Güncelleme Tarihi:
Osmanlı Devleti devam etseydi, Sultan Abdülhamid'in 1912 doğumlu torunu Şehzade Osman Ertuğrul, ‘‘Sultan Birinci Ertuğrul’’ unvanıyla bugün tahtta olacaktı... İşte, halen Amerika'da yaşayan, başarılı bir iş adamı olan ve 69 yıl boyunca uzak kaldığı memleketine eşi Prenses Zeynep Osman'la yaz tatili için gelen Osmanlı Hanedan Reisi'nden çağdaşlık örnekleri...
Eski günlerde ondan bahsedileceği zaman önce ‘‘Şehzade-i civan-baht, devletlu, necâbetlu’’ gibi peşpeşe asalet kelimeleri gelir, derken ismi söylenir ve hemen arkasından ‘‘efendi hazretleri’’ denirdi: ‘‘Şehzade-i civan-baht devletlu necâbetlu Osman Ertuğrul Efendi Hazretleri’’...
Osmanlı ailesindendi, yani şehzadeydi ve o zamanlarda şehzadelerden böyle söz edilirdi... Ama o, Türkiye'de bütün bu unvanları sadece 12 yaşına kadar kullanabildi... 1924'ün 3 Mart'ına, ailesinden kim varsa herkesin Türkiye'den çıkartılmasına kadar...
Türkiye'den gerçi sınırdışı edilmedi, zira zaten memleket dışında yaşıyordu... ‘‘Sultan Abdülhamid'in en sevdiği oğlu’’ diye bilinen babası Şehzade Burhaneddin Efendi sürgünden birkaç yıl önce Viyana'ya yerleşmiş; iki oğlunu, Şehzade Fahreddin ve Şehzade Osman Ertuğrul'u burada okula vermişti ve hep beraber Avusturya'da yaşıyorlardı... Sonra sürgün geldi, Osmanlı ailesi dünyanın dört bir tarafına dağıldı ve babasıyla beraber Amerika'yı seçti Osman Efendi... İş hayatına atıldı, madencilik şirketleri kurdu ve seneler boyunca Amerika kıtasının bir ucundan diğerine dolaştı; altın, bakır, demir çıkarttı ve Osmanlı ailesinin sıkıntı çekmeden, rahat bir şekilde yaşayan birkaç şehzadesinden biri oldu... Hâlâ Amerika'da yaşıyor, Afganistan'a yüzyıllarca hakim olan, ardarda krallar yetiştiren bir aileden, Payendehân soyundan gelen eşi Prenses Zeynep Osman'la evli ve 1924'ten beri hiçbir ülkenin vatandaşı değil...
İşin garip tarafı da, burası: Osmanlı ailesinin ‘‘en büyük’’ şehzadesi, yani ‘‘Hanedan Reisi’’ olan; Fatih'in, Yavuz Selim'in, Kanuni Süleyman'ın soyundan gelen, Türkiye'de bugün Cumhuriyet değil de imparatorluk devri yaşansa ‘‘Birinci Ertuğrul’’ unvanıyla Osmanlı tahtına oturacak olan Şehzade Osman Efendi, Türkiye'ye her gelmek isteyişinde New York Konsolosluğu'na başvurup ‘‘vatansız’’lara mahsus vize istemek ve vizeyi alabilmek için tam üç ay beklemek zorunda...
Hanedan reisinden çağdaşlık örnekleri
Osmanlı tahtının varisi ve ‘‘Hanedan Reisi’’ Şehzade Osman Efendi'yle, hafta içinde saatler süren uzun bir mülâkat yaptım... Osmanlı Tarihi'nden, büyükbabası Sultan Abdülhamid'in politikalarından bahsettik... Hatta, Amerika'da başarılı olmuş kıdemli bir ‘‘iş adamı’’ kimliğiyle Türkiye ekonomisini de yorumladı...
