Güncelleme Tarihi:
‘YENİ TÜRKİYE’NİN YAYGINLAŞMASI YENİ
Seçimlerden önce şöyle bir sözünüz var: Seçmen eski Türkiye ile yeni Türkiye arasında bir tercihte bulunacak... Seçmen tercihini yaptı, bugün de TBMM yeni sistemle açılıyor. Ne göreceğiz?
Geçmiş devlet pratiklerinde kendi vatandaşını tehdit olarak gören bir rejim vardı. Sistem Alevileri, Sünnileri, Kürtleri, İslamcıları ve rejime muhalif herkesi öteki olarak kodlamıştı. Vatandaş ise devletine küskündü. İşte ‘yeni Türkiye’ kavramsallaştırması bunu değiştirdi ve değiştirecek. ‘Yeni Türkiye’ sözcüğü yeni bir tartışma gibi görünse de bu kavramı ilk kullanan Mustafa Kemal’dir. Diğer taraftan 27 Mayıs askeri müdahalesinden sonra yine ‘yeni Türkiye’ kavramı kullanılıyor.
Buradan nereye varacaksınız?
‘Yeni Türkiye’ kavramı yaygınlaşması yeni, kendisi eski bir kavram. ‘Yeni Türkiye’ sözcüğü AK Parti’nin bulduğu değil, meşhur ettiği bir terim. Biliyor musunuz, 1961’de Ekrem Alican Yeni Türkiye Partisi adında bir parti kuruyor. 2002’de İsmail Cem’in kurduğu partinin adı da Yeni Türkiye Partisi’dir.
Biz niçin sürekli böyle bir arayıştayız?
Çünkü Yeni Türkiye umudu, bu milletin hayallerini ifade ediyor. İnsanlar politik tercihlerde bulunurken umuda, geleceğe ve bir ütopyaya oy veriyorlar. Kamuoyunda bilinenin aksine kara propaganda karşılık bulmuyor. Umudu yeşerten, insanımıza güven veren ‘yeni Türkiye’ vaadimiz ise heyecan yaratıyor. 24 Haziran seçim kampanyamızda yeni bir toplumsal sözleşme vaadimiz bu anlamda önemliydi.
Peki, 24 Haziran’da vaat ettiğiniz yeni toplumsal sözleşmenin getirilerini hayatımızda nasıl hissedeceğiz?
Yeni toplumsal sözleşme, birey-devlet, birey-toplum ilişkilerini ve devleti yeniden yapılandırmayı kapsıyor. Başka bir anlamda ‘yeni Türkiye’ sözcüğü bir arayışın, bir hayalin, bir yolculuğun hikâyesidir. Refahı büyütmek. Hürriyetleri büyütmek. İnsan onurunu büyütmek. Yani, Şeyh Edebali’nin Osmangazi’ye öğüdü gibi ‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın’ felsefesi.
REFORMCULUK AK PARTİ’NİN KARAKTERİ
Bunu biraz açar mısınız?
Türkiye’de ilk defa kimliklerin üzerindeki baskıların kalkması, inkâr ve ret politikalarının son bulmasını söyleyebilirim. Biz buna ‘sessiz devrim’ diyoruz. Sadece kamusal alandaki dini düzenlemeler değil, sahada devrim sayılacak pek çok reform yapıldı. Neredeyse 10 Alevi çalıştayı yapıldı ve insanlar bu çalıştaylarla ilk defa kendi kimliklerini ifade etmeye başladılar. ‘Milli Birlik’, ‘Kardeşlik’ ve ‘Açılım’ toplantıları yapıldı. Gayrimüslim vatandaşlarımızın vakıflarıyla ilgili devrim sayılacak adımlar atıldı.
Türkiye entelijansiyası büyük ölçüde 2009, hatta 2010’a kadar AK Parti’ye destek verdi. Fakat sonra ipler koptu, tam karşısında yer almaya başladı. Bir yerde hata yaptığınızı düşünüyor musunuz?
