Güncelleme Tarihi:
Rum mübadillerle Ege'nin öte yakasındaki asmaların altında oturup söyleştik. Hepsi savaş yılları ve Türkiye'yle ilgili anılarını anlattılar. Şirince, Kuşadası, İzmir toprağında varolan ailelerin yaşam öyküleri renk renkti. Anadolu anılarının birinci kuşağına sahip olanıysa, 91 yaşındaki Sofia Kabasakalis'ti. Yaşlı kadınla karşılaştığımda, sanki o acıları hiç yaşamamış, evinden kopmamış ve de hep tanışıyormuşcasına bizi sevgiyle kucakladı.
Olimpos'un tepeleri hep karlıdır. Eteklerindeki yamaçta mübadeleden sonra kurulan Nea Efesos, Yeni Efes ise yemyeşil. Rum mübadillerle Ege'nin öte yakasındaki asmaların altında oturup söyleşirken, Maria Çakıroğlu'nun eliyle hazırladığı vişne likörünü içtik. Arkasından da Türk kahvesini yudumladık.
Köyün Rum mübadilleriyle anlaşmak hiç zor olmadı. Ege şivesiyle konuştukları Türkçeyle, Maria Çakıroğlu'nun, Vasilya Katırcı'nın ve de köyün en yaşlısı Sofia Kabasakalis'in öyküleri, bizi 77 yıl öncesine götürdü.
TOPRAĞIMIZ İYİYMİŞ
Şirince, Kuşadası, İzmir toprağında varolan ailelerin yaşam öyküleri renk renkti. Anadolu anılarının birinci kuşağına sahip olanıysa, 91 yaşındaki Sofia Kabasakalis'ti. Yaşlı kadınla karşılaştığımda, sanki o acıları hiç yaşamamış, evinden kopmamış ve de hep tanışıyormuşcasına bizi sevgiyle kucakladı. Dikkatimi ilk çeken, bunca yıla ve acıya direnen dinçliğiydi.
''Nasıl böyle dik kalabildin?'' diye sorduğumda, önce bir ahh çekti. Sonra, ''Çok şükür. Toprağımız iyiymiş'' dedi . ''Kendime iyi baktım. Hiç bir zaman çok yemedim. Ama çok çalıştım. Her işi yaptım. Son zamana kadar orak biçtim, toprak ektim. Çok da acı çektim.''
77 yıl önce İzmir'de başlayan dram yüklü göç günlerini anlatırken, 1923 yılına dönüverdi;
''14 yaşındaydım. Türklerle Yunanlılar savaşıyorlardı. Bizim de hemen kaçmamızı söylediler. Oysa onları biz çağırmamıştık. Anadolu Rumu olduğumuz için bizi Yunanla bir tuttular. Türkler sizi kesecekler, kaçın dediler. Neler neler çektık.''
Başınıza bir şey gelmeden Selanik'e gidebilmişsiniz.?
''Babam, manam ve kardeşlerimle İzmir kordonunda günlerce ızdırap çektik. Yatacak yerimiz yoktu. Askerler mi yoksa çeteciler mi bilmiyorum, gözümün önünde bir kadının kulağındaki altını almak için eziyet ettiklerini gözlerimle gördüm. Günlerce bir oradan bır oraya itildik. İngiliz pampurları (vapurları) gelmişti. Toz, toprak ve pisliğin içinde pampurlara doluşmak için çabaladık. Efem kaybolmuştu. Giremedi. Babamı da almadılar pampura. Erkekleri ayırıyorlardı. O zaman ben ağladım. Bir ingiliz neden ağlıyorsun diye sordu. Babam kaldı dedim. Bana acıdı, babamı da pampura aldı. İzmir'de 10 gün kaldık. Sokaklarda yattık. Denize düşenler ölüyordu.''
Sofia'nın yanında oturan Vasİlya Katırcı da Çirkince'dendi. Hiç gidemediği annesinin köyünü, anılardan öğrendikleriyle düşlerinde yaşatıyordu. Dedesi Kuşadalı'ydı. Annesi ölmeden bir kez evlerine gitmiş, evin yeni sahibi olan Türk aile ile tanışmış. Evin kadınının fakirliğinden etkilenip, ona hayatının sırrını vermiş.
''Manam evini görünce karşısına geçip ağlamış. 1923'ten beri evin sahibi olan kadına, evinin en altındaki ahırı ve hayvan bağladıkları iki demir halkayı sormuş. Ve ona demiş ki, 'ben o halkalara gidip bakmayacağım ama ben gittikten sonra sen git iki demir halkayı bul ve altındaki altınları al, kullan. Paraları da bul. Bir tuğram daha olacak. O da senin olsun. Birer birer sat ve geçin. Sonra da manam köyden ayrılmış.''
