Güncelleme Tarihi:
Seçimler nedeniyle Anadolu'da bir kentten diğerine koşarken neler gördük neler...
Genç kadın, hostesin gösterdiği koltuğa oturmak istemedi. ‘‘Olmaz, erkek yanına oturamam’’ dedi. Oysa muhafazakar bir havası yoktu. Pantolon, bluz ve ceket giymiş, eşarp takmıştı. Saçlarının çoğu açıktaydı...
Hostes şaşırmıştı. Bir erkek yolcuyu yerinden kaldırıp, kadını yalnız oturttu. Ancak kadın itirazı sürdürdü. Hostes, ikna edemeyince pilotu çağırdı. Pilot geldi, ‘‘Buyrun’’ dedi:
- Urfa'ya gitmek için bilet aldım ama uçağın üzerinde Erzurum yazıyor.
- Hanımefendi o uçağın adı. Bu uçağın pilotu benim. Urfa'ya gidiyoruz.
Pilot ne dediyse kadını ikna edemedi; yine de kibarlığı elden bırakmadan konuşmasını sürdürdü: ‘‘Bakın Sakarya adlı uçak da var. Ama Sakarya nehrine uçak inemez.’’
Kadın, bu örneğe de inanmadı; inmek istediğini söyledi. Uçağın kapıları henüz kapanmamıştı. Pilot, kadının inmesine izin verdi...
Bu olaya, Ankara'dan Urfa'ya giderken tanık oldum. O kadar ani gelişti ki, kadına hangi partiye oy vereceğini soramadım! Seçimler nedeniyle Anadolu'da bir kentten diğerine koşarken gördüğüm insan manzaralarından sadece biriydi bu...
Neler gördüm neler! Elazığ'da, yıllardır oyları yüzde 1'i aşamayan, bir sol partiye uğradım. Parti üyelerinin çalışma azmi müthişti! ‘‘Bu seçimde oyumuzu üçe katlayacağız’’ dediler. Geçen seçimde kaç oy aldıklarını sordum. ‘‘750’’ karşılığını verdiler. En önemlisi, bu kadar oyu alınca iktidara kavuşacaklarmış gibi mutlu bir ifadeyle konuşuyorlardı...
HEYKELİ KURTARAN MÜFTÜ
Geçen seçimden bu yana kimi kentler grileşmişti. Adıyaman, bu kentlerden biriydi. Betonlar üst üste yığılmış, aralarından rüzgarın bile zor geçebildiği kişiliksiz, renksiz binalar dipdibe sıralanmıştı. Betonları ölçü alırsanız, Adıyaman büyümüş, serpilmişti! Ama günlük yaşama bakarsanız, geçen seçime oranla bir kıpırtı yoktu. Sosyalleşme adına bir değişime rastlamak mümkün değildi.
Çiçekçiler bunun somut örneğiydi. Oradaki çiçekçi dükkanlarının önünü de sarı güller, papatyalar, karanfiller süslüyordu. Ancak o çiçekler plastik kokuyordu. Canlı çiçek bulunmayan Adıyaman'da törenlere de plastik çiçekler gönderiliyordu...
Başka bir örnek Adıyaman'ın heykel açısından fakir olmasıydı! Çünkü heykelin günah olduğu inancı yaygındı. Besni Belediye Başkanı Nuri Tuğsuz'un geçen yıl yaptırdığı ayaklarıyla üzüm ezen kadın heykeli bile sorun olmuştu. İlçede heykele karşı homurtular yükselmeye başlayınca, Başkan Tuğsuz, müftüden yardım istemişti. Müftü, başkan ile birlikte gelmiş, heykeli incelemiş ve ‘‘Güzel olmuş’’ demişti! Tabii herkesin duyabileceği şekilde...
Seçim öncesinde Anadolu'da dikkati çeken başka bir olgu da belediyelerin çalışmaları. Çoğu kentte, kasabada, beldede belediye çalışanlarının tümü caddelere, sokaklara fırlamış. Ya kavşaklardaki çiçekler yenileniyor ya da asfaltlardaki çukurlar örtülüyor! Şimdi makyaj zamanı...
