Güncelleme Tarihi:
14 yıldır devam eden tutukluluk, mahkeme ve sürgün süreçlerine rağmen, hayata hiç ara vermeden üretmeye devam eden Pınar Selek, bir yıldır yaşadığı Strasbourg’un sosyal hayatında önemli bir figür. Masal kitabıyla, romanlarıyla, üniversitedeki ve sivil toplum alanındaki çalışmalarıyla hem tanınıyor, hem de çok seviliyor. Geçen haftaki duruşma öncesinde Avrupa Parlamentosu heyetinden, Strasbourg Belediye Başkanı’na, Strasbourg Üniversitesi Rektörü’nden önde gelen Fransız STK’lara, herkes tek bir ağızdan Türk yargısına “adalet” çağrısı yaptı. Reddi hakim talebinin reddedildiği son duruşmanın stresi hâlâ üzerindeyken Strasbourg’da buluştuk. Yine de umutlu, yine de yaşam dolu. 24 Ocak’ı bekliyor dört gözle memleketine dönmek için. Geçirdiğimiz bir günün ardından veda sırasında “İlk aşkım İstanbul’da görüşmek üzere” diye el sallıyor, Sebati’nin objektifine.
BEN DE BU DAVAYLA ANDIÇLANDIM
Avukatlarının reddi hakim talebi rededildi ve duruşma 24 Ocak’a ertelendi. Beklentin nedir?
Hukuka inanan bir insan olarak itirazlarımız dikkate alınacak ve bu hukuksuz süreç bitecek diye düşünüyordum. Ben beraat ettim bu davadan. Mahkeme, el çekmiş olduğu bir kararı değiştiremez. Bu geri alınamaz. Yargıtay’ın, yani temyiz merciinin yerine geçerek, kendi vermiş olduğu beraat kararını bozamaz. Bu ne dünya tarihinde, ne Türkiye tarihinde görülmemiş bir şey. Ben beraatimi geri istiyorum.
22 Kasım’da aniden beraatin düşürülmesinin arka planında hukuki mi, siyasi mi bir gerekçe var sence?
28 Şubat sadece inançlı kesim üzerinden yaşatılmadı. Aslında çok kapsamlı bir süreçti. Cengiz Çandar, Akın Birdal ve Mehmet Ali Birand başta olmak üzere pek çok gazeteciye de yaşatılan bir andıç süreciydi bu. Andıçın kurbanlarından biri de bendim. Fakat herkese başka türlü bir mekanizma işletildi. Benim bahtıma düşen mekanizma, davam yoluyla hâlâ işlemeye devam ediyor.
Tam olarak neyi kastediyorsun?
Ben yaptığım bir araştırmadan dolayı gözaltına alınıyorum. Araştırmanın konusu şuydu: “Türkiye’de Kürtler neden silahlı bir kalkışmaya gidiyor, bunu hangi motivasyonla devam ettiriyorlar?”
Bu araştırmayı yaparken kimlerle görüşmüştün ki sakıncalı bulundu?
PKK militanı insanlarla görüştüm. Benden görüştüğüm insanların ismini istediler. Vermedim. Çok ağır işkence gördüm. Ben olaylara polis ya da savcı gözüyle değil, sosyolog gözüyle bakarım. Bana güvendiler, kimliklerini açıklamam. Benim için onlar x, y, z.
Örnek verdiğin isimler hep Kürt meselesine değen konular nedeniyle andıçlandı. Peki ya sen, sadece araştırman yüzünden mi?
Ben anti-militarist, şiddet karşıtı bir insan olarak bu komplo ile karşı karşıya kaldım. Oysa sadece Kürtlerle değil çok farklı kesimlerle temas içindeydim. Dilenciler, şarapçılar, transseksüleller, gazeteciler, akademisyenler. Farklı toplumsal gruplar içinde bir etkinliğim vardı. Benim gibi entellektüel çevrede yetişmiş, Fransız okulunda, yurtdışında okumuş bir insanın bu işlerle ilgilenmesi rahatsız etti onları. Beni terörize ederek örgüt üyeliği suçlamasıyla cezaevine aldılar. Günde 20-30 kişinin girip çıktığı Sokak Sanatçıları Atölyesi’nde patlayıcı bulduklarını iddia ederek hem de... Oysa bu patlayıcıların, buldukları dediği tarihten çok daha önce imha edildiği, olay yeri inceleme raporuyla ortaya çıktı.
Seni Mısır Çarşısı patlamasından hemen sonra alıyorlar, ama suçlama boyutu 1 ay sonra mı gündeme geliyor?
