torpiliyle işe girdim
Parası iyi miydi?Mira tuttuğum inşaat şirketinin parası iyiydi. Zaman zaman inşaat şirketinin sahibiyle karşılaşırız, "Benim ilk işverenimdir" derim yanımızdakilere. Ondan sonra TMO Bölge Müdürü eniştemin torpiliyle Antalya’daki daireye girdik, buğday puantörü olarak.
Hepimiz yaptık anlaşılan. Ben çeltikte puantördüm, Okan da fındık puantörlüğü yapmış
SSK kartım bile vardı. Resmi kayda geçtim yani. Öbürleri resmi kayda geçmemişti.
Köşk için teslimiyet manzarası görüyorum
Tayyip Bey, Cumhurbaşkanı olacak mı?Olmak istediği kesin. Olmayı aradığı kesin. Toplumda yaşanan tartışmalar, gerginlikler onu caydırmaya yeter mi, doğrusu umutlu olamıyorum. Biz bunu sağlamaya çalışıyoruz. Ama onu çok kararlı görüyorum.
Eğer olursa nasıl bir gerginlik çıkar ortaya?
Şimdi burada önemli olay, Cumhurbaşkanlığı seçiminin bir yeni dönüm noktası olarak, herkes tarafından görülecek olmasıdır. Ve herkes ne olacak, diye bekleyecek. Siyaset süreci Cumhurbaşkanlığı seçimiyle bitmiyor çünkü. Cumhurbaşkanlığı seçimi kaygıların yükseldiği, tedirginliğin arttığı bir süreç olacak. Hemen ardından da gözler genel seçime çevrilecek. Genel
seçim, Cumhurbaşkanlığı seçimiyle yükselen kaygıları bertaraf edecek mi, yoksa daha da çığrından çıkaracak mı, diye insanlar genel seçime bakacak. Ben bu noktada Türkiye’de demokrasinin iki ayrı sınavda da başarıyla işlemesi gerektiğine inanıyorum.
Demokrasiye güveniyorsunuz. Türkiye’nin demokratik birikimi, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde de kendisini göstermelidir. Ancak, o konuda yeter, mutluluk verici bir tablo olduğunu söylemek mümkün değil. Bir teslimiyet manzarası görüyorum. Teslim olan çevreler de bu seçimin sorumluluğunu üstleniyorlar aslında. Her ne kadar "Uzlaşmayla olsunlar" diyorlarsa da...
İş dünyasını mı kastediyorsunuz?Evet! Seçimin sorumluluğunu üstleniyorlar. Keşke olmasa ve bunu, olmaması gerektiğini Türkiye demokrasi içinde anlatabilse. Kendisine saygı duyarak, ama kendisine olmaması gerektiğini kabul ettirebilse. Bu başarabilse iyi olur. Ben kendisini ikna etmeye çalışıyorum. Başarılabilse, demokrasinin gücü kanıtlanır. Ancak o aşamadan henüz uzak olduğumuz görülüyor. Ben Türkiye’nin aydınının, entelijansiyasının bu sınavı vermesini beklerdim, ama veremiyor. Şimdi bu sınavı halk verecek.
65 raporuyla batışı anlattım
1965 genel seçimleriyle ilgili hazırladığınız raporun CHP’nin gidişatını değiştirdiği söylenir. ABD’den yeni gelmiştim. 1961 yılında Siyasal’a Bahri Savcı Hoca’nın asistanı olarak girdim. CHP "Ortanın Solu" sloganıyla seçime girmiş. Ancak sonuçlar tam bir hezimet. ABD’de metodoloji de okumuştum. Seçim sonuçlarını temel alan bir analiz yaptım. Gördüm ki, banka ve piyasa ilişkilerinin oturduğu, pazar ekonomisinin hákim olduğu yerlerde ciddi bir yükseliş var. Buna karşı daha muhafazakár, daha tutucu kültürün egemen olduğu yerlerde parti batmış. Ama batış o kadar yüksek ki, modern ve dinamik yerlerdeki yükselişi kamufle ediyor. Önce Turan Güneş Hoca’ya anlattım. Hoca da değerlendirmeyi Ecevit’e aktarmış. Bir gün Ecevit’ten telefon geldi, o müthiş kibarlığıyla beni dinlemek istediğini söyledi. Gittim, anlattım; "Bunu İsmet İnönü’ye anlatabilir miyim?" diye sordu. Gayet tabii, dedim. Kısa bir süre sonra Paşa’ya da araştırmayı anlattım. Ecevit ve karşısındakiler de orada. Biz bir nevi Ecevit’e ve ortanın solu ekibine destek vermiş olduk.
Çantam olmadan aslaBir de neredeyse sapı koptu kopacak kahverengi bir çanta taşıyorsunuz? Nedir bu çantanın hikmeti? İçinde ne var?
