Oluşturulma Tarihi: Nisan 16, 2003 12:33
Bazı şehirler, bütün bir savaşın simgesi haline geliverir. Kartaca, Kudüs, Verdun, Madrid, Dresden, Hiroşima, Berlin, Saygon, Beyrut, Saraybosna gibi.
Bağdat da, on yılı aşan abes bir savaşın sembolü haline gelmekte. Bu savaşta, ABD ve İngiltere, açıkça söylememekle birlikte, "Irak halkını aç ve sefil bırakarak,
Saddam'ı devirecek bir ortam yaratmayı" planlıyor. Hava saldırılarında, "ölümleri en aza indiren" teknoloji kullanılıyor; bu sayede çocuklar, enkaz altında değil, açlıktan ve hastalıktan ölüyorlar.
*
İngiliz
The Sunday Times gazetesinin iddiasına göre, son saldırıda, ABD'nin yeni Başkanı
George Bush'u, Irak'a karşı, İngiliz Başbakanı
Tony Blair tahrik etti. İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri RAF'ın komutanları, Irak'ın uçuşa yasak bölgesindeki radarları (uçuş güvenlikleri için) vurmak istiyorlardı. Blair, acemi Başkan'ı ikna etti ve Amerikan ve İngiliz hava kuvvetleri, diğer müttefiklerine
haber bile vermeden, Bağdat ve çevresini bombaladılar.
Bu, İngilizlerin (ve peşlerine takılan Amerikalıların) ilk vukuatı değil.
*
Kasım ayında, Fransa için tarihi önemi büyük bir şehirde, Verdun'de, "Simge Şehirler" diye bir kolokyum düzenlendi. (
Mareşal Petain, 1916 yılında, Verdun'de, büyük bir Alman taarruzunu püskürtmüştü.) Tarihçiler ve diğer katılımcılar, "Niçin bazı şehirler tarihe, bir dönemin simgesi olarak geçer" sorusuna cevap aradılar. Toplantıdan bir sonuç çıkmadı tabii, ama, unutulmuş bazı anılar tazelendi.
*
İkinci Dünya Savaşı'nın son günlerinde, 13/14 Şubat 1945 gecesi, Almanya'nın Dresden şehrine korkunç bir hava saldırısı düzenlendi. Önce, RAF uçakları iki büyük sorti yaptılar. Ardından, Amerikan Hava Kuvvetleri'nin meşhur Uçan Kaleleri, şehrin üzerine tam 650 bin yangın bombası bıraktı. O gece, 130 bin Alman, yanarak, enkaz altında kalarak öldü.
İngiliz Avam Kamarası ayağa kalktı. Sivilleri hedef alan bu saldırının "maksadını fersah fersah aştığı ve katliam yapmayı hedeflediği" iddia edildi. Hava Kuvvetleri Komutanı Mareşal Arthur Harris, "vur deyince öldüren komutan" damgasını ölene kadar taşıdı.
Halbuki komutanın bir suçu yoktu: Dresden bombardımanı,
Winston Churchill'in
başkanlığındaki Savaş Kabinesi tarafından geliştirilen, savaş doktrininin uygulanmasından başka bir şey değildi. Bu doktrine göre, Almanya'yı teslim olmaya zorlamanın tek yolu, sivil halkı terörize etmek ve özellikle de silah sanayiinde çalışan işçileri çalışamaz hale getirmek, yani öldürmekti. Bugün tarihçiler, Dresden katliamının savaşın sonucunu etkilemediği, yani 130 bin sivilin "boşuna öldüğü" görüşünde.
*
Hiroşima hakkında, benzer bir tartışma 55 yıldır sürüyor. Tarihçiler, 150 - 200 bin sivilin ölümüne yol açan atom bombaları konusunda Amerikan tezinin gerçekleri yansıtmadığı görüşünde. ABD, "Atom bombası, Japonya'yı teslim olmaya zorlayarak ve yeni çatışmaları engelleyerek, sivil ve asker ölümlerini azalttı" tezini savunur. Ancak tarihçiler, ABD'nin, Hiroşima ve Nagazaki'ye atom bombası atarak, Pearl Harbor'un ve Japon ordusunun esirlere yaptığı kötü muamelenin intikamını aldığı görüşünde.
*
Tarih yarın, Bağdat'ın gereksiz yere bombalandığını, yüz binlerce Arap çocuğunun boşuna öldüğünü veya sakat kaldığını yazacak. Ama savaş mahkemelerinde sadece mağluplar yargılanır, galipler değil. Savaş suçu işlemiş olsalar bile.
*
NOT : Sofraya, buzdolabından çıkarılıp ısıtılmış bir yemek getirdiğim için özür dilerim. Bu okuduğunuz, 20 Şubat 2001 tarihli bir yazımdı. (Milliyet)
Belki, Saddam’ın ve komutanlarının alçaklığı yüzünden / sayesinde fazla bomba yemeden teslim olan Bağdat, tarihe bir “simge şehir” olarak geçmedi. Ama Bush’un “birkaç bin ölüyle” büyük bir zafer kazandığı yalanına sakın inanmayın. Saddam’ın zararsız hale getirilmesi için, ABD ve İngiltere, Irak’a 12 senedir çok acımasız bir ambargo uyguluyordu. Bu “zafer” yüzbinlerle çocuğun, ihtiyarın ölümü pahasına kazanıldı.
Yani, Irak Savaşı’nın bilançosu öyle 3 bin, 5 bin ölü değil... yüzbinlerle sivildir, unutulmasın!