Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, ”yargının siyasallaştırılmasının” yaratacağı sakıncaların önemli bir örneğinin, çok kısa bir süre önce Şemdinli'de yaşandığına işaret ederek, “Şemdinli'de dile getirilen savlar adalet duygusuna büyük zarar vermiş; Türk Ordusu'nu hak etmediği bir tartışmanın konusu yapmıştır” dedi.
“Esin kaynağını Cumhuriyetin kurucusu
Atatürk'ten alan şanlı Türk Ordusu'nu yıpratma etkinliklerinin, akılla ve yurtseverlik duyguları ile bağdaştırılabilecek bir durum olmadığını” belirten Sezer, ordunun itibarının korunmasının devletin asli görevlerinden olduğunu vurguladı.
Cumhurbaşkanı Sezer, Harp Akademileri Konferansı'nda yaptığı konuşmada, bilinçli olarak gündemden hiç düşürülmeyen bir konu üzerinde durmak istediğini ifade ederek, “Son günlerde artarak sürdürülen söylemlerde, laiklik, “din ve vicdan özgürlüğü” olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımla laiklik, din ve vicdan özgürlüğüne indirgenmekte ve anlamsız kılınmaya çalışılmaktadır” dedi. Bu tanımlamanın, aynı zamanda iki önemli sonuç doğurduğunu belirten Cumhurbaşkanı Sezer, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bunlardan birincisine göre, tanımlamayla tesettür amacıyla kullanılan türban bireysel özgürlük kapsamına alınarak, kamusal alanda da bu uygulamanın kaçınılmaz olduğu vurgulanmak istenmektedir. İkincisine göre ise bu yaklaşım toplumu, 'mademki laiklik din ve inanç özgürlüğüdür, laik düzende herkesin kendi istenciyle seçeceği hukuk düzeninde yaşama hakkı vardır' sonucuna kadar götürecektir.
Tanımın altında yatan amacı böylece vurguladıktan sonra türban üzerinde bir kez daha durmak istiyorum. Çünkü, Cumhurbaşkanı'nın bu konuda nasıl davranması gerektiği sıkça tartışılmaktadır. Oysa, anayasal kurallar ve Yüksek Mahkeme kararları bunun yanıtını vermektedir.
Anayasa'nın 104. maddesinde, Devlet'in başı sıfatıyla Cumhurbaşkanı'na Anayasa'nın uygulanmasını gözetme görev ve yetkisi verilmiş; başlangıcında ve 11. maddesinde, Anayasa kurallarının, yasama, yürütme ve yargı organlarını, yönetimi, diğer kuruluş ve kişileri bağlayan üstün hukuk normları olduğu, yasaların Anayasa'ya aykırı olamayacağı kurala bağlanmış; 148. maddesinde, yasaların Anayasa'ya uygunluğunu denetleme görev ve yetkisi Anayasa Mahkemesi'ne tanınmış; 138. ve 153. maddelerinde de, mahkeme ve Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, yönetimi, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Anayasa'ya uygunluk denetimi görevi nedeniyle anayasal kural, kavram ve ilkeleri resmen yorumlamaya yetkili tek
organ olduğuna ve Anayasa'nın 153. maddesi uyarınca Yüksek Mahkeme'nin kararları herkesi bağladığına göre, anayasal kuralların Anayasa Mahkemesi kararlarıyla birlikte değerlendirilmesi ve uygulanması zorunludur.
Bu nedenle, Cumhurbaşkanı, Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamak ve içerikleri bu kararlarla belirginleşen anayasal kuralların uygulanmasını gözetmekle yükümlüdür.”
“ULUSUN BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜĞÜ” Ayrıca, Anayasa'nın 103. maddesi uyarınca, Cumhurbaşkanı'nın ulusun bölünmez bütünlüğünü koruyacağına, Anayasa'ya, Atatürk ilke ve devrimlerine ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağına ve görevini yansız biçimde yerine getireceğine ant içtiğini, başka bir deyişle Türk Ulusu'na söz verdiğini bildiren Sezer, şöyle devam etti:
“Cumhurbaşkanı'nın, Anayasa uygulamasını gözetme görev ve yetkisi ile ant içtiği öğeler birlikte değerlendirildiğinde, yansızlığının siyasal yansızlık olduğu, Atatürk ilke ve devrimleri ile laik cumhuriyet söz konusu edildiğinde bu değerlerden yana tutum takınmak zorunda olduğu görülecektir.
Devlet rejimini oluşturan bu değerleri korumak, düşünce ve eylemde bu değerler yönünde yan tutmakla olanaklıdır.
Cumhurbaşkanı'nın laik Cumhuriyet'e ilişkin yanlı gözetim görevi göz önünde bulundurularak anayasal kuralların kısaca irdelenmesi yararlı olacaktır.
Anayasa'nın 1. maddesinde, Türkiye Devleti'nin bir Cumhuriyet olduğu belirtilmiş; 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu vurgulanmış; 4. maddesinde de, 1 ve 2. maddelerdeki 'Cumhuriyet' yönetimi ve 'Cumhuriyet'in niteliklerinin değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin önerilemeyeceği belirtilmiştir.