İşte, bu mülâkatın çok kısa bir bölümü ve Osmanlı Hanedanı'nın reisinden Şeriatla donanmış Osmanlı ruyaları gören bazı çevrelerin ayaklarını yere basmalarına yarayabilecek ‘‘çağdaş’’ yaklaşımlar:
İMPARATORLUKLAR TEK TEK YIKILDI
Devletlerin bir hayat müddeti vardır, hiçbir medeniyet sonsuza kadar devam edip gitmez... Meselâ eski Mısır medeniyeti binlerce sene devam etti ve ortadan kalktı... Onun yerini eski Yunan, Roma devletleri aldı ama onlar da silindiler... Zaman geçti, biz geldik, 600 sene devam ettik, ama miadımız dolmuştu ve biz de yıkıldık... İngiltere ise, imparatorluk olarak, sadece 200 seneye yakın devam edebildi... Bugünün en kuvvetli devleti Amerika ama, günün birinde o da nihayete erecek... Reform çabalarının muvaffak olması halinde Osmanlı Devleti'nin yıkılmayacağını, devam edeceğini söyleyenler çıkmıştır ama ben buna inanmıyorum. Yıkılışımız en fazla 50 sene gecikirdi, o kadar...
DİN DEVLETİ DEĞİLDİK
Büyükbabalarımın devleti, hiçbir zaman din devleti olmadı... Gerçi hilâfet bizdeydi ama, şeriatle idare edilmedik... Çıkartılan kanunların dini kurallara uygun olmasına bakılmazdı, böyle bir mecburiyet de yoktu... Yani, Osmanlı'da bir çeşit lâiklik hakimdi... Ama böyle bir lâiklik bile ulemanın (din adamlarınının) gözüne fazla görünüyordu ve bu yüzden birçok ayaklanmalar oldu, hükümdarlar tahtlarından indirildiler... Ulemanın yaptıklarından padişahlar bile çektiler, hatta çok çektiler.
HİLÁFET GERİ GELMEZ
Ben, hilâfetin yeniden kurulacağına inanmıyorum. Bugün birisi çıkıp da halifeliğini ilân etse, hiç kimse tarafından kabul görmez, tanınmaz... Bizde, padişahlar tahta geçtikleri zaman otomatik olarak halife sayılırlardı ama şu anda zaten hilâfet diye birşey yok; kaldırıldı, bitti... Türkiye hiçbir zaman bir İran, bir Suudi Arabistan gibi olmaz... Ben, Türkiye'de bir şeriat devleti kurulacağına inanmıyorum. Bizde şeriat geçmişte hiç uygulanmadı ve idarede Türk âdetleri hakimdi... Şeriata dayalı bir idareyi halk da kabul etmez...
Torundan büyükbaba yorumu
‘Büyükbabamın politikası ‘olabildiğince az kaybetmek’ temeline dayalıydı, memlekette birşeylerin değişeceğini biliyordu ve her zaman ‘Benden sonra berbad şeyler yaşanacak‘ derdi... Ama diplomat olarak gayet iyiydi... Diplomasisinin gerçi ‘alaturka‘ bir tarafı vardı, Avrupa ayarında değildi, ‘Türk‘ unsuru her zaman mevcuttu fakat çok iyi bir diplomattı... Hep dengeleri kullandı... İngiliz'e karşı Rus'u, Rus'a karşı İngiliz'i... Peki, hiç hatası yok muydu? Hatasız insan olmaz... Tabii ki büyükbabamın da hataları vardı... Meselâ herkesi kolaylıkla sefir, vali yahut yüksek bürokrat olarak sürgüne yollaması hataydı... Sürgün edilenler maaşsız gitmez, ceplerine para konduktan sonra gönderilirlerdi... İnsanın düşmanını kendisini temsille görevli sefir yapması pek iyi bir şey değildir. Büyükbabamın hatalarından biri buydu... Sürmek yerine hapsedebilir, hatta lüzum görürse idam bile edebilirdi... Ama idama karşıydı ve 33 senelik saltanatında sadece iki kişiyi idam ettirdi: Katil bir haremağasını ve bir de annesini öldüren bir eşkiyayı... Kendisine suikast yapmak isteyen Ermeni teroristleri bile affetti...’
Tarihin arka odası...Hafızların gazelleri CD oldu
Kalan Müzik, geçmişteki önemli hafızların kayıtlarını bir CD'de topladı... Gazel kavramının ‘‘bağırtı’’ya döndüğü günümüzde gazel meraklıları bu CD'yi dikkatle dinlemeliler...
