Güncelleme Tarihi:
İstanbul, Bebek’te eşi Neyran Fişek ile birlikte oturan Prof. Dr. Kurthan Fişek saat 02.00 sıralarında aniden fenalaştı. Kurthan Fişek’in rahatsızlanmasının üzerine eşi hemen 112 Hızır Acil’e haber verdi. Eve gelen sağlık ekipleri Kurthan Fişek’in hayatını kaybettiğini belirledi. Acı haberi alan ailesi gözyaşlarına boğulurken Kurthan Fişek’in naaşı Zincirlikuyu Mezarlığı gasilhanesine götürüldü.
Kurthan Fişek’in hayatını kaybetmesinin ardından yakınları eve gelerek başsağlığı diledi. Kurthan Fişek’in eşi Neyran Fişek çok üzgün olduğunu belirterek basın mensupları ile görüşmek istemedi. Kurthan Fişek’in ağabeyi Gürhan Fişek de kardeşinin nefes darlığı rahatsızlığının bulunduğunu söyledi. Kurthan Fişek için Çarşamba günü Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde saat 10.30’da tören düzenlenecek. Kocatepe Camisi’nde öğle vakti kılınacak cenaze namazından sonra toprağa verilecek.
KURTHAN FİŞEK'LE YAPILAN SON SÖYLEŞİ
KURTHAN FİŞEK'İN GÖRÜNTÜLERİ / WEB TV
KURTHAN FİŞEK KİMDİR
Kurthan Fişek, 1942'de Ankara'da doğdu. 1960'ta ODTÜ'ye giren ve aynı tarihte gazeteciliğe başlayan Fişek, 6 yıl süreyle muhabir olarak Yeni Gün ve Öncü gazetelerinde çalıştı. Turkish Daily News gazetesinin Yazı İşleri Müdürlüğünü 4 yıl sürdürdükten sonra Fişek, ODTÜ İdari İlimler Fakültesi'ni bitirdi.
“Sıfırcı Hoca” lakabı nereden geliyor? |
Prof. Dr. Kurthan Fişek’i bir çok kişi “sıfırcı hoca” olarak tanıyor, hatırlıyor. Bu lakabının üniversitedeki performansı ile hiç ilgisi yoktu. Hatta hoca üniversitede öğrenci dostu olarak bilinirdi. Lakabın öyküsü ise Aktüel dergisinin çıkış günlerine dayanıyor. Dergiyi yayına hazırlarken Kurthan Hoca için de bir haftalık olayları değerlendirebileceği bir bölüm ayırmıştım. O bölümün içinde bir de “sıfırcı hocanın not defteri” isimli köşecik vardı. O hafta içinde medyada öne çıkan siyasetçi, futbolcu, artistlere not verirdi. İyi bir iş yapana 10, beceriksizlere ise sıfır! Politikacılar en çok sıfır alanlardı. Hoca daha sonra o köşesini Hürriyet’teki “bir günün hikayesi” isimli sütununa da taşımıştı. Mehmet Yılmaz… |
KURTHAN FİŞEK ANKARA'SINI ANLATIYOR
Sekiz kuşak Makedon olmama rağmen, seksen senedir Ankaralıyım… Anne tarafımdan dedem Ali Taha Bey, İzmir’de ağır ceza yargıcıydı. Yunan orduları orayı işgal edince, iki teyzemi, dayımı, annemi, anneannemi çift katırın çektiği bir arabaya bindirdi, Manisa-Eskişehir üzerinden Ankara’ya getirdi. Baba tarafından dedem Hayrullah Bey Bursa’da tabur komutanıydı. Asker; idadiden dönem arkadaşı Mustafa Kemal Samsun’a ayak basınca, babaannemle, babam ve amcam, taburuyla birlikte Ankara’ya geldi. Şükrü Naili Paşa’nın Sakarya Meydan Muharebesi galibi üçüncü kolordusunun kurmay başkanı olarak, İstanbul’a ilk girenlerden biriydi. Bizans düştü. Aslında, düşeceği vardı. Bizans göçüktü, çürüktü. Bursa’nın Ulubat köyünden devşirilen Hasan bile gitti, Topkapı surlarına kazık çaktı, İstanbul’u tek başına aldı, Bizans’ı tek başına devirdi.
TBMM’nin arkasındaki Harbiye’de doğdum. Doğum sırasında, annem vardı, ebe vardı, asker, doktorlar vardı; bir de ben geldim. Babam hükümet tabibi olduğu için, memleketin bir garip ucundaydı, bir tek o yoktu.
Otuz iki yıl sonra, oraya döndüm… Bu sefer siyasi tutuklu olarak… Harbiye avlusundaki Bando-Mızıka Okulu’nun özel tecrit koğuşuna…
Dokuz yaşındaydım, Ankara’nın Samanpazarı’nda Rus casusluğuyla suçlanan Hayati Karaşahin’in darağacındaki idamını seyrettirdiler bana… Aradan uzunca zaman geçti, yirmi iki yaşına geldim. Hergele (şimdi Opera) Meydanı’nda gezindim, Samanpazarı’na seyirttim. Oradan aşağıya, Ulucanlar’a indim, Talât Aydemir’in iple asılışını izleyen iki gazeteciden biri oldum. Cebeci onlara komşudur. Orada, Mülkiye’de, yirmi sene hocalık yaptım. 1983 yılında kovuldum.
Ankara’nın her semtinin, her ilçesinin bende bir anısı vardır. Mamak, bana, hem patlamaya hazır çöplüğünü, hem askeri cezaevini hatırlatır. Çankaya 864 rakımlıdır. Sadece Ankara’ya değil, Türkiye’ye hâkim tepeden bakar. Kızılay’da, Demokrat Parti’nin atlı polislerinden 555K’da yediğim copları, Ziya Gökalp Caddesi’ndeki Adalet Partisi Genel Merkezi’nin arka penceresinden kaçarken Demirel’in Eisenhower bursundan biriktirdiği parayla alıp arkaya bıraktığı devetüyü pardösüyü unutamam… Gaptırdığı 61 numara Borsalino şapgayı da unutamam…
Esenboğa Havaalanı’na giderken, arabayı sürene hep sorarım… “Esenboğa adı nereden çıktı? Esenboğa adının Esen Bugu’dan türediğini az kimse bilir. Beyazıt’la Timur arasındaki meşhur “Ankara Meydan Muharebesi” (1402) orada olduydu. Esen Buğu “filleri sis perdesinde saklayan”, Osmanlı ordularını dolmalık kabak gibi oyan Topal Timur’un başkomutanıydı. Ayıptır hatırlatması, Ankara’nın ilk havaalanı da, 1928 yılında, Jansen Planı çerçevesinde, Bahçelievler’deki Tandoğan Meydanı’nda kurulduydu. Tren garına yakındı. Uçaktan korkanlar, uçaktan indiklerinde, bir an önce, raylı yolculuk yapsınlar, yurdu demirağlarla örsünler diye…
Semt-semt tanıtmaya, hatırlatmaya başlıyorum Ankara’yı… Hepsinin hatırası vardır bende… Ankara Türkiye’dir çünkü…