Değiştirilemezlik, yalnız ilke ve kavramların 2. maddedeki sözcükleriyle değil, aynı zamanda Anayasa'nın çeşitli maddelerinde düzenlenen içerikleriyle ilgilidir. Böylece, Türkiye Cumhuriyeti'nin niteliklerinden olan laiklik ilkesi, anayasal içeriğiyle güvence altına alınmıştır. Laiklik ilkesinin anayasal içeriği ise, Anayasa'nın başlangıcı ile 24 ve 174. maddelerindeki düzenlemelerle belirginleştirilmiştir.
Anayasa'nın başlangıç bölümünde, Yüce Türk Devleti'nin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa'nın, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda anlaşılması, sözünün ve ruhunun bu yönde yorumlanıp uygulanması gerektiği,
Hiçbir etkinliğin, Atatürk ilke ve devrimleri karşısında koruma göremeyeceği belirtilmiştir. Böylece, Atatürk ilkelerinden en önemlisi olan laiklik, Anayasa'ya yön veren, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin temelini oluşturan ilkeler arasındaki yerini almıştır.”
“TANIM YAPILMIŞTIR” Bunun içindir ki, yine başlangıç bölümünde, laiklik ilkesi gereği, kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı belirtilirken açık ve kesin biçimde laikliğin tanımının da yapıldığını kaydeden Sezer, şöyle konuştu:
“Bu tanıma göre laiklik, dinin toplumsal, siyasal ve hukuksal bir güç ve düzenleyici olmasını önleyen temel ilkedir. Bu işlevine uygun olarak Anayasa'nın 24. maddesinde de, devletin sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal temel düzeninin kısmen de olsa din kurallarına dayandırılamayacağı, dinin ya da din duygularının yahut dince kutsal sayılan şeylerin, siyasal ve kişisel çıkar ya da nüfuz sağlama amacıyla kötüye kullanılamayacağı açıkça belirtilmiştir.
Anayasa'nın 174. maddesinde, Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti'nin laik niteliğini koruma amacını güden devrim yasaları tek tek sayılarak güvenceye alınmıştır. Bunların yanında, Anayasa'nın 13. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin laik cumhuriyetin gereklerine uygun olarak sınırlanabileceği; 14. maddesinde de, bu hak ve özgürlüklerin laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan etkinlikler biçiminde kullanılamayacağı belirtilmiştir.
Böylece, temel hak ve özgürlüklerin laik cumhuriyeti zedeleyecek biçimde kötüye kullanılması önlenmiş, gerekirse laik Cumhuriyeti korumak amacıyla sınırlandırılması kabul edilmiştir.”
YÜKSEK MAHKEME'NİN KARARLARI Anayasa Mahkemesi'nin, laiklik ve türbanla ilgili yukarıda açıklanan kurallara dayalı kesin ve açık yargıları bulunduğunu belirten Cumhurbaşkanı Sezer, “Yüksek Mahkeme'nin, kararlarıyla belirginleşen yargısına göre, laiklik ilkesi nedeniyle, din kuralları, devlet işlerini düzenleyemez” dedi. Sezer, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Din, bireylerin manevi yaşamına ilişkin olan inanç bölümündeki kutsal yerinde, sınırsız bir özgürlük tanınarak anayasal güvenceye alınmıştır. Dinin, bireyin manevi yaşamını aşarak, toplumsal yaşamı etkilemesine izin verilemez; bireyin inanç ve ibadet yaşamına, kamu düzenini, güvenini ve çıkarlarını korumak amacıyla sınırlamalar konulabilir; dinin kötüye kullanılması ve sömürülmesi yasaklanabilir.
Dinin inanç alanından çıkarılıp ideolojiye dönüştürülmesi onu siyasallaştırır ki, bundan en büyük zararı görecek olan dindir. Çünkü din siyasallaşmakla kutsallığını yitirecektir. Anayasa Mahkemesi'ne göre, Atatürk devrimlerinin hareket noktasında laiklik ilkesi yatmakta ve devrimlerin temel taşını bu ilke oluşturmaktadır.
Laiklikten verilecek en küçük ödün, Atatürk devrimlerini yörüngesinden saptırarak, yok olması sonucunu doğurabilecektir. Anayasa Mahkemesi, türbanla ilgili ilk kararını 1989 yılında vermiş; açılan dava üzerine, yükseköğretim kurumlarında, 'dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılmasını serbest bırakan yasa kuralını', Anayasa'nın 'laiklik', 'ulusal birlik', 'demokratiklik', 'hukuk devleti' ve 'eşitlik' ilkelerine aykırı bularak iptal etmiştir.
Yüksek Mahkeme, türban konusundaki ikinci kararında, Anayasa'nın ve devrim yasalarının, yükseköğretim kurumlarında dinsel nitelikli giysiler giyilmesine olur vermediğini belirterek, başörtüsü konusundaki görüşünü ısrarlı biçimde sürdürmüştür.”