İnsan yaşarken tarihin öznesi olduğunun farkında olmaz. Somut bir örnek vermek gerekirse, Leonardo da Vinci ile Michelangelo Floransa’da kol kola girip, “Hadi gel, Rönesans’ı başlatalım” demediler. Onlar sanatta, mimaride, edebiyatta yeni bir dönemi başlattılar ve yaşarken bunun büyük bir aydınlanma olduğunun farkında bile değillerdi. Daha sonra gelenler buna ‘Rönesans’ dediler. Bu tanımlama bizim partimiz için de geçerlidir. AK Parti’nin reformlarının tarihselliğini biz yaşarken tam olarak anlayamayız. Bunun hükmünü tarih verecek. Reformculuk AK Parti’nin karakteridir. Muhafazakâr siyasetin temel prensiplerinden biri süreklilik içinde değişimdir. Fakat aynı ırmakta iki kere yıkanılmıyor. 2009’un koşulları farklıydı, bugünün koşulları farklı. AK Parti’nin 18 yıllık iktidarında yeni bir birey ve yeni bir sosyoloji ortaya çıktı.
Nasıl bir birey?
Dünyayı tanıyan, refah düzeyi yüksek, daha iyi eğitimli, daha şehirli, lisan bilen, özgüveni yüksek bir birey. Bu yeni bireyler, yeni bir sosyoloji oluşturdu. Bu yeni sosyoloji bizden yeni siyaset talebinde bulunuyor. Türkiye bunu daha önce de yaşadı. Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle köyden kente büyük bir göç başladı. Plansız göç şehirlerin çeperlerinde yeni şehirler doğurdu. Gecekondular oluştu. Göçle gelen bu kesimler 1970’lere gelindiğinde yepyeni siyasal ve toplumsal taleplerle ortaya çıktılar.
Yeni birey eskisinden farklı ne talep ediyor?
Mesela çevre talebi var. Daha yeşil bir dünya ve Türkiye talebi var. 2000’lerin başında insanların aş, iş, ekmek talebi vardı. Öncelikleri evine ekmek götürmekti.
Peki, AK Parti’nin yeni dönemde daha yeşil bir Türkiye hedefi var mı?
Tabii ki var. 24 Haziran seçimlerinde statların yerine Millet Bahçeleri vaadi ve Cumhurbaşkanımızın dikey şehirleşme değil, yatay şehirleşme söylemi bu kritiğin bir sonucudur. Bizim kendi elimizle büyüttüğümüzbir Türkiye var. Bu Türkiye’nin yeni siyasi talepleri var ve yeni dönemde o taleplere daha fazla kulak kabartmalıyız.
Ya çevreden başka talepler?
Türkiye’nin bir hikâyesi var. İmparatorluk mirası üzerine kurulmuş bir ülke. Burası Atatürk ve silah arkadaşlarının kurduğu bir Cumhuriyet ve Cumhuriyet’in payidar kalması gerekir. İkincisi hürriyetler... Bu konuda büyük bir duyarlılık var. Üçüncüsü refahın yükseltilmesi. Bakınız, bunlar geçmişte de sıklıkla dile getirilmiştir. Demokrat Parti’nin hayali kalkınmış bir Türkiye kurmaktı. Adalet Partisi’nin ‘büyük Türkiye’ talebi var. ANAP teşebbüs hürriyetini, din ve vicdan, düşünce hürriyetini getireceği vaadinde bulunmuştu.
TÜRKİYE’NİN ÖNÜ AYDINLIKTIR
Bugüne geldiğimizde durum nedir?
Adalet, kalkınma, hürriyet, refah söylemlerinin bugünkü sahibi AK Parti’dir. Partimiz çok eleştiriliyor ama bunlar normal. Türk siyasal hayatı bir darbeler tarihidir. Her mücadele sancılı olur. Ülkemiz her 10 yılda bir darbelerin yaşandığı, siyasal yasakların, idamların olduğu bir düzenden bugüne geldi. Eksikler yok mu, tabii ki var. Gündelik siyasetin içinde problemler olur ama ben Türkiye’nin önünün aydınlık olduğunu düşünüyorum. Çok büyük hatalar yapmadığımız sürece Türkiye ekonomisiyle, insan kaynağıyla, heyecan verici hikâyesiyle parlak bir geleceğe doğru yol alıyor. Şimdi yeni bir yolun başlangıcındayız.
Başkanlık sistemiyle ilgili kitap yazdınız. ‘Sistem değil, rejim değişiyor’ eleştirilerini yanıtlar mısınız?