Kalan Müzik'in sahibi Hasan Saltık'ı ben bu sütunlarda medhetmekten bıktım; o ise devletin bir türlü yapamadığı işi kendi başına yapmaktan, Türk Müziği'nin eski kayıtlarını peşpeşe CD'lere nakletmekten sıkılmadı... Şimdi de bir ‘‘Gazeller CD'si’’ çıkardı, Hafız Kemal'in, Hafız Sadeddin Kaynak'ın, Hafız Osman'ın ve bir zamanların revaçta olmuş öteki hafızlarının kayıtlarını dijitalleştirdi... Daha önceden çıkarttığı CD'ler yabancı yapımcıların da dikkatini çekmiş olacak ki, Marsilya'da önümüzdeki ay sonunda açılacak olan dünya Müzik Yapımcıları Fuarı WOMEX'e Türkiye'den sadece Saltık'ın Kalan Müzik'i davet edildi...
‘‘Gazel’’ denince, aklıma ilk önce Münir Nureddin'in 1930'lu senelerde okuduğu ve şimdilerde pek kimselerin hatırlamadığı o nefis Nihavend'i gelir: Sözleri Muallim Naci'ye aid olan ‘‘Lâ'l olursun söylesem bir fıkra tâb-ı sineden’’i... Gazel meraklıları gerçi Hafız Sami'yle Hafız Kemal'i hep listenin başına alırlar, böyle yapmakta da haklıdırlar ama ‘‘Lâ'l olursun’’un gene de apayrı bir yeri vardır bende... ‘‘Gazel’’ kavramının ‘‘bağırtı’’ya döndüğü bu devirde, gazel okuduklarını zannedip de de sadece avaz avaz bağıranlar, Kalan Müzik'in çıkarttığı bu CD'yi ve önümüzdeki ay devam edecek olan gazel serisini dikkatle dinlemelidirler...
Müzik yayıncılığı politikamızda değişen hiçbir şey olmadığı için, Hasan Saltık'ın bir başka CD'si hakkında daha önce söylediğimi şimdi de aynen tekrarlayacağım: İngiltere'den Mısır'a, Amerika'dan Hindistan'a kadar bütün resmi yayın kuruluşlarının arşivlerini CD'lere ve kasetlere çekip meraklıların istifadesine sundukları günümüzde, bu işi zahmete girmemek için bir türlü yapmayan ve sadece lâfta bırakan TRT, Hasan Saltık'ın CD'lerinden ders almalıdır...
İnteraktif tarih
Nergis Emiroğlu - MARMARİS: ‘‘Cifir’’, sayılar yardımıyla geleceği belirleme yoludur, yani bir çeşit faldır. Sayıların bu iş için kullanılması, yüksek matematiği andıran sıkı kurallara bağlıdır. Bu işle uğraşanlar, cifirin temelini Hazreti Ali'nin atmış olduğuna inanırlar... Yanda, cifir konusundaki eski bir elyazması kitaptan bir sayfa görüyorsunuz...
Zeynep Saydamer - ANTALYA: 'Şehbal', Hüseyin Sadettin Arel'in 1909'da çıkartmaya başlayıp sadece 100 sayı yayınlayabildiği bir magazin dergisidir. Klişeleri Viyana'da alınmış, baskısı da orada yapılmıştır. Hüseyin Sadettin Bey'in, Şehbal'i yayınlamak için kayınpederi olan Adliye Nazırı Abdurrahman Paşa'nın tam bir teneke altınını sarfetttiği söylenir. Bence, aradan geçen 90 yıla yakın zamandan buyana, Türkiye'de Şehbal kalitesinde bir dergi hâlâ çıkartılamamıştır. Çok nadir de olsa, kitap müzayedelerine düşüyor...
Haydar Erdoğan - İSTANBUL: Sir Henry Elliot, Abdülâziz zamanında, İngiltere'nin İstanbul büyükelçisiydi. Abdülâziz'in devrilmesiyle ilgili olarak kaleme aldığı risale, Jöntürkler'in Londra'da çıkarttıkları ‘‘Hürriyet’’ gazetesinde tefrika edilmişti...