BİR DAHA DÖNEMEDİK
Siz, ikinci kuşaklar baba evini gidip görmek istemiyor musunuz?
Vasilya Katırcı, Olimpos'un karlı tepelerine uzaktan şöyle bir bakıp, sorumu yanıtladı;
''Babam da oralara hiç gitmedi. Sadece manam gitmişti. Zaten bu sevgi kadınların yaşattıkları bir sevgi. Büyük kadınlarımız Anadolu'yu, Türkleri ve Türkçeyi ikinci kuşaklara sevdirdiler. Benim kocam öldü. Nasıl gideyim? Altınların peşine ise düşemem. Düşenler çok oldu ama ben bizden çıkmış olan ev ve altınları neden şimdi sorayım.''
O sırada, neredeyse 100 yıla tanıklık eden Sofia Kabasakalis araya girdi. Savaşın ve barışın ne olduğunun farkındaydı. Uzaklara daldı ve Atina'ya seslenir gibi konuştu:
''Biz savaşı gören insanlarız. Bir bilsen neler çektik. O güçlüğü yaşamayan anlamaz.''
Mübadillerin köylerinde dolaşırken, yolumuz bu kez Veria'ya düştü. Veria'nın meydanındaki kahvede, Türk kahvemizi yudumlarken Bursa'nın Gürsu köyünden 77 yıl önce Veria'ya göç ettirilen Foti Haciyani'yi tanıdık. Yorgun bacakları onu o sabah nedense pek de uğramadığı bu kahveye taşımıştı. Bizi tanıyınca gözpınarları taştı, başladı anlatmaya:
''Bursa çok iyi memleket idi. Türklerle bal şeker yaşar idik. Bizim kilisemiz, onların camisi vardı. Düğünlerimize gider gelirdik, tatlı yaşardık. Hiç unutmam, çocukken düğüne gitmiş, 3 gün hoplamıştım.''
Şimdi 85 yaşını süren Foti Haciyani'ye, ''ya sonra?'' diye sordum. İkram ettiğimiz Türk sigarasını sevinçle aldı, ''40 yıldır ilk kez türk sigarası içiyorum '' dedi. Derin bir nefes çektikten sonra titreyen dudaklarından kelımeler döküldü:
''Güçlükle buraya geldik. Çok zor günlerdi. Yunan, bizimle alay ederdi. Türkler'den 5 kötü 10 iyi varsa, Yunan'dan da 5 iyi 50 kötü çıkar. Kötülerle iyiler hep vardır. Biz, o gün korkumuzdan bir şey alamadan İzmir'den çıplak geldik buraya. Selanik'te de çadırlarda yattık. Bize, buralardan henüz göç etmeyen Türkler yemek verdi. O Türk İstanbul'a dönerken de evini bize verdi. İzmir'den kaçarken şaşırmıştık. Sedirin içine peynirlerimizi bile saklamıştık. Bir daha döneceğimizi umuyorduk. Bir daha da dönemedik. Bakkal dükkanımız da orada kaldı.''
Kayalar'da doğduğu evini bulmak için baba toprağına 77 yıl sonra gelebilen Türk mübadil İbrahim İşler de, söyleşimize katıldı. Kendisi gibi aynı acıları yaşayan Foti Haciyani'ye sevgiyle sarıldı. Ege'nin iki yakasından yıllar sonra buluşan iki mübadilin bakışları derinleşti.
HAMAMLARI ÖZLEDİM
Foti Haciyani devam etti;
''Bugün garip bir duyguyla bu kahveye geldim. Meğer, sizi görecekmişim. Şimdi millet fena karıştı. Oysa hepimizin içi temiz olmalıydı. Biliyorum politikacılar böyle yapıyor.''
Kahvesinden bir yudum daha içtiği an, Foti Haciyani'ye sordum:
- Bursa'dan en çok neyi özlüyorsun?''
''Hamamlarını'' dedi. ''Bir de şeftalisi ile kestanesini.''
- Bundan sonra sence ne olacak?
‘‘Barışsınlar diyoruz. Kimde kabahat bilemiyorum. Biz imza atıp başa geçiriyoruz. Sonra kırıp döküyorlar. Oyumu hep verirdim, artık kimseyi istemiyorum. Bir daha da imza atmayacağım. Şimdi idealimiz, barış, dostluk ve sevgi olmalı. Ben, savaşın acılarıyla büyüdüm. Bir defa da bize kulak versinler.’’
