Güncelleme Tarihi:
Oscar'a aday olduğu filmle Michael Caine sinemalarda
Roma 'Fiumicino ' Havalimanının İngiliz Havayolları Vip Salonunun otomotik kapısı açılınca, içeriye fiziki varlığını üzerindeki rüküş montu ve kara gözlükleri ile saklamaya çalışan, yaşını başını almış al yanaklı sarışın bir adam girdi. Dikkat çekmek istemediği her halinden belliydi. Yanımda oturan Pakistanlı genç bir 'Waoww!' patlattıktan sonra 'Gözlerime inanamıyorum' diyerek heyecanla hareketlendi. Karşı koltukta oturan kadın kocasını dürterek bir şeyler fısıldadı. Özel yolcularını ağırlayan VIP hostesi yerinden fırladığı gibi kendisini bu ürkek adamın yanında buldu. Ardından otomatik kapı yine açıldı ve içeriye melez güzeli bir kadın girdi. İşte o anda çağrışımla salonda dikkatleri üzerine çekenin kim olduğunu anladım. Biraz sonra pasaport polisine pasaportunu verecek olan annesinin taktığı Maurice Micklewhite ad ve soyadını taşıyan casus ve gerilim filmlerinin kahramanı, aktör Michael Caine'di. İlk imzayı Amerika'lı bir kadın istedi. Kurt oyuncu kendi kahvesini kendisi aldı. Ardından montunu ve kara gözlüklerini hiç çıkartmayan Caine'ın oturduğu koltuğun etrafında diğer yolcular kümelendiler. İmza faslı devam etti. Sabırla uzatılan her kağıt parçasına sol eliyle bir şeyler karaladı. Her teşekküre sevecenlikle yanıt verdi. Benim gibi Londra yolcusuydu. Röportaj fırsatı bir tombala gibi doğmuştu. İş, ortamı kestirebilmekti ki hostesin anonsu imdadıma yetişti. Uçağın 45 dakika rötarı vardı ve özür dileniyordu. Bunu duyan Michael Caine'in Guyana eski güzeli eşi Shakira her halde Duty Free Shoplara son bir göz atmak için olacak ki yerinden kalktı ve salondan çıktı. Bu arada Caine'e rağbette azalmıştı. Fırsatı değerlendirip yanına gittim kendimi tanıttım. 'Puro dumanına katlanırsan otur' dedi. Michael Caine'in Toscana bölgesinde bir köy evi var. Yılın en az üç-dört ayını İtalya'da geçiriyor. Yine on günlüğüne gelmişler. 'The Cider House Rules ' filminin son montaj rötuşları için Londra'ya dönüyormuş. 'Mecburum' diyor ve hemen ekliyor, 'eskisi gibi işkolik değilim. Artık yaşlandım. Şu yolculuk bile gözümde büyüyor''.
Mr Caine Restoranlar zinciri sahibisiniz. Yavaş yavaş meslek mi değiştiriyorsunuz?
- Daha az film çeviriyorum. Bu restoran işine bir hobi olarak başladım. Ama önce kendim oburum. Bunun için farkında olmadan biri Miami'de diğerleri Londra'da restoranlarım oldu. Yani hobi, profesyonelliğe dönüştü. Başında bulunmak da hoşuma gidiyor. Toscana'da ürettiğim şarapları da burada müşterilerime tattırıyorum.
Çaycılıktan gelmekle iftihar ediyorsunuz.
- Bakın ben bir balıkçının oğluyum. Okuyamadım. Anam gündelikçiydi. Bunun için ilk bulduğum işe girdim. Bu küçük bir Londra tiyatrosunda çaycılıktı. İşim oyunculara provalarda çay pişirip servis yapmaktı. Bazen provaya gelmeyen olurdu. İşte o anı beklerdim. Sahnede piyon gibi dikilirdim. Arada bir dinleye dinleye ezberlediğim rolleri de mırıldanırdım. Yani çaycılık bana şöhretin kapısını açtı diyebilirim.
Sizin için 'Buz gibi bakışları ile gerilim filmlerinin vazgeçilmez aktörü oldu' diyorlar.
- Gözlerimin ayrıcalığını bir tiyatro yönetmeni keşfetmiş ve bana, 'bu donuk göz ifadesinden faydalan. Bu özelliğin kimse de yok' demişti. Bunu ben de farkettim. Aynanın karşısına geçip aylarca gözümü kırpmama çalışmaları yaptım. Sonuçta insanı tedirgin edebilecek, rahatsızlık verebilecek bir bakışı yakalayıp beynime monte ettim. Kısacası Clark Gable ve Hugh Grant bakışlarının tam tersi benimkisi.
Filmlerinizde ki en önemli aksesuvarınız da gözlük.
- Rollerimde hep gizemli, asap bozucu, donuk adamı benimsiyorum. Gözlük arkasına sığınmak bunun bir bedeli. Bir de İngiliz tarzının bir tür simgesi.
