Güncelleme Tarihi:
1974 SARSTI
- Türkiye’nin savunma sanayisini millileştirme çabaları açısından dönüm noktası ne zamandır?
Savunma sanayimiz açısından tarihi kırılma 1974’teki Kıbrıs krizidir. O zamana kadar askeri teçhizat ihtiyacının çoğunlukla NATO çerçevesinde, ikinci el ya da hibeyle karşılamış bir ülke Türkiye. O yıla kadar da bu alanda çok fazla bir felsefe geliştirmemiş. Cumhuriyet’in ilk yıllarında bir çaba var ama NATO üyeliğiyle birlikte bir rahatlama var. Ama 1974’te Türkiye kendisine ait bir milli güvenlik sorununu kendisi çözmek durumunda kaldı. Yalnız kaldı ve bir ittifak içinde değil, kendi başına bu sorunu çözmesi gerekti. Amerikan Kongresi Türkiye’ye silah ambargosu koydu. Bunun ne kadar ağır bir karar olduğunu bence bugün yorumlayabiliriz. Bu bizim Türkiye olarak yakamızdan tutulup sarsıldığımız bir andır. Ben bunu kendine gelme noktası olarak yorumluyorum bugünden geriye doğru yorumladığımda.
- Bugün gelinen noktayı nasıl tanımlıyorsunuz?
Bugün artık bir nehrin yatak değiştirmesi var. 90’lara kadar bu nehir ağırlıklı olarak yabancı ürünlerin alımı veya onların lisanslı üretimi şeklinde aktı. Şimdi bu yatak Türkiye’de bu ürünlerin geliştirilmesi ve üretilmesine döndü. Bizim bugün SSM olarak 30 milyar dolar tutarında sözleşme altına aldığımız proje var. Bunların büyük çoğunluğu tasarım geliştirme yöntemiyle gidiyor. Kendi silah savunma sistemlerimizi geliştiriyoruz. Hepsini geliştirebiliyor muyuz? Hayır, ama bu yola girdik.
HESAP BENDEN SORULABİLİR
- Müsteşarlık koltuğunda 10 seneyi bu ayın sonunda dolduruyorsunuz. Hem siyaseten hem de teknolojik anlamda belki de ülkenin en kritik sürecinde hem hükümet hem de Genelkurmay’la yakın çalıştınız. Görev süreniz aslında bitiyor sanırım. Bir uzatma söz konusu mu?
Bunun kararını ben vermiyorum. Bu nehir yatağının değiştirilmesinde naçizane bir rolüm var. Herkes birbirine güvendi. O irade hep hükümette vardı ama nasılını bizim göstermemiz gerekiyor. Ben de bu dönemin yürütücüsü olan kişi oldum. Bunların çıktılarını ben Silahlı Kuvvetler’e vermek istiyorum. Kendi adıma bir arzum var. 10 sene görev yaptı, şunları şunları bıraktı gitti gibi olsun istemiyorum. Çoğunda da zaten hemen hemen finale geldik. Benim için görev aslında bu sene tamamlanıyor. Bundan sonrası için çok gözüm arkada kalmayacak. Ama tabii ki bu girdiğimiz yolda, bir sonraki atılımın da yapılması gerekiyor.
- Bir sonraki aşama derken nasıl bir takvimden bahsediyoruz?
10 senede bu iş çözülmez. Kendim için değil, benden sonra gelecekler için söylüyorum. Bu işi başaran ülkelere bakarsanız, bu bahsettiğim aşağı yukarı 30 yıllık bir yoldur. Bugün SSM’de yürüyen her konudan beni sorumlu tutabilirsiniz. En kritik süreçlerin hemen hemen hepsinin başlangıç noktasında vardım. Müsteşar olduğumda 60 projemiz vardı, bugün 400 projemiz var. Dolayısıyla bugün her şeyin hesabı benden sorulabilir.
PAKİSTANLI GENERAL UYARDI
- Bunu bir bürokrat olarak söyleyebilmeniz ne güzel.
