Güncelleme Tarihi:
BİR PORTRE: Tolga BALLI
Kendisiyle uğraşan insan
BİR yıla yakın süredir 'Şiir Dünyası'nı izleyen, ancak kendisiyle bir rastlantı sonucu tanıştığım Tolga Bağlı, Akdeniz Üniversitesi Turizm İşletmecilik ve Otelcilik Yüksek Okulu 4. sınıf öğrencisi 1976 yılında Antalya'da dünyaya gelen Bağlı, 1993 yılında şiirle ilgilenmeye başlar ve en çok da Şair Ahmet Telli'den etkilenir. Kısa bir süre önce yayınladığı ilk şiir kitabının adı ‘‘Sonbalarla Perçinlenen Yalnızlık’’tır. 1995-2000 yılları arasında yazdığı şiirler yer alır kitabında. Ve o şiirler ‘‘rıhtımın kadırgaya aşkı’’dırlar. Kadırga uzaklaştıkça rıhtımlar yalnız kalır, tıpkı şairimiz gibi. Güzel bir sevdadan sonra yaşanan yalnızlıklar gibi.
DOSTLUK VE SEVGİLER
Şiirlerini ‘‘kendimle uğraşıyorum’’ diye tanımlayan genç şair, insanın kendisini tanıdığı zaman dostlukların ve sevgilerin daha kolay kurulabileceği inancında.
‘‘Sen sessizliğime bakma, yürü sadece/Sen sessizliğimi bozma, yine de gülümse sen/İçten olsun ve sonbahar gelsin/Yıllanmış olsam da, sonbahar gelsin’’ diyen şairin dizelerinde genellikle yalnızlık, sonbahar, hüzün vardır. Bir yerde de kendisiyle hesaplaşma.
‘‘...Uzanamadığı yalnızlık çaresizliğini anımsattı, bıraktı kendini, bir yaprak misali sonbaharın yalnız sokaklarına düştü rüyasında. Bir toz taneciği gibi kayboldu yararlanarak ışıkların karanlığından’’ diye bitiriyor kitabını Tolga Bağlı.
İKİ SİLİK GÜNBATIMI
Hayatımın en derin aşkını yalnız yaşıyordum
Aynı şehirde birbirinden uzak iki yabancı;
Aynı yağmurda ıslanan sarı yapraklar gibi,
Çakıltaşları gibi aynı dalgalarda aşınan
Birbirinin yanıbaşında iki silik günbatımı
Geçmişin acı yüzü bu kıyıları
vuruyor
Prangalardan kurtulamayan
yüreğim
Farklı bir çaresizlikte,
dünden uzak...
Geçmişte aşkın acısı vardı bir tek,
Şimdi orada yatan gençliğimdir, gözden uzak...
Hala aynı şehirdeyim,
Hayatımın en derin aşkını hala,
Hala yalnız yaşıyorum.
Şiir üzerine arada sırada
İMGE
Ataol BEHRAMOĞLU
Önce, imge konusunda düşündüklerimi yazayım. Bir arkadaşa Side'de tatildeki oğlundan mektup geldi. Bir yerde şöyle diyor oğlan: ‘‘Tarihi eserlere karışmaktan sıkılıyorum.’’ Bence bu bir imgedir. Bir kere ‘‘tarihi eserlere karışmak’’ duygusu, bir imgeye kaynaklık edecek bir duygudur. Ve bundan ‘‘sıkılmak’’ bu duygunun yoğunluğunu artırıyor.
MEKANİKÇE
Böylece, anlatılması, açıklanması oldukça çetin, yoğun bir duyguyla karşılaşmış oluyoruz. Çocuk bunu içinden geldiği gibi söylemiş. Yani, belki kendisi de tam tanımlayamayacağı, açıklayamayacağı bir duygusunu içinden geldiğince dile getirmiş. Bence imge böyle bir şey. Tam olarak açıklanmayan bir duygunun, karmaşık bir duygunun dışavurulması. Bu anlamda, Hilmi Yavuz'un şiirlerinde bence imge yok. Bu şiirlerde benzetme, mecaz, cinas türünden çeşitli teknik öğeler, profesyonelce kullanılıyor. Ve üstelik, mekanikçe.
