Güncelleme Tarihi:
Eren Keskin, hayatını insan hakları ihlalleri davalarına adamış bir avukat. En dikenli konulara girmekten kaçınmayan, bunun için cezaevine giren, silahlı saldırılara uğrayan, avukatlıktan men edilen bir isim. Bütün bunlara alışık bir insan olsa da asıl zor dönemi, Abdullah Öcalan 1999'da yakalanıp Türkiye'ye getirildiğinde kendisini savunmak için başvuran ilk avukat grubunda yer alınca başlamış. Organizasyonunda yer aldığı 'Öcalan'a Özgürlük Platformu'nun dün İstanbul'da düzenlediği uluslararası konferans öncesinde buluştuk. İmralı ekseninde yaşanan son gelişmeleri konuştuk, bir de Paris'te geçen hafta öldürülen arkadaşlarını.
SÃœRECÄ° ORTADOÄžU'DAKÄ° GELÄ°ÅžMELER DAYATTI
Çok farklı kesimlerden kişilerin davalarına bakıyorsunuz ama daha çok Kürt meselesi eksenindeki davalarla anılıyor isminiz. Konumuzla ilgisi var diye soruyorum, siz de Kürt müsünüz?
Anne tarafından Çerkezim. Babam Sivaslı. Ama baba tarafım çok asimile bir aile. Babamın akrabalarından biri bana 14 yaşındayken Kürt olduğumuzu söyledi. Sadece bu kadar bilgim var. Ama Kürt meselesi üzerine de bundan sonra yoğunlaştım. Kürt sorununun insani acılarla yaşanan yönünün çok konuşulmadığını düşünüyorum. Biz o acıları yerinde gördük. O yüzden de bu işin içinde kalmayı önemsedim. Bir çok başka işler yapabilirdik, ama bir kere o acının yaşandığı yeri gördünüz mü kopamıyorsunuz bir daha. Sanki borçlu hissediyorsunuz. Kriz çözmek için biraz da sistemi zorlamak gerekiyor. Öcalan ve PKK ağza alınmıyordu. Bu nedenle insanlar öldü, gözaltında kaybedildi, köyler yakıldı. Peki şimdi ne oldu? Neden biz cezaevlerine girdik? Ben sırf Kürdistan kavramını kullandım diye bir yıl mesleğimden yasaklandım. Şimdi herkes diyor. Neden sadece devlet istediği zaman ya da büyük güçler istediği zaman konuşma hakkınızı kullanabiliyorsunuz?
Devlet bugün neden istiyor?
Bugün Ortadoğu'daki gelişmeler bir süreç dayattı. Bundan 10 yıl önce Irak Kürdistan'ının liderleri neredeyse terörist olarak görülüyordu. Ama bugün onlar Türkiye'nin ittifak kurmak zorunda kaldıkları yapılar haline geldiler, daha da gelecekler. Bu noktada açık olan şu; eğer Türkiye de bu sorununu çözecekse Öcalan'sız, PKK'siz olmaz. Çünkü başka çıkar yolu yok. Ergenekon süreci de benzerdir. Türkiye'de derin devleti çözecek güçte, AK Parti de dahil, hiç bir yapının olduğuna inanmıyorum. Emperyal güçler, başta Amerika tabii ki, istemeseydi böyle bir Ergenekon süreci falan da başlamazdı Türkiye'de. Kaldı ki bir sivilleşme de görmüyoruz. Türkiye'de Türk-İslam sentezci yaklaşım hep kavga etmiş ama temel noktalarda hep anlaşmışlar. Örneğin Kürt sorununun çözümü konusunda bugün İslami kesimle askeri çevreler arasında fazla bir fark yoktur.
EMPERYAL GÜÇLER BELİRLEYİCİ
Meseleyi Türkiye'nin tek başına çözmesi mümkün değil diyorsunuz.