İşin tabiatı bu. Bu devamlılık SSM’nin kuruluşundan bugüne var. 30 yılda benimle beraber 4 müsteşarı oldu. İşin tabiatı bunu gerektiriyor. Çok ciddi yatırımlar var. Ülkenin belirli bir kaynağını bu nehrin akışının değiştirilmesinde kullanmış olduk. Bu bir ilave kaynak da değil. Türkiye’nin savunma harcamaları bu dönemde artmadı, hatta milli gelire oranla nispi olarak düştü, yüzde 4’lerden yüzde 2’lerin altına düştü.
- Terörle sert mücadele konseptinin farklılaşmasının ve ateşkes halinin savunma harcamalarının düşüşünde bir etkisi var mı?
Bu çok yeni bir durum. Geçen seneden beri orada bir istikrar var. Ama bu noktada kanaatim şu; Türkiye savunma harcamalarını azaltamaz, azaltmamalı. Bulunduğumuz coğrafyadaki riskler Türkiye’nin her zaman kendisini çok iyi korumasını gerektiriyor. Geçtiğimiz haftalarda Pakistan’dan general bir konuğum vardı. ‘Etrafınızda oluşan risklere dikkat edin, biz Afganistan’dan çok çektik, bizi ciddi anlamda istikrarsızlaştırdı, ne yaptıysak bize bulaştı’ dedi.
NATO’NUN BEKLEDİĞİ ORTALAMANIN ALTINDAYIZ
- Türkiye’nin savunma bütçesi kendi ölçeğindeki bir ülkeye göre yüksek değil mi?
Savunma bütçesi 10 milyar dolar civarında. Haydi başka harcama kalemlerini de katalım. Mesela bizim Savunma Sanayisi Destekleme Fonu var yıllık 1.5 milyar dolar civarında. Haydi jandarma ve sahil güvenliği de içine koyun. Toplamda 16 milyar dolara yakın bir paradan bahsediyoruz. Bunların hepsi milli gelire oranla yüzde 1.8 yapıyor. NATO’nun kendi üyelerinden beklediği ortalama savunma harcamalarının milli gelire oranının yüzde 2 olması.
- E o zaman ortalamayı tutturmuş sayılırız, yakınız.
Yakınız da NATO’nun diğer üyeleri Baltık Denizi’nde, İskandinavya’da, Orta Avrupa’da. Bizim gibi Ortadoğu’da değil. Türkiye bu skalanın alt tarafında değil üst tarafında olmalı.
- Asker vesayeti varken savunma harcamaları da onların gücüyle doğru orantılıydı gibi bir algı var.
Doğru algı bu. Biz aslında savunma harcamaları açısından hep böyle şüpheli bir konumdayız. Ama biz bugün savunma harcamalarımızın büyük çoğunluğunu Türkiye’ye döndürdük. O para dışarı gitmiyor artık. Malzeme tedariki için ayırdığımız yaklaşık 4 milyar dolarlık para büyük oranda artık Türkiye içinde harcanıyor.
FÜZEDE ÇİN DIŞI OPSİYONLARA KAPI ARALI
- Çin füzeleri konusunda Batı’nın sert tepkisi tam da Türkiye’nin o bahsettiğiniz nehir yatağını değiştirmesiyle ilgili değil mi?
Ben o işi bir çatışma söylemine sokmak istemem.
- Dışişleri Bakanı Davutoğlu ay başında katıldığı Münih Güvenlik Konferansı’nda ikinci ve üçüncü sıradaki firmaların tekliflerini yenileyebileceğini söyledi. Çin’le ihale aşamasındayken ne anlama geliyor bu? Tekrar başa dönülebilir mi?
Biz aslında nihai teklifleri eylül ayında aldık ve icra komitesinden kararlarımız çıktı. Bizim için ihale süreci bitti. Bu ihalede sıralama çıktı: 1) Çin 2) Avrupa teklifi 3) Amerika teklifi. Birinci çıkanla masaya otur, sözleşmeyi nihayetlendirebilirsen konu bitti.
- Çin’le sıkıntı var mı peki?
Bizi çok fazla bloke edecek bir boyutta değil ama birkaç risk noktası var. Çalışmaya devam ediyoruz.
- İhale aşamasında tam ikna olmuş değilsiniz, bunu diyebilir miyiz?