Biliyor musunuz, o çanta üç kez elden geçti. Eskiyor, hemen tamire götürüyorum. Atıcı değil, toplayıcı bir yanım var. Çantaya her şeyi atıyorum. Eskidi bu, artık yeni bir çanta al derler, aldırmam. Ben giderim İstanbul’a, bulurum tamircisini, bizzat başında nasıl tamir etmeleri gerektiğini anlatırım.
Beni vekil yapmasaydı profesör olacaktım
Milletvekilliği nasıl geldi ?
Ben çok gönülsüz milletvekili oldum. Milletvekili olmaya ailemle birlikte direndik. 1973 seçimleri öncesinde Bülent Bey bana deklare etti kararını. Oysa ben 1973 yılında profesör olmasına bir yıl kalan, akademik hayatı çok seven bir doçenttim. Üstelik ABD’den de bir davet almıştım; ders vermek için. Hiçbir hazırlığımız da yoktu siyasete girmek için. Ne psikolojik ne maddi hiçbir hazırlığımız yoktu. İki çocuğumuzla birlikte hayata tutunmaya çalışıyorduk. Bendeki siyasetçi duygusu ancak 12 Eylül’den sonra gelişti.
Kabul etmek istemediniz yani Ecevit’in teklifini...
Direndik! Örneğin Olcay teklifi gözyaşları içinde karşıladı, hiç istemedi. Tavrımızı Ecevit’e söylediğimizde, "O zaman sen kendi kariyerini düşünüyor, kendi kişisel hesabını yapıyorsun. Biz ne diyoruz, sen ne diyorsun!" dedi. Müthiş sarsıldım! Olcay da ağlıyor, "Ne olur yapmayın" diye.
Ecevit’in sözü de epey ağır olmuş?O zaman "Tamam, ben bunu deneyeceğim. Ancak kontenjan milletvekili olmayı reddediyorum. Giderim kendi memleketime, seçilebilirsem seçilirim. Olmazsa da bunu bana söyleme hakkınız olmadığınızı kabul edersiniz" dedim. Böylelikle siyasi hayatım başladı.
Yüzümü her sabah kükürtlü sabunla yıkarım
Güne nasıl başlıyorsunuz?
Sabah 05.30’da kalkarım. Hemen tıraş olurum. Ardından da kükürtlü sabunla ikinci kez yüzümü sabunlarım. Tıraşta jilet kullanırım, makine değil. Defne sabunu ve su dışında, temizlik malzemesi kullanmam. Ne kolonya ne parfüm! Ve 06.15’te kapının önünde olurum. Oradan arkadaşlar alır, yürüyüşe gider ve 07.45’e kadar sürer bu yürüyüş.
Bu sabah da uydunuz mu programa? Evet! Bütçe görüşmeleri gece yarısı bitti. Üç gibi yatabildim, 05.30’da ayaktaydım. Vazgeçilmezlik bu. Kahvaltıda mutlaka maydanoz bulunur. Bol meyve suyu, taze sıkılmış meyve suyu. Öte yandan en harcıalem saatleri kullanırım. Basit hiçbir özelliği olmayan. Mesela uzun süre uçaklarda satılan basit saatlerden kullandım. Yalın bir hayat tarzı. İyi bir psikolog buradan bir tahlil çıkartır yani.
Annesi hocamdı bizi hep birbirimize yakıştırırdı
Olcay Hanım’la nasıl tanıştınız?
Önce okul arkadaşıydık, ancak ayrı sınıflarda. Olcay’ın annesi benim öğretmenimdi. Bir kuşağın sembol öğretmenleri arasındaydı Şükriye Hanım. Lise son sınıfa kadar böyle geçti, iki arkadaş olarak. Hatta lise son sınıfta beraberliğimizin başlamasının ardından Şükriye Hanım, "Ben sizi hep birbirinize yakıştırdım. Ne güzel olur birlikte olsalar" derdim, itirafında bulundu. İlişkimiz yoktu ama Şükriye Hanım öyle kurarmış kafasında.
Menderes’e üzüldüm
Örneğin 27 Mayıs’ı nasıl karşıladınız? Şunu söylemekle yetineyim ki 27 Mayıs günü Olcay’la beraberdik. Bir büyük sevinç ve mutluluk içinde değildim. Onun ötesi hatta. Şimdi bu konulara burada girmek istemiyorum, ama duygularım bu yöndeydi.
Ya Adnan Menderes’in idamını duyduğunuza... Üzüldünüz mü?Hiç şüphesiz. Çok! İsmet İnönü, Menderes’in asılmasını engellemeye çalıştı. Çok büyük mücadele verdi. Berin Hanım, eşini ziyaret etti. Büyük içtenlikli bir mücadele yürüttü İsmet Paşa. Biz de onun bu mücadelesine saygı duyduk.