Kürt sorununu sadece Türkiye'nin sorunu olarak görmüyorum. Kürdistan gerçekliği diye bir şey var. Bu, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu Mustafa Kemal'in cumhuriyetin ilk yıllarında yayınladığı tamimlerde bile var, meclis konuşmalarında var. Selçuklu'dan bu yana Kürdistan diye bir yer var. Bu yok edilmiş. Ama bugün sanki Irak'ta, İran'da, Suriye'de, Türkiye'de yeni bir başkaldırı süreci var. Bunu yeni bir devlet kurulsun anlamında söylemiyorum. Kürdistan coğrafyasında sadece Türkiye'yi değil, Ortadoğu'nun 4 ülkesini çok temelden ilgilendiren bir sorun var. Emperyal güçlerin politikaları burada son derece önemli. Irak'ta kısmi bir çözüm oldu. Sanıyorum şimdi sırada Türkiye ve Suriye var, arkadan İran gelecek. Bundan kaçış yok. Bu sorun bir şekilde çözülecek.
Madem emperyal güçlerin istediği oluyor, ABD size göre bugün nasıl bir noktadan yaklaşıyor meseleye?
Kürdistan konusunda Amerika'nın eski sertlikte olmadığı anlaşılıyor. Kürdistan fikrine artık o kadar uzak olmadığını düşünüyorum. Amerika elbette ilk önce kendi çıkarlarını düşünür. Ama Kürt hareketinin gücünü de gördü bence. Cengiz Çandar, 'Mezapotamya Ekspresi'nde çok anlamlı bir cümle kullanmış; 'PKK sadece bir örgüt değildir, bir ruh halidir. Ruh hali olarak örgüt olan PKK'den daha güçlüdür'. Sorunun adı aslında Kürdistan sorunudur, çok boyutlu uluslararası bir meseledir, çözümü de uzun ve zor bir meseledir. Bizim bugün beklediğimiz adımlar bence kesin çözüm olmayacak.
SAKİNE ÖZGÜRLÜKÇÜ KADIN-ERKEK İLİŞKİSİNİ SAVUNURDU
Sakine Cansız'ı nereden tanıyorsunuz?
Bir yasa değişikliği oldu ve 1991'de cezaevinden çıktılar. Sakine Cansız, Diyarbakır Cezaevi gerçeğini yaşamış, çok ağır işkenceler yaşamış olmasına rağmen ifade vermemiş, cesur kimliğiyle de tanınan bir kadın. 91'de ilk bizim büromuza geldi ve ilişkimiz başladı. Yurt dışına her gittiğimde onun olduğu yerlerde görüşüyorduk. Uzun uzun sohbetler yapardık. Hatta aynı evde kaldığımız da oldu. Sakine'yi ben hep gerçek bir feminist, kadın hakları savucusu olarak tanıdım. Aslında silahlı bir örgüt mensubu ama anti-militarist. Çok ilginç. Herkesle tartışabilen, görüşlerini çok açık söyleyen biriydi.
Zaman zaman Öcalan'la da ters düştüğü biliniyor.
Görüşlerini sakınmayan, gizleyip susan biri değildi. Sakine Cansız sadece PKK içinde değil, bütün Kürt çevreleri içinde sevilen ve sayılan bir insan. Sakine aslında son derece barışçıl, anaç, her sorunu anlamaya çalışan , geniş bakan, kadın erkek ilişkilerine de geniş bakan, tutucu olmayan bir kadındı. Sakine gerçekten özgürlükçü ilişkileri savunan, iktidar kavramını sorgulayan bir insandı.
FÄ°DAN FRANSIZ PARLAMENTOSU'NDAKÄ° TOPLANTILARDA HEP BAÅžROLDEYDÄ°
Diğer iki kadını da tanır mıydınız?
Fidan'ı ben Rojbin olarak tanıyorum. Hatta şöyle bir şey oldu. Ben gerçek ismini bilmiyordum. Bu haberler ilk geldiğinde hemen Rojbin'i arayayım dedim. Cep telefonunu arıyorum, kapalı çıkıyor. Sonra resimler yayınlanmaya başlayınca inanamadım. O da çok hayat dolu, orada yetişmiş, yabancı dilleri olan. Fransız Parlamentosu'na gayet rahat girip çıkabilen biriydi. Bizi Parlamento toplantılarına çağırdıklarında hep başrolde olan bir insandı. Diğer arkadaşı tanımıyorum.