Bunu diyebiliriz. Çin’le işin olmayacağı kanaatine varırsak o zaman ikinci teklife geçeceğiz. Yani Avrupa teklifi. Ocak sonuydu, bunu nisan sonuna kadar uzattık. Nisan sonuna kadar diğer iki teklif geçerli. Nisan sonuna kadar tekliflerinizi iyileştirirseniz biz bunları dikkate alabiliriz. Dışişleri Bakanı’nın söylediği bu.
HQ-9 ve Patriot’un yetenekleri sınırlı
- Çin füzesi HQ-9 ile ilgili Batı basınında pek çok eleştiri okuyoruz. Dikkatimi çeken bir eleştiri de şu; Türkiye’nin Batı ittifakı ile ilişkilerini riske atma pahasına gündemine aldığı HQ-9 savaş koşullarında test edilmiş bile değil.
Füze önleme o kadar da oturmuş bir teknoloji değil. Zaten bu projede bizim iki amacımız var. Birincisi düşman uçaklarına karşı hava savunma, ikincisi de füze savunma. Büyük ağırlık da hava savunmadadır çünkü bu düzeyde sistemlerle füze savunmada yapabilecekleriniz sınırlıdır. Patriotların ya da HQ-9’un füze savunma yetenekleri sınırlıdır. Biz ihale sırasında HQ-9’un atış testlerini yaptık. Hatta kendi verdiğimiz senaryoyla yaptık. Oralarda teknik tereddüdümüz yok.
- NATO diyor ki; ‘Hem güvenlik konularında her sıkıştığında yardıma çağırıyorsun, hem de benim şüpheli baktığım ve istihbarat paylaşmayacağım bir ülkenin teknolojisini tercih ediyorsun’.
Bu sistemin kullanımı, NATO tarafından desteklenip desteklenememesi, bunlar bizim sorumluluğumuzda olan şeyler. Nasıl Altay tankımızı kendimiz yapıyoruz, NATO’nun bir harekâtı olursa kullandırırız veya kullandırmayız. Bu da öyle.
- Bilgi ve istihbarat paylaşımı konusundaki tereddütleri nasıl gidereceksiniz?
Bu projede NATO’ya ait hiçbir bilgi Çin tarafına geçmiyor.
- O halde Batı’nın bu noktalardaki güvensizliği tamamen manasız mı?
Ben endişeleri tamamen yok saymıyorum. Kabul edebileceğimiz endişelere muhakkak ki var.
- Hangileri?
Bilgi güvenliği farzımuhal. Bunu kabul ediyoruz ve tedbirleri alıyoruz. Bütün detaylara Batılı müttefiklerimiz hâkim olmadıkları için endişe duyuyor olabilirler ama biz o konuda açık davranıyoruz. İstiyorsanız gelin bunları size izah edelim diyoruz.
- Çin füzesi almak da bizim dış politikamızla ilgili değil mi? Demek ki bu tercih salt maliyete göre yapılmadı.
O da bizim dış politikamızla ilgili tabii. Bizim geçmişte kullandığımız böyle bir enstrüman vardı. Kırmızı liste, sarı liste diye tabir ettiğimiz Dışişleri Bakanlığı’nın aleyhimize politikalar uygulayan ülkeleri koyduğu listeler vardı. Türkiye bunlardan mal almasın dediği bir politika vardı. Bugün pek uygulamıyoruz ama.
- Çin firması CPIMIEC ABD’nin ambargo listesinde olduğu için Türk firmaları da Amerika’da iş yaparken sıkıntı yaşayabilir mi?
Amerika 2013’ün Ocak ayında bu şirkete bu yasasından kaynaklanan bir yaptırım uygulamaya başladı. Bu yaptırım iki senelik, demek ki bir senesi daha var. Bu Amerika’nın kendi dış politikasıyla ilgili bir konu.
- ABD Türk firmalarına da ambargoyu uygulamakta ısrarlı olursa bu ne anlama gelir?
Bence bu bir siyasi mülahazadır. Biz hassasiyetlerin hepsini dikkate almakla mükellefiz tabii ki, NATO ittifakının bir üyesiyiz. Ama bunun ötesinde bu iş 1974’teki gibi Türkiye’ye ambargo veya ona benzeyecek bir duruma girme seçeneğinin dikkatli değerlendirilmesi gerekir. Bu eskalasyondur. Bence kimse açısından mantıklı bir hareket olmaz.
