Güncelleme Tarihi:
8 yıllık sürecin sonunda kim kazandı, kim kaybetti?
Dünyada önemli sorunlar platformuna baktığımızda, beş gün içinde, ayrı ayrı yaklaşımları ve çıkarları olan iki süper güçle, aynı sorunlu bölgeye ilişkin olarak, böyle kritik bir ortamda böyle bir sonuca ulaşmak bence tarihi bir başarıdır. Tarih ileride “Ankara ve Soçi Mutabakatı” diye yazacaktır. Dünyada haklılar vardır. Fakat her haklı istediğini elde edemez. Dolayısıyla haklının aynı zamanda güçlü olması gerekir. Türkiye olarak biz yıllarca haklı olduğumuz konularda, yeterince güçlü olmadığımız için, protesto etmenin ve haklılığımızı dile getirmenin ötesine geçemedik. Fakat son dönemde dikkat ederseniz haklılığı güçle birleştirdik. Sonuç almaya başladık.
Güçten kastınız diplomatik mi, askeri güç mü?
Güç dediğinizde; soft power dediğimiz yumuşak güç de vardır, diplomatik güç de, askeri güç de, uluslararası platformda yanınıza çektiğiniz güç de... Suriye meselesine sadece Barış Pınarı Harekatı sonrasındaki mutabakat olarak bakmamak gerekli ve ondan önce yaşanan süreci de birlikte iyi analiz etmeliyiz. Türkiye ile Suriye arasında Osmanlı Devleti ile 400, Selçuklu Devleti ile 100 yıl olmak üzere 500 yıllık ortak bir tarih vardır. 1918’de Osmanlı Devleti savaşı kaybettikten sonra Suriye ile Türkiye arasında bir hudut çizilmiştir. Hudut çizilirken buradaki tren yolu esas alınmıştır. Şehirlerin içinden geçen tren yoluna göre aynı şehrin güneyi Suriye, kuzeyi Türkiye olmuştur. Orada yaşayan insanlar aynı kasabanın insanlarıdır. Bugünkü Suriye’ye baktığınızda aslında Suruç ve Ayn el Arab, Akçakale ile Tel Abyad, Ceylanpınar ile Resulayn, Nusaybin ile Kamışlı eskiden aynı kasabadır. Bu, Türkiye’nin ne kadar önemli bir güvenli bölge ihtiyacı içinde olduğunu da ortaya koyar. Aslında biz Türkiye Cumhuriyeti döneminde, her zaman Suriye ile iyi ilişkiler kurmaya çaba sarf ettik. Ancak, Suriye bağımsızlığını kazandıktan sonra, Hatay’ın BM plebisiti sonrasında Türkiye’ye geçmesini hiçbir zaman hazmedemedi. Bazı Suriye haritalarında şimdi bile Hatay Suriye toprağı olarak görülür. Ayrıca Fırat’ın suyu nedeniyle, Suriye BAAS kafasının da etkisiyle, terör kartını hep elinde bulundurmak istedi.
TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Volkan BOZKIR - İpek ÖZBEY
Baba Hafız Esad zamanından bahsediyorsunuz…
Tabii. Hafız Esad terör kartı olarak, Irak’ta PKK’ya destek verdi. Suriye’nin kuzeyinde de Türkiye’yi rahatsız edecek benzer oluşumların oluşmasına izin verdi. PKK Terör örgütü nedeniyle, Türkiye’de çok sayıda insanımızı yitirirken, Terör örgütünün başı Öcalan, 20 yıl Şam’da ikamet etti. Öcalan bu yıllar zarfında, hem PKK’yı örgütledi, hem Suriye uzantısının (şimdiki PYD/YPG) yapısını planladı. Türkiye olarak, bütün bu yaşananlara rağmen, oğul Esad başa geldiğinde ‘Komşumuzla yeni bir dönem başlatalım, ilişkilerimizi düzeltelim, Türkiye ve Suriye dost olsun’ diye düşündük.