Hükümetten ilk günden örgüt içi hesaplaÅŸma yorumları geldi. Sizce?Â
Bana örgüt içi hesaplaşma ihtimali sıfır görünüyor. Bunlar araştırmayla çıkacaktır ama kişisel olarak inanmıyorum. Türk hükümetinin de işine gelmez. Onların da bir payı olduğunu düşünmüyorum. Ama Başbakanın ağzından bizzat 'derin devlet hala bitmedi' benzeri açıklamalar duyduk. Türk derin devletiyle, kontra gerillasıyla çıkarları kesişen istihbarat örgütlerinin ortak bir işi olabilir diye düşünüyorum. İşin içinde Suriye, İran olabilir. Sakine Cansız'ın öldürülmesinin Kürtler üzerinde nasıl bir etkisi olacağını çok iyi bilen birileri yaptı bunu. Bunun Kürtleri nasıl güvensizliğe iteceğini bilen birileri yaptı. Sakine Cansız'ın öldürülmesinde sıradan Kürt insanın ilk aklına Türk devletinin gelmesi çok normal. Bunun yaratılması istendi. Sürecin sabote edilmesi için yapıldı.
ŞUBAT'TA FİLM PROJESİ İÇİN BERLİN'DE BULUŞACAKTIK
Suriye ve İran 'ı işaret ettiniz. Fehman Hüseyin ile Sakine Cansız'ın son dönemde ihtilaf yaşadığı yazılıp çizildi. Sizin Sakine Cansız'la sohbetlerinize bunlar yansıyor muydu?
Hayır, bana hiç bir zaman yansımadı. Bir kere PKK'nin içinde farklı düşünenler olması son derece normal. Ama ben bu örgütünün içinde hiç kimsenin farkı düşünseler de Sakine Cansız'ı öldüreceklerine inanmıyorum. Bu hiç mümkün görünmüyor. Biz tabii onunla örgütsel bir ilişki içinde değildik ve konuşmalarımız da bu manada değildi. İnsani konuşmalardı, iki kadının yapacağı konuşmalar. Hatta şu anda bir yönetmen arkadaş 3 Kürt kadını üzerinden bir film projesi üzerinede çalışıyor. Bunlardan biri bendim, biri bir (BDP) milletvekili arkadaşımız, biri de Sakine'ydi. Üçümüzü önümüzdeki ay Berlin'de biraraya getirmeyi planlıyorlardı.
HAKÄ°KAT VE ADALET KOMÄ°SYONLARI HEMEN KURULMALI
Size göre çözüm için devlet tarafından başlatılan yeni sürecin olmazsa olmazı nedir?
Ben hakikat ve adalet komisyonlarını çok önemsiyorum. Evet bir barışma olmalı ama gerçeği de hiç unutmadan olmalı bu. Bence bu komisyonların aslında derhal kurulması gerekiyor. Bunlar insani acıları ortaya çıkartacak. Herkes yaşadıklarını özgürce anlatabilmeli bu komisyonlara. Bir Türk askeri de anlatmalı, Kürt gerillası da anlatmalı, gözaltında yakınını kaybeden de anlatmalı. Pek çok müvekkilim var ki, yakınlarını kaybetmenin dışında çok da maddi kayıpları olmuş. Köyleri yakılmış, evleri yakılmış, beş kuruşsuz buralara gelmişler. Ekonomik boyutu da çok önemli. Bir çok kadın var tecavüze maruz kalmış ve açıklamıyor, bunun yarattığı mağduriyetle yaşıyor. Gizli kaldıkça karşı tarafa karşı nefret bileniyor insanlar. Bunların hepsinin konuşulması gerekiyor.
Meclis'te mi kurulmalı bu komisyonlar?
Meclis'te de olsun ama toplumun da benimsediği, objektif bakış açısına inandığı kimselerden oluşmalı. Diğer ülkelerde bunun örnekleri var. Bunların üzerinde çalışma da yapılıyor şimdi. Zaten Kürt tarafının böyle bir isteği uzun zamandır var. Komisyon da aslında bir kamuoyu çalışması. Savaşın mağduru olan iki tarafın da, herkesin görüşlerini aktarabileceği bir platform. Toplantı notları ve sonuçları kamuoyuna sık sık açıklanarak hiç bir şey gizli kalmadan çalışmalı.
TSK İÇİNDEN DE MÜVEKKİLİM VAR
Size TSK içinden mağduriyet yaşadığı için gelen var mı?