Beni o olaydan 2 gün sonra bağımsız bir şekilde alıyorlar. Bana bir tane bile Mısır Çarşısı ile ilgili soru sormuyorlar. Kısa zaman sonra tahliye edileceğimi beklerken, cezaevinde televizyonda kendimi gördüm. Bir Kürt genci göz altına alınıyor ve ‘Mısır Çarşısı’nı sen yaptın’ diye işkencede kabul ettiriliyor. ‘Pınar Selek ile birlikte yaptık’ diyor.
Mahkemede iddialara karşı senin tavrın neydi?
Ben ilk mahkemeye çıktığım zaman ilk söylediğim şey, “Mısır Çarşısı patlaması eğer bombadan kaynaklanıyorsa, bir insanlık suçudur. Böyle bir eylemi lanetlerim. Ama bana yapılan da bir insanlık suçudur” dedim. O zamanın gazetelerinde bulabilirsiniz. Zaten o çocuk da mahkemede ifadesini işkence altında imzalamak zorunda kaldığını, beni tanımadığını anlattı. Zaten patlamanın bombadan kaynaklanmadığı bilimsel raporlarla da kanıtlandı.
MISIR ÇARŞISI BİZİM AİLE İÇİN CENNETTİ
En son ne zaman gitmiştin Mısır Çarşısı’na?
Benim annem eski bir eczacıdır. Otoyolda araba kullanırken bile bir anda durur, inip yol kenarında gördüğü otları toplamaya başlardı. Mutfakta bir köşede hep otlar vardı. Çaydan çok ot içerdik. Bu anlamda Mısır Çarşısı bizim aile için bir cennetti. Ben şehir çalışan bir sosyolog olarak da severdim orayı.
Hâlâ seviyor musun, yoksa adını duyunca bile geriliyor musun?
Evet evet, hâlâ severim. Ama adını duyunca midem bulanıyor. Yine de bu pis filmin benim psikolojimi belirlememesi için çok mücadele ediyorum. Bu pis film, benim neyi sevip sevmediğimi etkilemesini istiyorum.
NAZIM HİKMET GİBİ ŞİİR YAZDIM DİYE SÜRGÜN OLSAM BU KADAR ÜZÜLMEZDİM
7 kişinin hayatına mal olan bir olayla suçlanmak ne hissettiriyor?
Düşünsene insanları öldürmekle suçlanıyorsun. Bir insanın varlık bütünlüğünü yok etmekle. En zor olan, herşeyden çok koyan da bu. Nazım Hikmet gibi şiir yazdığım için suçlansam, sürgün olsam bu kadar çok üzülmezdim. Buna dayanabilirdim. O durumda olan çok insan da var zaten. Ama bana başka bir komplo kurdular.
Başına bu olay gelmesiydi kendin için nasıl bir hayat hayali kuruyordun?
Çok güveniyordum kendime. Erkek kıyafeti giyip sokak çocukları arasında yattım. Gece sokakta olmak, mekanla, şehirle olan ilişkilerini değiştiriyor insanın. Genelevde bile gizlice kaldım. Kızlar araştırmam için beni gizlice içeri soktu. 3-4 gün kaldım, sonra da oranın bütün pisliklerini yazdım. Transseksüeller ile aynı evlerde kaldım. Kendi sınırlarımı aşarak toplumun karanlık sokaklarına girerek başka perspektiflerden baktım. Bunları yapabilmiş olmak insanda korkunç bir güven geliştiriyor. Benim derdim çöplüklerde olmak ve topluma oralardan bakmaktı. Ben bunları yaparken başıma sokaklarda küçük olaylar geldi ama bir şekilde kendimi kurtardım. Kürt sorununa da aynı şekilde merak sarınca, bir ekip beni cezalandırmak istedi.
YARGILAMAK 28 ŞUBAT’I AŞMAYA YETMEZ
Hangi ekip?
Bugün 28 Şubat olarak nitelendirilen bir sürecin aktörlerinden bahsediyorum. 28 Şubat süreci bir zihniyeti ve devlet içine de çöreklenmiş çeteci, komplocu bir sistemi ifade ediyor. Bu sistem ve bu zihniyet 28 Şubat sürecinde başlamadı tabii. Çok daha öncesi var. Ama 28 Şubat, farklılıkların terörize edilerek dışlanması, söz söyleyemez hale getirilmesi için özel bir operasyon süreciydi. Bu operasyonlar zincirinin bazı aktörlerini açığa çıkarmak ve yargılamak 28 Şubat’ı aşmak için yetmez. Daha bütünlüklü bir hesaplaşmaya ihtiyacımız var. Sözkonusu yapıyı üreten ve besleyen mekanizmalar hâlâ ayakta ve kötülük üretmeye devam ediyor. Biliyorum, bu kolay bir hesaplaşma değil ama en azından bu süreçte geliştirilen komploların bugüne dek uzamasına izin vermemeliyiz.
