Gülden AYDIN
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 13, 2001 19:41
Liz Behmoaras'ın ‘‘Mazhar Osman/Kapalı Kutudaki Fırtına’’ adlı kitabı, Remzi Kitabevi yayımladı.
Behmoaras, ünlü ruh doktoru, Ordinaryüs Profesör Doktor, Toptaşı Bimarhanesi Emraz-ı Asabiye Muallimi, İstanbul Emraz-ı Akliye ve Asabiye Hastanesi'nin başhekimi, hastaların babası Mazhar Osman'ı neden yazdığını anlatıyor: ‘‘ Mazhar Osman lider, güçlü, yapıcı ve birleştirici. Aynı zamanda ruh doktoru olarak Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçişi omuzlarında daha da ağır bir yük olarak taşıyor. Kitapta bunu göstermeye çalışıyorum. Halleden, çözüm üreten halini. Bunu da bütün liderler gibi sağını solunu kırarak, insanları çiğneyerek yapıyor.’’ Liz Behmoaras, iki yıl önce İstanbul Ansiklopedisi'ni karıştırırken Mazhar Osman'a rastladı. Onu çok sevdi ve iki yıl süren kitap çalışması başladı. Mazhar Osman'ın hayatını romanlaştıran biyografisini yazdı. İsimlerin, tarihlerin gerçek olduğu bir zemine kurdu romanı. Behmoaras Mazhar Osman'ı sadece hekim yönüyle anlatmıyor. En mahrem huylarına, çapkınlıklarına, yalnızlığına, yoksulluktan gösterişli hayata geçerken katettiği yollara da tanık olmamızı sağlıyor. Ama en çok da acı çektirdiği kadınların dramına. Kitap, ‘‘Tam Mazhar Osmanlık’’, ‘‘Derdini Mazhar Osman'a anlat’’ sözlerinin kahramanını tanımak için iyi bir fırsat.
5 Mayıs 1884'te Meriç Nehri kıyısındaki Sofulu'da doğdu. Ziraat Bankası'nda memur Osman Zühtü Efendi, oğlunu sevinçle kucağına alıp adını ‘‘Büyük adam olacaksın Yusuf Mazhar’’ diye kulağına fısıldadı. Mazhar Osman, kuşpalazından ölen üç kardeşi gibi talihsiz olmayacaktı gerçekten de. Osman Efendi bankanın Üsküdar şubesine terfien tayin olduğunda Yusuf Mazhar, 10 yaşındaydı. Üsküdar Mülki İdadisi'ne başladı. Arapça, coğrafya ve Türkçesi o kadar iyiydi ki ileride büyük bir şair ya da ünlü bir yazar olmaya karar verdi. Annesi ona hep Yusuf derdi. Onun sesiyle duyduğu bu ismi başkalarının söylemesine izin vermedi. ‘‘Bana Mazhar deyiniz!’’
İdadi'den aliyyül'álá dereceli şehadetnameyle, okul birincisi olarak mezun oldu. Babası ‘‘Hekim ol, hiç olmazsa aç kalmazsın’’ dese de Mülkiye'ye başvurup idare adamı olmak istedi. Ama zengin çocuğu olmadığı için burada okumasının imkansızlığını anladı. Tıbbiye-i Askeriye'ye 340 kişiyle birlikte iştirak etti. Askeri İdadi mezunu olmayıp da kazanan iki kişiden biri oldu. O kadar yoksuldu ki ek işler yaparak öğrenimini sürdürebildi. Yatakhanede dolabın üzerine çıkıp meddahlık yaparak karnını doyurdu, Lübnanlı hocasının tavsiyesiyle evlerde ya da hastanelerde ölü başında bekleyerek para kazandı.
Haydarpaşa'ya taşınan Tıbbiye Mektebi’nde son sınıftayken Raşit Tahsin Hoca, akliyeci ve asabiyeci olmasını salık verdi. Günlerini sağduyu ve mantıktan uzak, akıl hastalarıyla, Toptaşı Bimarhanesi'nin kalın taş duvarlarının arkasındaki mecnunlar dünyasında geçirecekti. 1904'te Tabip Yüzbaşı rütbesiyle, sınıf dördüncüsü olarak diplomasını aldı.
1908'de Meşrutiyet'in yeniden ilan edildiği gün olan 23 Temmuz'da Almanya'ya, Berlin Üniversitesi'ne gitti. Alman İmparatorluk Psikiyatrisi diye adlandırılan ekolün temsilcisi Emil Kraepelin'le tanıştı, Almanca öğrenip yeniden tıp eğitimi aldı. Kraepel'in tedavi yöntemlerini anlamaya başladıkça üstadın dikkatini ve sempatisini kazanmakta gecikmedi. Tıptaki son gelişmelere ilişkin mükemmel bilgi birikimi ve hırsıyla döndü.