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz diye güzel bir söz var. Türkiye’de rejim değişti diyenler bir tek kanıt gösteremezler. Başkanlık sistemi uzun bir arayış sonunda gelmiştir. Merkez sağdaki tüm liderler başkanlık sistemini istediler. Demirel, Özal, Türkeş, Erbakan, Muhsin Yazıcıoğlu başkanlık sistemini savundular. Çünkü bizim güçlü bir yönetime ve kalıcı istikrara ihtiyacımız var. Türkiye yönetilmesi zor bir ülkedir. 2017 Cumhurbaşkanlığı Referandumu yapıldığında Cumhuriyetimiz 94 yaşındaydı. Fakat 65 hükümet kurulmuştu. Geriye yaslanın ve az düşünün lütfen. 15 ayda bir başbakan değişmiş. Böyle bir düzende istikrardan, büyümeden, ileri bir yürüyüşten bahsedilebilir mi?
Şimdi ne değişecek?
Şimdi ilk defa ülkeyi beş yıllığına yönetecek güçlü bir başkan var. Seçimler beş yılda bir olacak. Artık yüzde 51 oy alabilmek için geniş toplum kesimleriyle güvene dayalı bir sözleşme imzalamanız gerekiyor. Parlamenter sistemde koalisyon partiler arasında kuruluyordu, şimdi milletle kuruluyor. Seçilen başkan, beş yıl sonra toplumun önünde hesap verecek. Eğer yanlış yaparsa gidecek, yerine başka bir başkan ve hükümet gelecek.
Yeni dönemde üç öncelik
“Yeni bir yolun başlangıcındayız” dediniz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gerek ABD, gerek Almanya gezisinde kullandığı yapıcı dile baktığımızda bu aynı zamanda bir barışma dönemi diyebilir miyiz?
Şunu söylemek istiyorum: Bütün bu toplumsal ve siyasal kritikler, AK Parti’mizin içinde de yapılıyor. Biz özgüvenli bir siyasi hareketiz. Tabii ki 2007’de öncelikler başkaydı. Bugünkü öncelikler başka. Dünyada da durum böyledir. 15 Temmuz’da F-16’ların uçtuğu, tankların insanların üzerine sürüldüğü, TBMM’nin bombalandığı, 250 şehidimizin olduğu büyük bir darbe girişimini yaşadık. Böyle bir atmosferde tabii ki Türkiye’nin öncelikleri değişmiştir. Doğal olarak demokrasiyi ve devleti koruma duygusu öne çıktı. Bu bir ontolojik ihtiyaçtı. Cumhurbaşkanımızın BM’de yaptığı konuşma, Amerika ve Almanya ziyaretleri Türkiye’nin özgül ağırlığını ve pilot rolünü bir kez daha gösterdi.
AK Parti değişti mi?
AK Parti programını değiştirmedi. Toplumsal ve siyasal koşullar değişti. Türkiye’nin öncelikleri değişti. AK Parti de bir parça kendi gündeminin dışına çıktı, şimdi Cumhurbaşkanlığı sisteminde yeniden otobanda olacak. Yeni dönemde üç önceliğimiz var. Öncelikli gündemimiz refahı büyütmek. Kişi başına geliri 20 bin dolara çıkardığımızda sorunlarımız kendiliğinden küçülecek. Türkiye büyürse sorunları küçülecek. O zaman demokrasimiz de daha az tehdit altında olacak. İkincisi, reformlarımızın kurumsallaşması ve AB meselesi. Daha önce Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği gibi bunun adı ister Kopenhag kriteri, ister Ankara kriteri olsun, Türkiye’nin yeni toplumsal sözleşmesinin kriterlerinden biri de budur.
Gündelik hayattan şehircilik meselesine, din-devlet ilişkisinden birey-devlet ilişkisine parti programımızda yazan hedeflerimize ulaşmamız lazım. Bizim bu hedefleri gerçekleştirebilecek kurmay zekâmız var.
15 TEMMUZ LAİKLİĞİN ÖNEMİNİ GÖSTERDİ
Muhalif kesimin taleplerini de gündeminize alacak mısınız?
