Haber: Nevşin MENGÜ
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 15, 2010 00:00
Türk, Fransız, İzlandalı ve Hollandalı... Bu dördü bir araya gelip, bir potada eriyebilir mi? Araştırmacı Caroline Fish’e göre yanıt olumlu. Eğer mesele kadın olmak ve kadın hakları için mücadele vermekse, bazen kimliklere işli milliyetlerin bir önemi kalmıyor. Fish, ABD’de Kuzey Carolina Üniversitesi’nin yürüttüğü bir kadın hakları araştırması için Türkiye’de. Araştırma kapsamında İzlanda, Hollanda ve Fransa’da kadın hakları savunucularından sonra Türklerle görüşüyor. Ona göre kadın hakları savunucuları dünyanın neresinde olursa olsun seksilik dayatmasına karşı birleşmeli
Araştırma için neden bu dört ülke seçildi? Mesela Türkiye ile İzlanda’yı karşılaştırmak biraz zor olmayacak mı?
- Bu dört ülkeyi sahip oldukları özellikler nedeniyle seçtim. İzlanda, aslında cinsiyet eşitliği endeksinde bir numara. Bu endeks belirlenirken kadınların ekonomik durumları göz önünde bulunduruluyor, kadınlarla erkekler arasındaki ücret eşitliği önemli kriterlerden biri; iş hayatındaki yönetici kadın sayısı ve kamuda görevli kadın sayıları da dikkate alınıyor. Elbette kadına yönelik şiddet olayları istatistiği de çıkarılıyor.
Peki diğerleri?
- Hollanda da çok kendine özgü bir örnek. Çünkü bu ülke, para karşılığı seksi bir hak olarak tanımlanıyor. Kadınların bedenlerini satma özgürlüğü söylemi yasalarda yer alıyor. Bu noktada Hollanda aslında İzlanda’nın tam tersi, çünkü İzlanda yasaları, fahişeliği yasadışı sayıyor; nedenini de beden sömürüsü olarak açıklıyor. Fransa ise kadın hakları dendiğinde başlı başına çok önemli bir ülke. Çünkü malumunuz feminizmin temellerinin atıldığı yer Fransa.
Aralarında Türkiye ne arıyor?
- Açıkçası araştırmadaki en önemli ülke Türkiye. Yasalar açısından bakıldığında Türkiye aslında kadın erkek eşitliğinin bu derece iyi sağlandığı ender ülkelerden. Ama cinsiyet eşitliği endeksinde son sıralarda yer alıyor. Bu tezatı çözmeye çalışıyorum biraz da. Türkiye’ye baktığınızda sürekli ilerleyen ve çok dinamik bir ülke görüyorsunuz. Kadın hakları savunucuları da aynı dinamizmi taşıyor. Batılı kadın örgütleri günümüzde son derece durağan, biz zaten haklarımızı elde ettik, yapacak bir şey kalmadı havasında. Ancak Türkiye’de mücadele sanki daha yeni başlıyor. Bu hızla bana kalırsa Türk kadını Batılı kadını çok yakın zamanda geçecek.
Kadınlar Fransa, İzlanda ve Hollanda’da neyin mücadelesini veriyor en çok?
- Fransa’da dikkatimi çeken şey şu oldu; kadın sorunlarının başında göçmen kadınların sorunları geliyor. Hemen tüm kadın hakları örgütleri göçmen kadınların uyumu ve hayata tutunabilmeleri üzerine çalışıyor. Şaşırtıcı olarak Fransız yasaları da bu kadınları ciddi derecede mağdur ediyor. Örneğin bir aile içi şiddet yaşanıyor, göçmen kadın sınır dışı ediliyor, kocası vatandaşlık ya da oturma izni almış olduğu için edilmiyor. Hollanda da kadın hakları savunucuları arasındaki yeni trend, hareketlerine erkekleri de dahil etmek. Ama Hollanda’da bu konuda çok ilgi çekici bir nokta gördüm. Erkekler ayrı şekilde kendi feminist derneklerini kuruyor.
HİZİPÇİ ERKEK FEMİNİSTLER
Nasıl yani?
- Yani kadınlar bir koldan hakları için mücadele ederken, erkekler kendi açılarından kadın haklarını savunmaya çalışıyor. Ama öte yandan hizipçilik yaparak hareketi bölmüş oluyorlar. İzlanda’da ise yeni çıkan yasalardan biri doğum izniyle ilgili. Doğumdan sonra yasalar aileye bir yıl izin hakkı tanıyor. Ancak yeni düzenleme doğrultusunda, bu izne altı ay anne, altı ay da baba çıkmak zorunda. Böylece hem anne hem de baba, eşit şekilde çocuğun sorumluluğunu almış oluyor ve kariyerinden yalnızca anne vazgeçmek zorunda kalmıyor. Türkiye’ye gelince, ne kadar önyargı dolu olduğumu fark ettim. Cinsiyet eşitliği endeksine bakarak kafanızda bir şey canlandırdığınızda, Türkiye’de kadın olmak gerçekten istemezdim diye düşünüyorsunuz. Ama ülkenin içinden görünen manzara tamamen farklı.
Kadınlık önemli bir ortak nokta diyorsunuz; tüm bu kadınları aynı zemine taşıyan ne öyleyse?
- Verilen mücadele aslında bu dört ülkede de aynı. Kadınlar şiddeti durdurmak, iş hayatında erkeklerle aynı fırsatlara ve siyasette söz hakkına sahip olmak istiyor. Ama şimdi başlayan ve yakın gelecekte daha çok tartışılacak olan ve aslında kadın özgürlüğü hareketine çok ciddi ket vuran bir kavram daha var: Otoseksüalizasyon. Medya kadınlara, özellikle de genç kadınlara sürekli seksi olmaları gerektiğini söylüyor. Seksilik bir dayatma. Kadınlar artık sadece seksi görünebilir, başka bir seçenek yok. Bu, cinsel devrime vurulan en etkili baltalardan biri. 12-13 yaşında kız çocukları bile seksi görünmenin peşine düşüyor. Ama kızlar o yaşlarında seksin bile ne olduğunu bilmiyor. Bu aslında o kız çocukları üzerinde bir baskıdır.
BAŞINI ÖRTMEME ÖZGÜRLÜĞÜ VAR MI
Başörtüsü meselesi şu anda Avrupa’da ve Türkiye’de elbette büyük meselelerden biri. Amerikalı olarak bu meseleyi anlamaya sanırım henüz uzağız. Dini inancı nedeniyle örtünmek isteyen kadınları anlıyorum ama benim durduğum noktadan sorduğum soru şu: Eğer başörtülü ya da peçeli kadın günün birinde fikrini değiştirirse örtünmeden dışarı çıkma özgürlüğüne sahip mi? Yoksa aile, çevre ya da farklı baskılar bunu yapmasını engeller mi? Eğer bu sorunun yanıtı evet ise, örtünmek bir özgürlük olarak algılanabilir; aksi halde değil. Çünkü özgürlüklerde rezerv olmaz, sadece örtünerek özgür olabilen bir kadın bence özgür değildir.