Devletin iradesi netleşti
- Son iki yılda etrafımızdaki ülkelerle kavgalı gözüküyoruz. Başbakan’ın çevresinin ‘değerli yalnızlık’ diye tanımladığı bu durum sizin işlerinize yansıyor mu? ‘Artık yalnızlaşıyoruz daha çok kendi işimize bakalım’ gibi bir psikoloji var mı?
Bize çalışma düzeyinde yansıyan öyle bir psikoloji yok ama şu var; bence hükümet de TSK da, devletin bir bütün olarak bu konudaki iradesi oldukça netleşti. Türkiye savunma sanayisi konusundaki çözümlerini üretecek. Bu taktik bir konu değil. Bugün Suriye ile aramız bozuk diye değil. Zaten bizim o çözümleri yaratmamız onar yılları alacak. Biz mesela Hava Kuvvetleri ile geleceğin milli savaş uçağı projesini çalışıyoruz. İki senedir bunun konsept tasarımı üzerinde çalışmaktayız. Bu projedeki zaman dilimimiz 60 yıl. Bugün Suriye ile aramız bozuk da 60 yıl içinde kim bilir kaç kere düzelecek kaç kere bozulacak. Ama Danimarka olsaydık başka bir analiz yapabilirdik, savunmaya niye para harcıyoruz diyebilirdik. Türkiye’de ise askeri konuların önümüzdeki en az 50 yıl gündemden çıkmayacağını söyler basit bir hesap bile. Etrafımızda neredeyse stabil bir ülke yok, hepsi değişik biçimlerde kargaşa içinde. Türkiye kısa vadeli ve taktik davranamaz. Yarın her şey iyi olacak inşallah diyemez.
İHA’lar aşağıdakini tanıyamaz
- Uludere’de 34 gencin ölümüyle sonuçlanan bombardımana neden olan İHA’lardan (İnsansız Hava Aracı) alınan görüntülerdi. Uludere konusunda sizin gibi bu teknolojileri geliştiren pozisyonlarda olan insanların ne hissettiğini merak ediyorum.
Biz işin operasyonel tarafında değiliz ama bir şekilde bir köşesinde olan bir kişi olarak yorumlayabilirim. İnsansız hava aracı mücadele etmeniz gereken kimse onunla mücadele etmenizi, ateş gücünüzü noktasal kullanmanızı sağlıyor. Ama bunun da sınırları var. Uludere’de olan bence o. Gece görüşü kameralarının orada aldığı bir izdir. ‘Orada sivil vatandaş yoktur’ şeklindeki bir istihbarat bilgisiyle birleşmesi gerekiyor ki siz ateş gücünüzü oraya sevk edin. Tabii bu olaylar ‘Bu işi daha nasıl iyileştirebiliriz’ şeklindeki arayışlara yol açıyor. Ama teknoloji hiçbir zaman şunu yapmayacak; 10 bin metre irtifada uçan bir hava aracının oradaki kişiyi tanıması noktasına getirmeyecek.
- Bu tür teknolojilerin saldırı amaçlı kullanımı konusundaki etik tartışmanın Türkiye neresinde?
Terörle mücadelede Türkiye hep askeri gücünü çok itinayla kullanma gayreti içinde oldu. İsrail’in Gazze harekâtlarını veya Amerika’nın Afganistan’da yaptıklarını düşünün. Oralarda bu harekâtlar hep toptancı bir yaklaşımla yapılıyor, kim varsa bombalıyorlar. Türkiye terörle mücadelenin ilk dönemlerinde bile bu tür bir toptan halka karşı askeri güç kullanımına gitmedi. Ama hataları olmuş olabilir.
ASELSAN münferit görünüyor
- Aselsan’daki intiharların sizin açınızdan şaibeli bir tarafı var mıydı?
Biz öyle bir ilişki kuramadık. Aselsan’dan aldığımız verilerde de bunu destekleyen bir şey yok. O resmi tamamlayamıyoruz. Münferit vakalar gibi görünüyor. Fakat bu konuda da çok saf olmamız gerekmiyor. Dünyada böyle şeyler olmuyor değil. Biliyoruz İran’ın nükleer programında çalışan bilimadamları sürekli suikasta uğruyorlar. Bizde de bu bir tedirgin etme enstrümanı olarak kullanıldıysa onu bilemem.