Başkanlık sistemi tam da bunun için var aslında. Başkanlık sisteminde seçim bittikten sonra başkan sadece kendi partisinin başkanı değil, Türkiye’nin başkanı. Yüzde 51 oy cari sorunlarını çözmek için büyük bir imkân sağlıyor. Çünkü parlamenter sistemde kendi tabanınızın baskısı altında kalıyordunuz. Başkanlık sisteminde ise taban sadece kendi seçmenimiz değil, bütün Türkiye.
Söyledikleriniz yine ‘barışma dönemi’nin sinyallerini veriyor.
Tabii ki. Aslında barışmak için küs olmak gerekir. Sitem, sevgiden ve bir umuttan kaynaklanır. Başkan beş yıllığına seçiliyor. Tarihe not düşme, tarihe geçme yaklaşımı daha çok öne çıkacaktır. Hal böyle olunca başkan diğer toplum kesimlerinin de taleplerini dikkate alacak ve dinleyecektir.
Batı’yla yakınlaşma da bu dönemin bir argümanı mı?
Avrupa değerlerinin korunması konusunda Batı’nın kendine Batıcı olduğunu düşünüyorum. 15 Temmuz’da gösterdikleri ikiyüzlü tavır düşünüldüğünde manzara daha da netleşiyor. Avrupa’nın çifte standardına rağmen Türkiye’nin yönü Batı’dır. Zaten biz yerli ve milli kavramını ortaya attığımızda kapıları, pencereleri kapatalım demiyoruz; yerli olmak evrensel değerlerden uzaklaşmak anlamına gelmiyor.
Peki, bu nasıl olacak?
Şekilci bir Batı hayranlığına karşı kendi değerlerimizle Batı’yla birlik olalım istiyoruz. Onurlu bir birliktelik. 15 Temmuz FETÖ’cü hain darbe girişimi bizim için demokrasinin ne kadar önemli olduğunu, laikliğin ne kadar önemli olduğunu, din yaftası altında bazı şarlatanların dini kullanarak demokrasiye ve milletimize kastetmek istediğini gösterdi.
AK PARTİ İKTİDARDAKİ MUHALEFETTİR
Önümüzde yerel seçimler var. AK Parti’nin yürüteceği stratejiyi anlatır mısınız?
Buna partimizin ilgili kurulları karar verecek. Ben sadece kişisel görüşlerimi ifade edebilirim. Biz “Yerel yönetimler demokrasinin okuludur” sözünü hayata geçirmiş bir partiyiz. 1994’te SHP’den yerel yönetimleri devraldık, sonra ülke çapında iktidara yürüdük. SHP önce yerel iktidarı, sonra ulusal iktidarı kaybetti. Bu seçimlerde de bakın, göreceksiniz, AK Parti büyük şehirler dahil her yerde kazanacaktır. Çünkü AK Parti ‘umut’tur.
Nasıl bu kadar iddialısınız?
Çünkü AK Parti organik bir siyasi harekettir. Başarısının en büyük nedenlerinden biri lideri, diğeri partimizin milletle olan bağıdır. AK Parti, iktidardaki muhalefettir. İktidardayken de kritik yapabiliyor. Partimiz millete rağmen siyaset yapan bir parti değil, milletle beraber siyaset yapan bir harekettir. AK Parti canlı bir organizma gibidir. Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan ise Atatürk’le beraber Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli liderlerden biridir. Tarih bunu gösterecektir. Cumhurbaşkanımızın her lidere nasip olmayacak büyük bir toplumsal desteği var. 18 yıllık iktidarın sonunda yüzde 52’lik bir oranla Cumhurbaşkanı seçilmek dünyada az görülen bir liderlikle mümkün. Büyük dönüşümleri büyük liderler yapmıştır. De Gaulle gibi, Helmut Kohl gibi, Margaret Thatcher gibi... Ülkemizdeki bu büyük dönüşümü de ancak Tayyip Erdoğan gibi büyük bir lider başarabilirdi.
ÖZAL’DAN SONRA AK PARTİ’NİN KİTABI GELİYOR
Özal’ın tarihi konuşmalarından oluşan yeni kitabınızın önsözünde ona hayranlığınızı dile getiriyorsunuz. Bugün yaşıyor olsaydı ANAP’ta mı yoksa AK Parti’de mi siyaset yapardınız?