Ancak seçim makyajına gerek duymayan belediyeler de yok değil. Bu belediyelerden biri Çanakkale. Mevcut Başkan İsmail Özay, seçimi rahat kazanacağı inancında. Bu rahatlıktan olsa gerek, kimi görünür sorunlara bile el atmamış. Kentin girişinde, karayolunun hemen kenarında çöp tepecikleri göze çarpıyor. Çanakkale'ye gelen araçları, çöplükten uçuşan poşetler karşılıyor; insanlar muzipçe selam veriyor. ‘‘Hoşgeldiniz...’’
Tarikatçı mı Tasavvuf uzmanı mı?
DSP Afyon milletvekili adayı Gaffar Yakın, CHP'nin hedefindeki siyasi. Baykal, Yakın'ın adını vererek, Ecevit'i, ‘‘Meclise tarikatçı getiriyor’’ diye suçladı ve bu iddiasını gazete ilanlarıyla da yineledi. Ecevit ise ‘‘çok aydınlık bir kişiliğe sahip’’ diyerek onu savundu. Böylece iki parti arasındaki kavganın odağına yerleşen Yakın, kimine göre ‘Müslüman demokrat’. Kimilerine göre ise ‘Fetullahçı’! Hangisi doğru? Bu sorunun yanıtı, Yakın'ın yaşamöyküsünde saklı.
Tasavvuf şairi Mevlana ile tanıştığında henüz bir üniversite öğrencisiydi. ‘Mesnevi’deki tasavvuf düşüncesi, Gaffar Yakın'ı derinden etkiledi. Ünlü yapıt, onun yaşamında milattı! Kitabı elinden bıraktığında, dünyaya bakışının temel taşlarını yeniden şekillendirmişti kafasında...
O güne değin kendini farklı tanımlıyordu. Afyon'dan ayrılıp, İstanbul'da Robert Koleje başladığı yıllardan itibaren öğrenci hareketlerine ilgi duymuştu. Koleji bitirdiğinde, aralarında Aykut Edibali'nin de bulunduğu ‘Yeniden Milli Mücadele’ grubunun çıkardığı derginin yazı ekibindeydi. Görevi, İngilizce bazı yazıları Türkçeye çevirmekti. Mevlana ile tanışınca, bu gruptan uzaklaştı. Kendini tasavvufa, İslama verdi iyice. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ndeki derslerinden arta kalan zamanı İslamı öğrenmeye ayırıyordu. 1977'de fakülteyi bitirdiğinde bu konuda epey mesafe katetmişti.
Doktor olarak ilk görev yeri, doğup büyüdüğü Afyon'du. SSK Hastanesinde çalıştığı iki yıl boyunca aklı fikri para biriktirip Almanya'ya gitmekteydi. İhtisasını orada yapmak istiyordu. Sonunda Almanya'ya gitti ama hukuki engeller nedeniyle amacına ulaşamadı. Oradan Viyana'ya geçti; altı ay dil eğitimi aldı. Viyana sonrasında Suudi Arabistan dönemi başladı. Bir Türk inşaat şirketinde işyeri hekimi olarak çalıştı. İslamın doğduğu Mekke ve Medine'de geçirdiği beş yıl, Arap Müslümanlığı ile Türk Müslümanlığı arasındaki farkı görmesine neden oldu. ‘‘Arabistan'daki uygulamaların İslamla ilgisi yok. Tamamen zulüm sistemi.’’ Bu düşüncelerle döndü Türkiye'ye.
POLİTİKA GÜNLERİ
Sıra ihtisasa gelmişti. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde radyoloji dalında ihtisas yaptı. Ultrasonografi, tomografi konularında uzmanlaştı. Mesleğinde ilerlerken siyasi çevrelerle ilişkisini de sürdürdü. Dostları aracılığıyla tanıştığı isimlerden biri de ANAP'lı Halil Şıvgın'dı. O da kendisi gibi bir zamanlar ‘Yeniden Milli Mücadele’ grubunda bulunmuştu. 1989'da Sağlık Bakanlığı'na atanan Şıvgın, bir hukukçu olarak tıbba yabancıydı. Yakın'ı danışman olarak bakanlığa aldı. Dünya Bankası ve Dünya Sağlık Örgütü ile ilişkilerin koordinasyonunu verdi ona.
Yakın, 1991 seçimlerinde ANAP'tan aday oldu. Meclise girdiği tarihten itibaren kendini parti içi kavganın ortasında buldu. Özalcılar safındaydı. Kavgayı, Mesut Yılmaz kazanınca Özalcılarla birlikte o da ANAP'tan koptu. Ancak Yeni Parti'ye gitmedi; bağımsız kalmayı yeğledi.
