Güncelleme Tarihi:
Bu trene çok bindim. Güzergahın kuzeyinden ve ortasından vagona girdim, güneye indim. Hattın güneyinden ve ortasından katara daldım, kuzeye çıktım. İsyankar ve maceracı bir gençliğin raylarında ‘Şimal Yıldızı’yla kaydım. Şimdi çeyrek asrı geçti, şaçı sakalına karışmış havai bir pejmürde olarak eksprese ilk adım attığımda dahi römork artık çoktan elektrikliye dönüşmüştü.
Şimal Yıldızı, Kuzey Yıldızı veya Kutup Yıldızı, Küçükayı'nın alfa noktasındaki bu dost pırıltı sanıldığının tersine tek ve aynı değildir.
Sihirli ışık aslında her otuz yılda bir gökkubbedeki yerini terkeder.
Bugünkü Polaris evrene uçar ve onun tahtına bir başkası kurulur.
Kozmografyanın diyalektiği böyledir, Şimal Yıldızı hep kuzeyi işaretlese de işareti verenin kimliği hiç durmadan değişir.
Ancak ben astronomik atlastaki yön simgesinden söz etmeyeceğim.
Kainatın Şimal Yıldızı'nda değil rayların ‘Şimal Yıldızı’nda kayacağım.
* * *
MALUM, başta bizim şehrimizi bandıra limanı bellemiş ‘Şark Ekspresi’ olmak üzere dünyada pek çok efsane tren vardı ama bunların hemen hepsi uzak mesafe katarlarından oluşurdu. Veya hala oluşuyor... Örneğin, Moskova'da istim tutan ‘Trans - Sibirya’ ancak Vladivostok'a nefeslenir ya da Buenos Aires'ten kalkan ‘Trans - Pampa’ sonsuz Latinliklere dalar. Bunlar zamanda ve mekanda kaybolur.
Bir tanesi hariç !..
Paris - Brüksel - Amsterdam arasında işleyen ‘Şimal Yıldızı’ efsane tren kategorisine girmesine rağmen topu topu beş yüz elli kilometre yol katederdi.
Dur, bin, in, kalk, eh işte beş buçuk - altı saatte menzile ulaşırdı.
Bu açıdan hem Avrupa'da çalışan raylı vasıtaların en hızlısıydı, hem de üç farklı ülkeyi böylesine birbirine yakınlaştırmış olan en eski modern taşıttı.
‘Şimal Yıldızı’ ekspresi Küçükayı'nın alfa noktasına uçan Polaris trendi.
* * *
BU trene çok bindim. Güzergahın kuzeyinden ve ortasından vagona girdim, güneye indim. Hattın güneyinden ve ortasından katara daldım, kuzeye çıktım.
İsyankar ve maceracı bir gençliğin raylarında ‘Şimal Yıldızı’yla kaydım.
Kuşkusuz, otuzlu yılların o dahiyane afişinde yer alan ve Büyük Loewy'nin dizayn ettiği buharlı lokomotiften fışkıran emsalsiz moderniteye yetişemedim.
Şimdi çeyrek asrı geçti, şaçı sakalına karışmış havai bir pejmürde olarak eksprese ilk adım attığımda dahi römork artık çoktan elektrikliye dönüşmüştü.
Birinci sınıf vagonlarda da kadife koltuk yoktu.
Zaten, ekabirleştikten sonra yapmış olduğum nihai yolculuklar hariç ‘Şimal Yıldızı’nın birinci mevkisinde hiç seyahat edemedim. Birinci ne kelime, ikinci sınıf numaralıya bile param çıkışmadığından defalarca koridora dikildim.
Sırt çantamı kenara ittim, parka cebimden tütün çıkardım, maharetle cigara sardım ve bu durumlarda ters istikamete oynamak gerekir, yukarıdan geliyorsam benim hal oluş tarzımdaki Felemenk kızlara, aşağıdan geliyorsam da yine benim hal ve oluş tarzımdaki Latin kızlara teklifsizce ‘içer misin ?’ diye sordum.
Üstelik malum, ‘Şimal Yıldızı’ ekspresi Amsterdam'ın hülyalı dumanlarını da çevre coğrafyaya üfürdüğü için gümrükçüler nezdinde pek netamelidir, onlar hem tütünümü, hem de üstümü başımı lime lime ararlarken ben kıs kıs güldüm.
Ama, meteliğim olmadığı için trene biletsiz bindiğim ve tüm güzergah boyu kontrolörle köşe kapmaca oynayarak kazasız belasız Paris'e vardığım bir gece, ‘Şimali Fransa Şimendifer Kumpanyası’ yazan istasyon peronunda beni bekleyen kadına kavuştuğumda muziplikten değil vartayı atlatmış olmaktan dolayı güldüm.
* * *
‘ŞİMAL Yıldızı’yla kuzeye uzandığım bazı melankoli yolculuklarında ise önce asla oturamadığım yemekli vagonun mahrem abajurları altında iyi şaraplar tadan burjuvalara hınçla bakardım. Sonra da hışımla büfe tarafına geçerdim.
Makas değişimlerinde sallanan tezgaha yaslanarak ucuz şaraplar içer ve kararmakta olan kış akşamının içinden ezbere bildiğim dışarısını seyrederdim.
İşte Birinci Savaş hortlaklarının ovadan haykırdığı Fransız Flamanyası; işte lokomotifin proleter konuşmalarla değiştirildiği Belçika sınırı; işte taşralılığında gizemli Mons; işte, önce Güney, sonra Merkez, daha sonra Kuzey istasyonlarıyla yağmur içenlerin ve sis yalayanların gerçeküstü ve gerçekötesi şehri Brüksel; işte ‘art deco’ mimarisi ve mücevheratçı vitrinleriyle görkemli Anvers garı; işte yeşili laciverte dönüştürmekte olan buğulu Hollanda; işte Möz ve Ren ırmakları deltasındaki ilk yosun kokuları; ve işte kanalları, salapuryaları, bisikletleri, tramvayları ve orospularıyla Amsterdam...
Kuzey Denizi tam peronun nihayetinde başlar ve Kutup Yıldızı tam saat kulesinin tepesinde belirirdi. Etraf patates kızartması ve bira kokardı.
‘Şimal Yıldızı’ ekspresi Küçükayı'nın alfa noktasına burada ulaşırdı.
Avrupa'nın en eski uluslarası treni burada gökkubbenin Polaris'i olurdu.
* * *
GAZETEDE okudum ki artık ‘Şimal Yıldızı’ treni bitmiş. Tarihe karışmış.
Onun yerine Paris - Brüksel - Amsterdam arasındaki beş yüz elli kilometre mesafeyi yalnız iki saat on dakikaya indiren ‘Thalys’ ekspresi hizmete girmiş.
Mübarek sanki tren değil sterilize bir roket... Polaris'e uçan füze...
Bir hüzünlendim ki ! Gençliğim iyiden iyiye gitmiş. Yıldızım kaymış.
Şimdi asi istasyonlarımı, flört kompartımanlarımı, sarma cigaralarımı, kap kaç kontrolörlerimi, kuzey melankolilerimi ara ki bulasın. Şıp bin, şıp in...
Fakat biliyorum, Küçükayı'nın alfa noktasındaki Kutup Yıldızı her otuz yılda bir yenilenir. Yanılsamadır, daima aynı kaldığı sanılsa da hep değişir.
Biliyorum, kainatta veya rayda Şimal Yıldızı hiç durmadan dönüşür.