Aradan geçen 15 yılda hiç mi zihniyet değişimi yaşanmadı sence?
1998 bugünkü gibi bir süreç değildi. Kürt sorunu da pek çok diğer sorun gibi dokunulmazdı. Bugün konuşuluyor. Böyle bir değişim oldu. Ama ben asıl değişimin sadece bunların konuşulmasıyla değil, geçmiş mağduriyetlerin de ortadan kaldırılmasıyla olabileceğine inanıyorum. Geçmiş sürecin aktörlerinin bir kısmı yargılanıyor ama hepsi değil. O mekanizmanın ortadan kalkması lazım. O süreçte bazı görevlerde olanlar şimdi belki daha üst görevlere geldiler. Mısır Çarşısı olayı o sürecin bir komplosuydu.
KENAN EVREN BENİM İÇİN GARGAMELDİ
Babanın cezaevine girdiği 12 Eylül de yargılanıyor bugün. O dava konusunda ne düşünüyorsun?
Çok acayip birşey. 12 Eylül generallerinin yargılanması benim için önemliydi çünkü ben o süreçte mağdurdum. Babam cezaevine girdi. 12 Eylül benim hayatımın ilk travmasıdır. O dönem benim için canavardı Kenan Evren. Ben bir masalcıyım, o benim için gargamel gibiydi. Şimdi onlar yargılanıyor ama aynı günde benim davam var. 12 Eylül davasının bütünlüklü olmadığını da hissettim. İyi oldu dediğim şeyleri de eksik yaşıyorum. Bir yandan seviniyorum ama bir yandan da ama. Üç nokta. O kadar naif olamıyorum.
BARIŞ LAFI EDİLEN HERYERE GİRİP ÇIKTIM
Kürt meselesi için bugün devlet bile yerine geldiğinde PKK ile görüşüldüğünü inkar etmiyor. Bugün gelinen noktaya bakıp “Bana yapılanlar reva mı?” diye isyan ettiğin oluyor mu?
Öyle bir isyan yok açıkçası içimde. Eski süreçlerin mağduriyetleri hâlâ devam ediyorsa, demek ki bugünkü adımlar o kadar güçlü adımlar değil. Ben istiyorum ki görüşsünler, bazı şeyler konuşulsun, aşılsın. Ben bugün yaşadığım Fransa’nın gündemine bakıyorum, bir de bizimkine. İçim acıyor. Oysa Türkiye’deki toplumsal potansiyel buradan çok daha güçlü. Bu kadar gereksiz hastalıklarla zaman kaybettiğimiz için üzülüyorum.
Cezaevinde çıktıktan sonra neden artık elimi ayağımı hassas konulardan çekeyim demedin?
Hakikaten de daha aktif oldum. İnsan, politik mücadelesinde herşeyi anlamaya çalışır, bakar. Uymaz, uzaklaşır. Ben anti-militaristim, şiddet karşıtıyım ve barış lafı edilen heryere gittim, cezaevinden çıktıktan sonraki süreçte. Cezaevine girmeden önce sadece araştırmacıydım, çıktıktan sonra aktivist de oldum. Önceden de zaten benim Kürt sorunu ile ilgili yaptığım çalışma hayatımın yüzde 20’siydi, gerisi sokakta yaşayan insanlardı.
KADINLIĞIMI POLİTİK SAHNEDE YAŞIYORUM
Yaşadıkların kadınlığını, özel yaşamını nasıl etkiledi?
Ben aslında cezaevinden çıktıktan sonra, toplumsal erkekliğe karşı bir mücadele yaşadığımı hissettim. Biyolojik kadınlık, erkeklik önemli değil. Kimin hangi rolü oynadığı önemli. Benimle uğraşanlar sadece sadece bir dönemin statükosunu değil, aynı zamanda erkekliği temsil ediyorlar. Biyolojik olarak söylemiyorum. Erkek bir zihniyet. Ben bunların karşısında bir kadın olarak varım. Kıyafet üzerindeki tüm farklı mağduriyetlere karşı oldum ve bu konuda açıktan muhalefet oldum. Aynı anda bu kadar fazla şeyi inadına yaptım. Bütün bunları yaparken de tam anlamıyla bir kadın olarak hissettim kendimi. Bu bana iyi geldi ama mahkeme sürecini kötü etkiledi.
Senin kadınlığını yaşaman mı?