Kahveden kalkıp, Foti Haciyani ile Veria sokaklarında gezmeye başladık. Meydandaki Türk camiinin önünden geçerken, durup baktık. Şerefesi yıkık, cam çerçevesi paramparça, küfürlü yazıların olduğu duvarları ile tüm ilgisizliğe karşın yıllara meydan okuyordu. Foti Haciyani, bir kaç sokak ötedeki küçük bir tavernanın kapısından içeri girdi. Canı uzo içmek istedi. Beyaz peynir, domates, kalamata zeytinin eşlik ettiği küçük kadehindeki uzosunu yudumlarken ''yassu'' dedi .''Yassu. Dostluğa yassu.Selam söyleyin köyüme. Bizi unutmayın. Ben belki gelemem ama kızım Atina'da yaşar. Belki kızım, belki de onun kızı bir gün dede evini görmeye gider. Kimbilir.''
Yunanistan'dan Türkiye'ye dönerken karmakarışık olduğu kadar bir o kadar da umut dolu duygular içindeydim. 77 yıl öncesinin ölüm, açlık ve sefaletle örülü büyük kitlesel göçünün acılı insanları, birer birer kayboluyorlardı. Yıllardır Rumlar Yunanİstan'da, Türklerse Anadolu'da artık ikinci, üçüncü kuşaklarıyla yaşayıp gidiyorlardı.
Dram yüklü anılar ne kadar tozlanırsa tozlansın, savaş gerçeği bu ailelerde unutulamıyor. Unutulmasın da. 91 yaşındaki Sofia'nın dediği gibi, ''savaşı yaşamayan anlamıyor''
Şimdi önemli olan, iki ayrı toprakta yaratılan bu büyük sentezin ışığında, yarınların barış, sevgi ve dostluk içinde yaşanması değil mi?
Muhacir olmak zordur yavrum
91 yaşındaki Sofia Kabasakalis ve ailesi, ‘toz toprak içinde’ bindikleri vapurla, büyük zorluklar çekerek Selanik'e varmışlar. Selanik’e gelişlerinden sonrasını şöyle anlatıyor:
Gemiyle Selanik'e gelince ne yaptınız?
Selanik'te aylarca hasır üstünde yatırdılar. Sonra bu dağ köyüne getirdiler. Yılanları bol olan çadırlarda kaldık. Yılanlar çadırın içine süzülürdü. Elde avuçta yoktu. Çok zorluklarla bu günlere ulaştık. Yıllarca Türk muhacirler diye itildik. Çocukları bizimle oynamazlardı. Kız alış verişi ise son 10 yıldır yapılıyor. Muhacir olmak zordur yavrum.
Ya çocuklar?
Geldiğimizde çocuklar Türkçe konuşurlardı. Okulda ise Rumca konuşulması için büyük baskı vardı. Nenem sokakta oynayan kardeşime Türkçe ''Eleni, Eleni'' seslenirdi. Kız, ağzını eliyle kapatır susardı. Cevap vermezdi. Çünkü öğretmeni okulda, 'eğer kim Türkçe konuşursa bana kuşlar gelip söylüyor' demiş. O da bir gün daldaki kuşu nineme gösterip, gözleriyle susmasını işaret etmiş.
Şimdi yıllar geçti, tüm baskılar sona erdi. Yaşam akıp gidiyor. 77 yıldır aranızda hala Türkçe mi konuşursunuz?
Evet, hele şakalar, küfürler oldu mu, yeniler anlamasın diye hemen Türkçe konuşuruz. Ben Türkçe konuşunca rahatlıyorum.
Yunanlılar sizi çok mu dışladı?
Pancurlarını bile kapatırlar, muhacirler geliyor diye çocuklarını evlere sokarlardı. Bize Turkola derlerdi. Onlarla Rumca bilmeyince anlaşamazdık.
Ya Türkler'le ?
Çirkince'de çok iyi geçinirdik. Düğünlerimize, cenazelerimize gelirlerdi. Biz de onlarınkine giderdik. Bir de Kuşadası'ndaki hamamları unutamam.
Şimdi Çirkince'ye gitsen, evini bulabilir misin?
Hemen bulurum..Kocam öleli 31 yıl oldu.Artık bacaklarım da zayıfladı.Tek başıma oralara gitmem çok zor olacak yoksa öyle çok istiyorum ki bir daha görmeyi.. 20 yıl önce bir defa gitmiştim.
Hala güzel kadınsın. Manan da böyle güzel miydi?
Öyleydi ya. Toprağımız güzeldi çünkü. Mayamız oradan. İkinci kuşaklar nedense daha farklı oldu.