Modası hiç geçmeyen ender aktörlerdensiniz. Bunun sırrı ne?
- Sağlıklı bir ikinci evlilik yapmak. Sık sık karakter rolü degiştirmemek, profesyonelliği her an bilinç altında tutmak. Yaşamı sevmek ve gerçekleri olduğu gibi karşılamak. Mesleğe saygı göstermek. Daha sayayım mı?
Çocukluğunuzda hayli sıkıntı çektiniz. Daha sonra hayatı nasıl karşıladınız. Bolluk, şöhret, kadınlar?
- Aslında ben hayatımda hep sıkıntı çektim. İçki ve sigara bağımlılığı beni ürkünç hale getirdi. Bakma artık arada bir bu puroyu içiyorum. Günde dört-beş paket kullanırdım. İçki kader arkadaşımdı. Çok şükür şimdi bu alışkanlıklarım kalmadı. Ama sekse ve gurmeye hálá düşkünüm.
Sizin sözlüğünüzde 'kadın' kelimesinin ayrı bir yeri var. Bir dergide okumuştum.
- Bak dostum sigara ve içki illetinden kurtuldum. Ama kadın ne diyeyim tanrı, tanrıçaları yaratmış o kadar.
Ajan Harry Palmer rollerini özlüyor musunuz?
- Sovyetler Birliği yıkılınca tabii casusluğun, ajanlığın hiçbir esprisi kalmadı. O bakımdan bana polisiye filmlerde artık ekmek parası yok. En son 'The Cider House Rules'da kürtajcı bir doktor rolünü yakıştırdılar bana. Şimdi ise sadist Marki De Sade'yi canlandıracağım.
Kızınız Natasha 'Babam annemi bir reklam filminde görmüş ve bu melez kadınla mutlak evleneceğim demiş ve sözünde durmuş' diyor.
- Shakira eski Guyana güzeli. Modellik yaparken bir Brezilya kahve reklamına çıktı. Ben bunu televizyonda izledikten sonra niye yalan söyliyeyim, 'işte hayatımın kadını 'dedim. Gerçekten ekranda O'na vurulmuştum. Bu kadınla evlenmek gerek duygusunu yaşadım. İlk uçağa atlayıp kendimi Rio'da kahve firmasında buldum. Reklamda ki güzel melez ile tanışmak için rüşvet bile verebileceğimi söyledim. Yanıt olarak 'Mr.Caine buraya kadar niye zahmet ettiniz Shakira Londra'da Fulham bölgesinde yani sizin eve iki adım ötede oturuyor' yanıtı verdiler. İngilizlere yakışmayacak bir şekilde adamın iki yanağından öptüm. Bir ay sonra evlendik. Şimdi 27 yıllık karım.
Film dünyasında hiç kimse ile rekabet etmediniz. Ancak beğendiğiniz bir aktör var mı?
- 1975 yılında John Huston'un çevirdiği 'The Man Who Would Be King' filminde başrolü paylaştığım Sean Connery gerek dost, insan ve aktör olarak beğendiğim meslektaşımdır.
Yaklaşık 80 film çevirdiniz. En beğendiğiniz hangisi oldu?
- Tabii Sean Connery ile oynadığım bu filmin dışında gençliğimde yaşamı bana çok benzeyen taşra playboyu 'Alfie' rolü, 'Hannah ve Kız Kardeşleri', 'Mona Lisa', 'İpcress' beğendiğim belli başlı filmlerim. Ama ilk göz ağrım 'Zulu'nun bende ayrı bir yeri vardır.
Filmlerinizin çoğunu Hollywood'da çevirdiniz. Amerikan sinemasını nasıl buluyorsunuz?
- Kendimi Shakespeare İngilizcesi konuşan bir Beverly Hills züppesi gibi görüyorum. Tabii bu Los Angeles'te oluyor. Londra'da ise avam 'Cockney' fırlaması olarak hissediyorum.
1992'de yazdığınız otobiyografinizde annenizin küçük kardeşinizi tam 40 yıl bir akıl hastahanesinde sakladığını itiraf ettiniz.
- O kitapta yazılandan fazlasını konuşmak istemiyorum.
Uçağın kalkmasına az kaldı fotoğraf çektirmeden önce son bir sözünüz var mı Mr. Caine?
- Size kısa ve öz felsefemi değerlendireyim. Laf aramızda bunu Hugh Grant'a da önerdim. Öncelikle rollerin en büyüğünü seç. Olmazsa vasatını seç. O da olmazsa kiralarını ödeyebilecek olanını seç. Şimdi fotoğrafı kim çekecek?
66 yaşındaki İngiliz aktör Michael Caine, geçenlerde Londra'da Empire dergisinin düzenlediği törenle yaşam boyu sinemaya katkılarından dolayı ödül aldı. Yarın yapılacak Oscar törenlerinde ise ‘‘The Cider House Rules/Tanrının Eseri, Şeytanın Parçası’’ adlı filmdeki rolüyle En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülü için yarışacak.