NEYZENLİ KOĞUŞ
Askeri Sıhhiye Reisi Süleyman Numan Paşa, Gülhane 'den akliye, asabiye, kadın doğum ve anatomi derslerini kaldırdı. Artık Gülhane, sıradan bir askeri hastaneydi. Mazhar Osman değil hocalık yapmak, yıllardan beri canla başla çalıştığı Gülhane'de hasta bile bulamayacaktı. 1914'te hastaneden ayrılıp Haseki'ye klinik şefi olarak atandı. Aynı yıl Birinci Cihan Harbi patlak verdi ve binbaşı rütbesiyle Haydarpaşa Askeri Hastanesi'ne başhekim oldu. Zamanın en ünlü şairi Tevfik Fikret'le samimi olma şerefine nail oldu. Savaş nedeniyle İstanbul'a dönen Abdülhak Hamid'i tedavi etti. O günlerde Haydarpaşa'ya Neyzen Tevfik'in geldiğini öğrendi. Vizitede Neyzen'le tanıştığı an, ‘‘Mazhar'ın hususileri kervanında’’ yer alacağını anladı. Neyzen Tevfik, hastaneye gelme nedenini sıraladı: ‘‘Umumi harbe kadar bin sekizyüz okka rakı içtim. Üç-dört ton esrar içtim, bir o kadar afyon yuttum. Sürttüm, sefil oldum, serserilerle gezdim. Sokaklarda köpeklerle koyun koyuna yattım...’’ Neyzen gözlerini yumup neyi dudağına götürdü. Mazhar Osman, ‘‘İyi beslensin, bol sıvı alsın, istediği kadar da ney üflesin’’ dedi. Asistanlar, hastaların rahatsız olduğunu söyleyince de ‘‘Müzikten kimseye zarar gelmez’’ cevabını verdi.
KADIN PİSUAR GİBİDİR
Mazhar Osman, şefkatli bir hekim olsa da kadınlarına karşı ideal erkek değildi. Rum Mari, Alman Mitzi, ilk eşi Nedime, ikinci eşi Saadet, Madam Senni... Mazhar Osman'ın kadınlarla ilişkisini en iyi kendi sözü anlatıyor: ‘‘Kadın dediğiniz pisuar gibidir. Bir iki işersin, rahatlarsın, o kadar!’’ Nedime'yi ne kadar sevmişti oysa. Onun hatırlı dostları sayesinde muayenehanesine hastalar gelmeye başlamıştı. Elinde tahta bavuluyla bir akşam çıkageldiğinde kapılarını sonuna kadar açan da yine Nedime'ydi. Ama Nedime'ye fal bakan İhsan Hanım'ın 14 yaşındaki kızı Saadet'i karanlık koridorlarda arzuyla kucaklamaktan geri durmuyordu. Öyle ya Nedime'nin dişleri nikotinden sararmıştı ve eskisi gibi tombul da değildi. Nedime'yi boşadı, Saadet'le evlendi. Saadet'e Fransız hocalar tuttu. Yoksul ve cahil kızcağız yedi yılda zorla Fransızca ve keman öğrendi. Viyana işi karyolada yatmayı, alafranga mobilyalarda alafranga müzikle misafir ağırlamayı öğrendi. Mazhar Osman'a beş çocuk verdi. Daha fazla olmasını Mazhar Osman istese de hekim arkadaşlarının ısrarıyla karısının kürtaj olmasına fazla itiraz edemedi. Saadet, kocasının kıskançlığından ve hakaretlerinden kaçarak her seferinde yatakodasındaki çekmecesine sakladığı likörlere sığındı.
VERGİ REKORTMENİ
Mazhar Osman, büyük bir hırsla çalışıyor, çalıştıkça kazanıyor, kazandığını giyime, pek düşkün olduğu boğazına harcıyor, bir yandan da mal mülk ediniyordu. 15 Haziran 1927'de İstanbul Emraz-ı Akliye ve Asabiye Hastanesi resmen hizmete girdi. Topkapı Bimarhanesi'ndeki başarıları, etrafında efsane halesi oluşturuyordu. Mazhar Osman'ın yıllarca uğraşması, nihayet sonuçlandı ve hastalar Toptaşı Bimarhanesi'nden manda arabalarıyla Bakırköy'e taşındı. Hastalar, karanlık ve izbe hücrelerden çıkıp daha insancıl koşullara kavuştular. Mazhar Osman vizitelerinde yine mucizeler yaratıyor, yine en problemli hastayla en güzel diyalogu kurmayı başarıyordu. Hastanenin çevresindeki binlerce dönümlük araziyi ağaçlandırdı, bağlar ve bostanlar oluşturdu. Üstelik bütün bunları hastalarla birlikte yaptı.
Bol para kazanmaya devam ediyordu; Soyadı Kanunu'yla Uzman soyadını alan Mazhar Osman Uzman 1942'de doktorlar arasında Operatör Mim Kemal Öke'yle birlikte ‘‘Varlık Vergisi Rekortmeni’’ oldu: 5 bin lira vergi ödedi o yıl. Gençliğinde mandolin çalıp şarkı söylediği Çamlıca tepesinde büyük bir bahçe içinde eski bir köşk satın aldı. Yaşlanıyordu. Şeker hastalığı, şişmanlığı arttı. Köşkün onarımına ne zamanı vardı, ne hali. Oysa karısı Saadet henüz 44 yaşındaydı. Mazhar Osman'ın 1951'in 31 Ağustos sabahında nefes darlığı arttı, konuşması peltekleşti, kafası karıştı. Geceyarısına çeyrek kala öldü.
Ölümünden iki gün sonra, Bakırköy'deki kıdemli hastalarından ‘‘De Gaulle’’, pencereden bahçedeki doktorlara seslendi: ‘‘Doktor beyler, Mazhar Osman öldü diye uydurmuşlar. Mazhar Osman ölür mü? Ne saçma şey. Bir zamanlar
Atatürk için de öldü diye çıkarmışlardı.’’