Evet, çünkü kadınlığımı politik sahnede böyle yaşadım. Özel sahneyi soruyorsan da güzel yaşadım. Çok sevdim, çok sevildim. Ben çok şanslı bir kadınım. Acı çekmekle mutsuzluk arasında bir fark olduğunu anladım annem öldüğünde. Hayatımın en büyük acısını o öldüğünde yaşadım. Annem, eski CHP kökenli bir kadın, başka bir tarihi var. Dayanamadı bu sürece. Hep yanımda oldu ama bana bir tek soru sormadı ‘Neden bu araştırmayı yaptın, yapmasaydın’ demedi. O gittiğinde ben çok acı çektim, çıldırmak üzereydim. Delilikle akıllılık arasında gittim geldim. Ama sonra fark ettim ki sevince acı çekilir ama mutlu da olunur. Ben mutsuz bir kadın değilim. Mutlu bir kadınım çünkü seviyorum. Ama acı çekiyorum.
Hep Türkiye’ye dönmek istediğini söyledin ama şu anda epey kritik bir eşiktesin. 24 Ocak’ta beklediğin gibi bir karar çıkmazsa ne yapacaksın?
14 senedir beni ayakta tutan şey bunu düşünmemekti. Kötü ihtimali hiç düşünmeyerek var oldum. Hep olumlu ihtimali düşünerek ilerledim. Ben Türkiye’ye dönmek zorundayım. Benim gibi ülkesini bu kadar çok seven, sokaklarında yatmış, en kirlilerine, en kuytularına dokunmuş bir insanın orada olması lazım. Ama Avrupa’da gördüğüm sürgünler gibi mutsuz da olmadım hiç. İnsanın çok fazla evi olabileceğini öğrendim. Hangi ülkeye gitsem bana kucak açıyorlar. Onların dilinden nasıl konuşacağımı biliyorum. Bu gücü elde ettim ama ben yine de ülkeme dönmek istiyorum. Çünkü ben İstanbul çocuğuyum. Sokaklarında yattım. İlk aşkım o benim. Ve ilk aşkımın beni beklediğini biliyorum. Benim ülkemin sahibi sadece devlet de değil.
Alternatif bir planın yok mu?
(Hayır manasına gelecek şekilde kafasını sallıyor). Ama buradan bana bakan biri de başarısız olduğumu kesinlikle düşünmez. Üniversitede, sosyal hayatta çok fazla tanınıyorum. Güçlüyüm. Hatta benim yerimde başkası olsa zor ayrılır. İster ki bu dava kötü bitsin, Türkiye’ye dönemesin. Ama ben sadece dönmek istiyorum.
Sayfayı çevirip Türkiye’de yeni bir hayata kolayca başlayabileceğine inanıyor musun?
Ben yapabilirim onu. Çünkü anlıyorum, bunların neden olduğunu görüyorum. Kendimi büyük bir resim içinde küçük bir nokta olarak görebilme becerisine sahibim. Kendi yaşadığım travma içinde boğulmuş değilim.
TİNER ÇEKTİM, TECAVÜZ ATLATTIM
Sokak çocuklarıyla birlikte geçirdiğin dönemde hiç tiner çektin mi?
Çektim. Çok sevdiğim bir çocuk bıraksın diye. Yani çeker gibi yaptım. Çünkü bana söz vermişti, içerken görünce ben de çekiverdim onu üzmek için... Adı Kıllı’ydı. Sigara isterken tanışmıştım. Kıllı benim sevdiğim sigarayı bulurdu. Harbiye’deydi okulum (Dame de Sion). Öğlenleri çıkardım, Kıllı beni okulun kapısında bekliyordu. Kıllı ile çok canciğer olduk. Kıllı bazen gelir bizde uyurdu. Annem babam itiraz etmezdi. Bana ‘anne’ derdi.
Sokakta genç bir kadın olarak kötü olaylar da yaşadın mı?
Sokakta bir tehlike atlattım 1997’de, tutuklanmadan bir yıl önce. Tecavüz teşebbüsü. Kabataş’ın arka sokaklarında çocuklarla oturuyordum. Onların ‘sinyallik’ dediği dilenme kıyafetlerini giyerdim. Ama buna rağmen bazı serseriler kadın olduğumu anlamışlar, mekanı sardılar. Kıllı ilk koruyanlardan biridir, sonra bütün çocuklar sahip çıktı bana ve atlattık. Başıma da başka bir olay gelmedi sokakta. Sokağın dostluğu başka bir dostluk, beni hep korudu.
İŞKENCE RAPORUMDA YAZAN SENDROMLARI OKUYORUM ANLAMIYORUM
Yaşadıklarının onda biri bile pek çok insan için ağır depresyon sebebi.
2010’da Almanya’da çok ciddi bir işkence raporu aldım. 45 sayfalık raporun son üç sayfasında uzun bir özet var. Sol kolumdaki Filistin askısı izin yanında, Hopkins sendromu, şu sendromu, bu sendromu. Okuyorum, anlamıyorum. Yazmışlar, ama altına da şunu eklemişler; bir dolu fiziksel ve psikolojik sendromu var ama ailesiden ve sevdiklerinden aldığı enerji bunlarla başetmesini sağlıyor.