Nitekim bu ilişki kuruldu da…
Taa ki Arap Baharı’na kadar bu dostluk ilişkisi gayet iyi yürüdü. Ancak o noktada Beşar korktu. Annesinin ve babasının ailesi Suriye’yi yönetti/yönetiyor. Ona, “Ey oğul Saddam ve Kaddafi öldü, Mübarek gitti, senin de akıbetin bunlar gibi olabilir.’ O nedenle sen başkalarının tavsiyelerini bırak. Baban 40 yıl ne yaptı ise onu yap.” dediler. Beşar başladı halkını öldürmeye. O noktada da biz bir karar vermek zorunda kaldık. Dedik ki, ‘Biz bu kişiyle dostluğumuzu devam ettirirsek, 200-300 bin kişi daha öldürülürse, o zaman 100 yıl boyunca Suriye vatandaşları bunu affetmeyecek ve Türkiye’ye karşı bir düşmanlık oluşacak. Biz halkın yanında yer alırsak, zor anlarında destek olursak 100 yıllık bir dostluğun temelini atarız…’ Beşar bildiğini okumaya başladı, biz de ilişkimizi kestik. 100 binlerce insan öldü, 12 milyon insan göç etti. 2012’de Beşar gücü yetmediği için bütün kuzeyi boşalttı. Orada PYD/YPG hâkimiyeti ele geçirdi. Afrin, Sahba, Kobani ve Cezire isimli dört kanton oluşturdular. 1000 yıldır Arapların çoğunluğunda, Türkmenler, Hıristiyanlar ve Kürtlerin birlikte yaşadığı bölge, sanki sırf Kürtlerin yaşadığı bölgeymiş gibi, tamamen Kürt kantonları olarak planlandı. Etnik temizlik yaptılar. Bu kantonlarda Suriye bayrağını indirip, PYD bayrağını çektiler. Böylece, Irak sınırından Akdeniz’e kadar bir terör koridoru oluşturulmak istendi. Bununla kalmadılar, benzer şekilde Türkiye’de kanton oluşturma girişimleri oldu. Diyarbakır/ Sur, Mardin/ Derik ve Nusaybin, Batman, Mardin, Şırnak, Hakkari/Yüksekova ve Şemdinli’de hendeklerle ve barikatlarla buraları ele geçirmek istediler. 200 bin insanımız buralardan göçe zorlandı. Bunlar birbirine bağlantılıydı. Türkiye en zor zamanında bütün buraları temizledi. Huzur ve güvenlik geri geldi. Göç edenler evlerine döndü.
Bu noktada Fırat Kalkanı’nı hatırlamak gerekiyor…
Kesinlikle… Türkiye, ÖSO ile buraya girdi ve 2000 kilometreyi DEAŞ teröristlerinden temizledi, 3000 DEAŞ teröristi öldürüldü, bölge güvenli hale geldi. Türkiye’den 250 bin Suriyeli oraya dönmeye karar verdi. İkincisi Zeytindalı Harekatı idi. Afrin bizim hududumuzda. Göçmen hareketinin ve terör sızmalarının çoğu oradan oldu. Biz buraya da müdahale ettik. Zeytindalı Harekatı ile Barış Pınarı Harekatı arasında benzer bir tablo var. Orada da teröristler Amerikan silahlarıyla teçhiz edildi. Barikatlar, çukurlar açıldı, dağlarda keskin nişancılar vardı. Amaç Türkiye’yi orada yıllarca oyalamak, Afrin’i yerle bir ettirip, sivil kayıplara yol açıp, bütün dünyaya Türkiye bunu yaptı demek idi. Türk askeri ve ÖSO 52 günde şehir merkezine vardı. Görmezden gelmeyeceğimiz bir nokta var burada. Afrin 450 bin nüfuslu, çoğu Kürt olan bir kasaba. TSK ve ÖSO Afrin’e vardığında, yerel halk ‘biz sizi koruyacağız, buraya Kürt devleti kurmaya geldik’ diyen PYD’yi oradan kovdu. Çok önemli bir şey bu, iki günde PYD kurşun atmadan orayı terk etmek zorunda kaldı.
Az önce Amerikan silahlarına dikkat çektiniz. Bugüne gelelim, ne oldu da Amerika tavır değiştirdi, çark mı etti?
Amerika Suriye’de bu tablo ortaya çıktığında ve oraya Rusya, İran, DEAŞ, PYD vs geldiğinde ‘Herkes orada, ben niye yokum?’ dedi. Halbuki olmayış nedeni, ona ihtiyaç duyulan zamanda orada olmayışından kaynaklanıyor. Eğer orada kalmaya devam etseydi, belki bu kadar karmaşık bir yapı oluşmayacaktı. Irak’ta da aynı şeyi yaptı. Aniden gidiyorum dedi, DEAŞ’ın ortaya çıkmasına neden oldu.
Bu söylediğiniz Batı’nın DEAŞ’la ilgili endişesini desteklemiyor mu?
Oraya gelmeden önce, şunu belirtmem lazım. Afrin’den sonra PYD Münbiç’e Amerika’nın yanına kaçtı. Amerika ‘Ben Rakka’da DEAŞ’ı temizleyeceğim’ dedi. Temizleyeceksin de DEAŞ’a ilk darbeyi biz vurduk Cerablus’ta. Ondan sonra belini biat daha doğrultamadı. Dedik ki, ‘Bakın bu PYD savaşmayı falan bilmez, çapulcu birliğidir. Afrin’de gördünüz. Sizin desteğinizle bile bir şey olmuyor. Gel Rakka’ya birlikte gidelim…’ Ama ABD PYD ile gitmeyi tercih etti. Rakka’yı yerle bir ettiler, sivilleri öldürdüler. DEAŞ’ı tamamen temizlememek için de bir koridor açtılar, DEAŞ çöllere doğru kaçtı. Sonrasında, ABD uzun uzun görüşmelerimiz oldu. Biz “Fırat’ın batısında Münbiç kaldı. Buradan PYD’yi çıkar, silahlarını da al…’ dedik. Tamam dediler, üç ay süre verildi. 15 ay bekledik olmadı. Sonra ABD ile Fırat’ın doğusunda bir güvenli bölge oluşturmak için uzun uzun görüştük. Bir türlü fiiliyata geçemedi. Biz de Barış Pınarı harekatını yaptık. Yapmasaydık bir sene daha Amerika tarafından oyalanacaktık. Şimdi 5. gün sonunda Ankara Mutabakatının gerçekleşmesinin nedeni aslında Afrin’dir. Amerika gördü ki PYD/YPG, TSK ve ÖSO’ya karşı dayanamayacak. 12 bin kilometrelik alan temizlenecek. Burada kimin kredibilitesi kaybolacak? Amerika’nın… Zira, 30 bin TIR dolusu silah vermiş, adamları eğitmiş. Amerika aslında kendi prestijini kurtarmaya çalıştı. Türkiye’de savaşmadan hedeflerine ulaştı. Şimdi Amerika çekilince PYD’nin elinden tutacak kimse kalmayacak, PYD zaten artık orada yaşayamaz.