TBMM'de, Ecevit ve DSP'lilerin oturduğu sıralar, bağımsızların sıralarının hemen yanındaydı. İşte bu rastlantı, yaşamındaki ikinci önemli tanışmayı sağladı. Ecevit ile özel bir dostluk geliştirdi!
Ecevit'in de Robert Kolej mezunu olması, ilk görüşmeye vesile olmuştu. Mezunlarla ilgili bir bülteni Ecevit'e götürmüş; ondan sonra sık görüşür olmuşlardı. Sohbet konuları, İslam, laiklik ve demokrasiydi. Ecevit'in de kendisi gibi düşündüğünü görmek onu sevindiriyordu.
Yakın, bu dönemde yasama faaliyetini hızlandırdı. TBMM'ye, iki yasa önerisi verdi. İlki, ‘‘İsteyen, cuma günleri, öğle dinlenme süresini cuma namazı vaktinde kullanır’’ hükmünü içeriyordu. İkincisi ise tarikatlar dahil herkesin istediği ibadethaneyi açabilmesine yönelikti. Cuma namazlarıyla ilgili önerisi, büyük gürültü kopardı. RP ve DYP'nin desteklediği öneri yasalaşamadı ama Yakın siyaset dünyasında ün kazandı.
CEM KARACA'LI SOHBETLER
1995 seçimleri yaklaşıyordu. Ecevit, DSP'den aday olmasını önerince teşekkür etti. Kısa süre önce ANAP ile anlaşmıştı. Afyon'da, rakibi DYP adayı Yaman Törüner'i, bürokratlığı döneminde yolsuzluk yapmakla suçladı. Kıran kırana geçen kampanyada Yakın, ipi göğüsleyemedi; 98 oy farkla kaybetti. Törüner, Meclis'in yolunu tutarken, Yakın bir kez daha İstanbul'a döndü. Zamanının çoğunluğunu İslam üzerine sohbetlere verdi. Cem Karaca da Hoşgörü Hareketi Derneği Başkanı Mehmet Taşdiken'in gül bahçesindeki sohbetlere katılanlardan biriydi. Dostları, orada anlattıklarını kitaplaştırmasını önerdiler. Israrlar üzerine bir kitap hazırladı: ‘Yeni Çağa Yeni Yorum: İslam, Laiklik, Atatürk.’ Ziyaret edip kitabını verdiği kişilerden biri de Deniz Baykal'dı. Baykal, sonra Yakın'a bir mektup göndererek teşekkür etti ve kitabından dolayı kutladı.
Yakın, kitabın ardından Fetullah Gülen'in manevi başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı ile ilişkisini sıklaştırdı. Vakfın, İstanbul'da düzenlediği, İslam ve laiklik konusundaki sempozyuma başkanlık etti. Ardından yine vakfın katkılarıyla, ünlü ‘Abant toplantısı’nı organize etti. Bu dönemde ANAP'tan bir kez daha kopmuştu. Törüner'in ANAP'a transfer edilmesini hazmedememiş; çizgisinin, Yılmaz ile uyuşmadığına kanaat getirmişti. İşte o nedenle Ecevit, adaylık önerisini bu seçimlerden önce de yineleyince tereddütsüz kabul etti.
DSP'ye girişi, büyük yankı yaptı. CHP, ‘DSP’nin Fetullahçı adayı' kampanyasına başladı. Bununla da kalmadı, gazetelere ilan vererek onu ‘‘Haftalık resmi tatilin pazar yerine cuma olması için önerge veren tarikatçı’’ olmakla suçladı. Yakın'ın tepkisi sert oldu; ‘‘Sayın Baykal, yalancı, müfteri ve cahil durumuna düşmektedir.’’
Nasıl kızmasın? Ecevit bile ‘‘inançlara saygılı laikliği benimsemiş biri olarak ona tarikatını sormamıştı.’’ Zaten o kendini bir tarikatçı değil, ‘İslamın demokrasi ve laiklik ile bağdaştığına inanan bir tasavvuf uzmanı’ olarak tanımlıyordu. DSP onun için büyük bir yenilikti. Çünkü yaşamında ilk kez yolu ‘sol’ ile kesişiyordu!