Evet geliyorlar. Daha geçen hafta bir dava aldım mesela. 1993 yılında kendi tim komutanlarının attığı bombayla sekiz asker ölüyor, biri sağ kalıyor. O sağ kalan daha yeni başvuruyor bana çünkü yıllarca onlar da korkutulmuşlar. 'Vatan sağ olsun' deyip kapatılıyor. Biz Bahtiyar Aydın'ın devlet içinde öldürüldüğünü ta o zaman yazdık, bizi neredeyse kurşuna diziyorlardı. Şimdi bütün bunların hepsi tartışılıyor Türkiye'de artık ama hep gecikmeli oluyor.
ÖCALAN'IN AVUKATLARIYIZ DEDİK SAVCI KOLTUKTAN DÜŞÜYORDU
Öcalan'ın avukatı olmak için ilk başvuran gruptaydanız. Nasıl verdiniz bu kararı?
Öcalan Türkiye'ye getirildiğinde Osman Baydemir ile ikimiz İHD'nin genel başkan yardımcılarıydık. Normalleşme için avukat olarak çıkmak istiyoruz. Bir gece Osman'la normalde hiç gitmediğimiz lüks bir lokantada buluştuk. Sanki bizi orada takip etmezlermiş gibi. 'Yapmalıyız' diyoruz ama bir yandan da 'yaşatmazlar' diye düşünüyorsun. Osman 'Sen var mısın onu söyle' dedi. 'Tamam' dedim. Ertesi gün bir toplantı yaptık ve DGM'ye başvurmaya karar verdik. Bir dilekçe hazırladık ve savcının odasına 3 kişi girdik; ben, Osman ve Ahmet Zeki Okçuoğlu. 'Öcalan'ın avukatlarıyız ve görüşmek istiyoruz' dedik. Savcı şöyle bir kafasını kaldırdı, koltuktan düşüyordu. 'Bu ne cüret' der gibi baktı. Dilekçeyi eline alıp odanın içinde bir iki defa tur attıktan sonra imzaladı. Eve geldim, annem haberleri duyunca bayılmış, babam ağlıyor. Baro bizi atadı diye bir yalan söylemek zorunda kaldım. Herkesi ikna etmek zorundasınız. Yaptığınız o kadar kabullenilmeyecek bir şey ki.
Ondan sonra bizim için korkunç bir süreç başladı. Her gün gazetelerde aleyhimizde haberler yapıldı. Sokaklarda saldırıya uğruyorduk. 6 ey evimize gidemedik, hep başka başka yerlerde kaldık. Ama sonra sağ olsun Taha Akyol bizim için bir yazı yazdı. 'Bu insanlar avukat, sadece görevlerini yapıyor' diye yazdı, hepimizi de tek tek tanıtmıştı. Ondan sonra sanki bir durulma oldu. Sonra hatta Uluslararası Af Örgütü, Osman ile beni korumak için kampanyası başlattı.
İmralı'ya gittiniz mi?
Osman sanıyorum bir defa gitti ama ben hiç gitmedim İmralı'ya. Sonradan dava sürecinde tabii avukat sayısı çoğaldı ama ilk günler çok zordu. Doğru birşeydi bizim yaptığımız. Kim olursa olsun herkesin avukatının olması haktır. Orada bizim yaptığımız değil, bize yapılanlardı yanlış olan. Hiç bir zaman da pişmanlık duymadım
Yakın bir gelecekte Öcalan'a ev hapsi mümkün olabilir mi?
Dilerim ki hemen olsun ama çok yakın bir süreçte olacağını zannetmiyorum. Ama devlet isterse bir günde de olur. Eğer biz Kürt sorununu gerçekten konuşmaya başladıysak, cesaretle devam etmek gerekiyor. Daha önce Habur örneğinde gördük, insanlar çok umutlanıyorlar. Sonra tamamen bir geriye dönüş olduğunda halkın çok umudu kırılıyor. Sadece telefon konuşmaları nedeniyle gazeteci arkadaşlarımız KCK üyesi olmaktan tutuklu. Ben silah bırakmanın falan öyle çok çabuk olacağına inanmıyorum ama bu bir süreç. Bunun başlaması, konuşulması bile önemli.
Â