TAKLİTÇİLİK YAPILIYOR
Ayrıca taklitçilik de yapılıyor. Yani, özgünlüğü de tartışılır bu şiirlerin. Ben bu tür şiiri hiçbir zaman sevmedim. Tümüyle kurgusal bir şiir türüdür bu. Yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi, imge kurguyla olmaz. İçten gelme bir şeyler, denebilirse şairin fizyolojisiyle ilgili bir şeyler taşımalıdır. Bir şiirimde (İşte, Yeniden) ‘‘Şiir yazmak istemiyorum satranç tahtasında, ya da matematiksel olarak/matematiği bilmek, ama şiir bir uçurumdur yine de’’ dizeleriyle bunu anlatmak istemiştim. Ve açıkça, H. Yavuz türü şiirlere, kendimce bir polemikti bu.
HAYYAM'DAN ŞİİRLER
Yaş Yetmiş
Yarın bu bacaklar ayrılık
dağını aşacak.
Önümde şarap, çek babam çek
Saçlarım ne güzel, kar gibi ak,
yaş yetmişe vardı, laf değil,
insan bugün yaşamazsa,
ne vakit yaşayacak.
Topu topu
Yüreğine keder ağacını diktin mi, bittin
Boyuna güler yüzlü kitaplar oku.
Çek şarabı, içinden ne gelirse onu yap,
Yeryüzünde kaç gün kalacağız
topu topu.
antalya Şİİrlerİ
Kaleiçi’nin TÜRKÜSÜ
Antalya'da Kaleiçi
Halkı küçük esnaf ya da
gemici
Yaşıyor gökyüzüyle
sarmaş dolaş
Ha sağa dön ha sola
Kaleiçi'nde yoksulluk
Almış yürümüş dört nala
Kaleiçi'ni geçtin mi
Çağlara çarpa çarpa büyür yorgunluğun
Kaleiçi'nde bir çocuk-
ne çocuk-
Elleri ayakları dal gibi uzun
Gözlerinde acı pirinç
Kaleiçi'nde bir gelin-ne
gelin-
Çoluğa çocuğa karışmış
bu yaşta
Yaşıyor ne üstte var ne başta
Yoksulluk vurdu mu
bükülür belin
Kaleiçi'nde bir gül-
bizim gülümüz-
Uzatmış yaprağını çağ dışı
Kokusu surlara surlara
vurur
Değişse derin tarihin akışı
Ülkemiz güllük güli
stanlık olur
Kaleiçi'nde gider gelir
gemiler
Gider gelir bir kuş sürüsü
Bitmez sonsuza dek sürer
Kaleiçi'nin türküsü.
Mesut TARCAN
ANTALYA BALIKÇILARI
Ağları örgülü kız
saçıdır onların
Açılırlar mavilere
maviliklere
Yürekleri
sonsuzluğa
sevdalıdır
Canevinden uçururlar martıları
Menevişli
köpücükler
dudaklarında
Kirpikleri
yosunlarla
fısıldaşır
Sevdiceği balıkçı
türküleridir
Elleri küreklerde
sıya sıya
Göz ederken gün
boyu
deniz kızları
Ayışığı çiçeklenir
alınlarında
Ağlar salınır umutlar çekilir
Kulaç kulaç derinliktir düşleri
Dönerler her gün uzak
iklimlerden
Büyülü bir serüvendir dönüşleri
Musa ÖZ
MARTI
Gözleri daha yaşlıydı
sonbahardan
Rıhtıma terkedilmiş
eski bir geminin
Hüznü vardı gözlerinde
Ve uçup gitti
Rüzgar onun için fazla sertti artık.