Ben AK Partiliyim. Tabii ki Recep Tayyip Erdoğan’la siyaset yapardım. Özal büyük bir lider ve büyük bir reformcuydu. Romantik bir Türkiye milliyetçisiydi. Türkiye’nin en iyi yetişmiş siyasetçilerinden biriydi. Özal’ın yaptığı reformlar AK Parti’nin iktidara gelmesine zemin hazırladı. Özal’ın konuşmalarını derledim, çünkü bu konuşmaların önemli olduğunu düşünüyorum.
Konuşmaları derlerken neyi kıstas aldınız?
Tarihe not düşen, iz bırakan konuşmalar olsun istedim. Özal kalkınma, şehirleşme, AB, insan hakları, güvenlik, din-devlet ilişkileri, adalet, reform meselelerini çok iyi tahlil etmişti. Yeni kuşaklar tarafından da okunmasını istedim.
Özal kitabınızda “Özal’ın en büyük mirası Türk milletine ‘yapabiliriz’i aşılamaktır” diyorsunuz. Yapabilir miyiz sahiden?
Tabii ki. Geçmişte Özal’ın yaptıkları bugün Türkiye’nin üçüncü havalimanını yapabilmesinin önünü açtı. Bugün yapılanlar da gelecek kuşaklara başka bir birikim sağlıyor. Turgut Özal, milletimize başkası olmadan kendisi olmayı, biz kalarak muasır medeniyet seviyesine çıkabileceğimizi gösteren bir lider. Asıl önemlisi topluma özgüven duygusu veren bir lider. Bürokratik oligarşiye, vesayet rejimine direnen biridir. İktidarda olmasına rağmen muhalif bir liderdi. Cumhurbaşkanlığı döneminde yaptığı konuşmalara bakıldığında bu çok daha iyi anlaşılabilir. Muhalif olmak illa karşı çıkmak değildir. Kritik etme, daha iyiyi isteme anlamında muhaliftir. Cumhurbaşkanımız da böyledir.
Şimdi yeni bir kitap geliyor. Hazırlanmakta olan AK Parti kitabını anlatır mısınız?
AK Parti neyi temsil ediyor, arkasında kim var, neyi başarmak istiyor, nasıl bir Türkiye hayali var, bunun hikâyesini yazmak istedim. Son okumaları yapıyoruz, önümüzdeki aylarda çıkacak inşallah.
HATAY’A NOBEL BARIŞ ÖDÜLÜ VERİLMESİ LAZIM
Hatay milletvekilisiniz. Sosyal medya hesaplarınızda ‘Hatay benim sevdamdır’ dediğinizi görüyoruz. Hatay Suriye’deki iç savaştan çok etkilendi. Olası İdlib operasyonundan yine en çok etkilenecek yerlerin başında. Bölgeyi nasıl okuyorsunuz?
Hatay, yaranın kanayan ucunda yer alıyor. Hatay’da çok sayıda Suriyeli misafir var. Bunların barınması, beslenmesi, gündelik hayata oryantasyonu ciddi problemler yaratıyor. Hatay şu anda 350 bin Suriyeliye ev sahipliği yapıyor ve çok şükür büyük sorunlar çıkmadı. Bu rakam dahi tek başına Hatay’a Nobel Barış Ödülü verilmesi için yeter sebeptir. İdlib meselesinde Başkan Erdoğan ile Putin arasındaki anlaşma Türkiye’nin başarısıdır. İnşallah bir sıcak müdahale olmaz, yeni bir göç baskısı oluşmaz.
HATAY BİR MODEL ŞEHİRDİR
“Biz Suriye meselesinden en çok etkilenen şehirlerin başında geliyoruz. Hatay bir medeniyetler şehridir. Farklı kültürlerin, inançların, kimliklerin bir arada kardeşçe yaşadığı örnek şehirdir. Bu anlamda Suriye’ye de dünyaya da model olacak bir pratiğimiz var. Şu anda Ermeni, Ortodoks, Musevi, Sünni, Alevi, Nusayri ibadetlerini yan yana yapıyor. Hiçbir sorun yaşanmıyor. Herkes herkese saygı duyuyor. Birlikte yaşama modelinin en canlı yerlerinden biri Hatay’dır. Hataylılar artık Suriye meselesinin çözülmesini arzu ediyorlar.”