SİYASİ PARTİ KAPATMA KARARLARI Konuşmasında, Anayasa Mahkemesi'nin siyasal parti kapatma kararlarında da; siyasal partilerin, yükseköğretim kurumları öğrencilerinin başörtüsü kullanmalarını destekleyen davranışları ile siyasal bir simge olan türbanın, eylemli bir durum yaratılarak TBMM'ne taşınması girişiminin laiklik ilkesine aykırı görülerek kapatma nedeni sayıldığını anımsatan Sezer, Danıştay'ın ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin yaklaşımının da Anayasa Mahkemesi kararlarında beliren görüş doğrultusunda olduğunu kaydetti.
Türbanı bir siyasal görüşün simgesi ve laiklik ilkesinin ihlali olarak kabul eden, kamusal alanda türban yasağını uygun gören ulusal ve ulusal-üstü yüksek mahkeme kararlarının, yasama, yürütme ve yargı organları ile idari makamları, özel ve tüzel kişileri bağladığına işaret eden Sezer, şöyle devam etti:
“Tüm çağdaş parlamenter demokrasilerde olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti'nde de güçler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü ilkeleri kabul edilmiştir. Bu ilkelerin doğal sonucu olarak yargı erki yasama ve özellikle gerçek gücü elinde bulunduran yürütmeye karşı korunmuş ve bağımsız kılınmıştır.
Anayasa'nın 9. maddesinde, yargı yetkisinin Türk Ulusu adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı; 138.maddesinde, yargıçların görevlerinde bağımsız oldukları, Anayasa, yasa ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verecekleri, hiçbir organ, makam, merci ya da kişinin, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve yargıçlara emir ve talimat veremeyeceği, genelge gönderemeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı; 140. maddesinde de, yargıçların, mahkemelerin bağımsızlığı ve yargıçlık güvencesi ilkelerine göre görev yapacakları kurala bağlanmıştır.
Yargı erki ve hukukun üstünlüğüne bu kadar önem veren Anayasal kurallar karşısında, yargıç ve savcıların mesleğe en küçük zarar getirecek davranışlardan kaçınacakları kuşkusuzdur. Yargı bağımsızlığının edinilip korunmasında, kurallar kadar eğitimin ve sağlam kişilik yapısının da etkisi vardır. 'Bağımsızlık benim karakterimdir' diyen Yüce Atatürk'ün bu ünlü özdeyişi yargıç ve savcıların yol göstericisi olmalıdır. Hakim ve savcılarımızın çok iyi bildikleri gibi, mesleğin gelecek beklentisiyle herhangi bir etki ya da karışmaya açık olarak yürütülmesi, önce kendilerine, sonra herkesin son sığınma limanı yargıya, giderek adalete ve devlete güven duygusuna büyük zarar verecektir.
“ŞEMDİNLİ'DE DİLE GETİRİLEN SAVLAR” Yasama ve yürütme organlarının da yargının siyasallaştırılmasından özenle kaçınmaları gerekir. Yargının siyasallaştırılması durumunda bundan zarar görecek olan başta yine devlet organlarıdır. Bununla da kalmayacak, tüm devlet kurumları, insani değerler ve bireyler de bu zarardan paylarını alacaklardır. Bunun için yargı organlarının kuruluşu, çalışma ilkeleri, yargıçların seçimi ve özlük hakları gibi konularda yargıyı siyasallaştıracak yöntemlerden uzak durulmalıdır.”
Yargının siyasallaştırılmasının yaratacağı sakıncaların önemli bir başka örneğinin, çok kısa bir süre önce Şemdinli'de yaşandığına işaret eden Cumhurbaşkanı Sezer, “Şemdinli'de dile getirilen savlar adalet duygusuna büyük zarar vermiş; Türk Ordusu'nu hak etmediği bir tartışmanın konusu yapmıştır” dedi. Sezer, şunları söyledi:
“Türk Devleti, ülkesinin dünya coğrafyasının en sorunlu bölgesinde yer alması ve tarihi geçmişi nedeniyle, ordusunun her dönemde güçlü olmasına önem vermiş; orduyu her türlü tartışmanın dışında tutarak yıpranmamasına, oluşan geleneksel yapısına saygılı davranarak iç düzen ve disiplininin bozulmamasına özen göstermiştir.
Bu özen, iç ve dış sorunlar, özellikle terörde ve yakın çevre ülkelerindeki gelişmeler gözetilerek, Kurtuluş Savaşı'nı zaferle sonuçlandıran, laik ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'ni sonsuza değin yaşatmak için en büyük güvence oluşturan ordumuz ve değerli mensupları yönünden titizlikle sürdürülmelidir.
Esin kaynağını Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk'ten alan şanlı ordumuzu yıpratma etkinlikleri, akılla ve yurtseverlik duyguları ile bağdaştırılabilecek bir durum değildir. Ordu'nun itibarının korunması devletin asli görevlerindendir.”