Az önce anlattınız, 8 yıl önce Türkiye’nin tavır koymasının bir nedeni vardı. Peki o neden ortadan kalktı mı, Esad mı değişti?
Kalkmadı. Yeni bir Suriye devleti kurulsa dahi, Türkiye olarak biz ‘Beşar Esad ile yeni bir Suriye devleti kurulamaz’. diyoruz. Çünkü 12 milyon insan Esad rejimi kendilerini öldürüyor diye kaçtı. O olduğu sürece, yeniden öldürülecekleri korkusuyla geri dönmezler. Esad’la konuşmayız. Yeni bir Suriye kurulsun, Suriye halkı lideri hakkında karar versin, biz onu kabul edeceğiz.
Suriye halkı seçim olur da yeniden Esad’ı seçerse, bunu kabul edeceğiz mi diyorsunuz?
Şöyle ama: Esad diyor ki, ‘Seçim yaparım, seçilirim, başkan olurum’. Biz de diyoruz ki, ‘Sen Suriye’yi üçe böldün, şu anda küçük Suriye’nin başkanısın. Seçim yapacaksan, Türkiye’deki, Lübnan’daki, Ürdün’deki, Almanya’daki Suriyeliler de oy versin. Eğer seçilebilirsen tamam…’ Onun niyeti o değil. Şam ile Halep arasındaki bölgede seçim yapıp, seçilmek istiyor.
Sizin önerdiğiniz modelde Esad’ın kazanma şansı yok mu?
Kesinlikle kazanamaz.
Diyelim ki, Esad’ın istediği oldu...
Bizim onu kabul etmemiz mümkün değil artık. Onu tanıtan ortaya çıkaran biziz. Bakın bütün Avrupa Türkiye’nin o zamanlar Beşar Esad ile iyi ilişki kurmasına karşıydı.. Türkiye ile Suriye dostluğu iyi gitti. Avrupa bu sefer “Türkiye doğru yaptı. Biz de tutumumuzu gözden geçirelim” noktasına gelmişken, Arap Baharı patladı.
Arap Baharı olmasaydı Türkiye ile Esad’ın arası bozulmaz mıydı?
Hayır, o ilişki sürerdi. Gayet güzel gidiyordu.
‘İki aya kalmaz gider’ denilen Esad niye gidemedi?
Bütün Avrupa razıydı gidişine… Fakat piyasaya, dün operasyonda öldürüldüğü bildirilen DEAŞ’ın başı Al Bagdadi’nin resimleri çıktı. Batı dünyası, birden bire Suriye’nin başına o görüntüde, o kafada birinin geçebileceğini düşündüler. Bu laik, Batı görünüşlü kişi katil dahi olsa başta kalsın istediler.
‘Erdoğan siyasi hatalarından kaynaklanan kayıplarını, Türk ordusunun gücünü kullanarak telafi etti’ değerlendirmelerine nasıl bakarsınız?
Maalesef Türkiye iç siyaseti bölünmüş vaziyette ve başarı paylaşılamıyor. Oysa bu, ülkenin başarısı. Eskiden tüm partiler böyle konularda birleşirdi. Şu harekatta dahi operasyonun başarısını gölgeleyecek, kırılgan açıklamalar oldu. Türkiye’nin önümüzdeki 10 yılını etkileyecek bir başarı var. Bakın, İngiltere güvenliği için okyanusu aşarak Falkland’a gitti, Fransa eski sömürgesi diye Mali’ye gitti, Amerika 11 Eylül’den sonra Irak’a, Afganistan’a gitti. Düşünün burada tehlike Türkiye’nin hemen sınırındaydı.
Türkiye’nin yerinde Amerika ya da Fransa olsa ne yapardı?
Çoktan buraları yerle bir ederdi…
NE GENERALİ, NEYİN GENERALİ!
Türkiye’nin kırmızı bültenle aradığı terörist Mazlum Kobani’ye ABD ve Rusya’nın ilgisini nasıl açıklarsınız?
Bu tabloya İsrail’i de dahil etmemiz lazım. Çünkü İsrail kurulduktan sonra kendisini Arap olmayan bir tabloyla ittifak içinde görmek istedi. Bunun içinde Türkiye de vardı. Fakat İsrail’den kaynaklanan yanlışlıklar nedeniyle, bu ilişki olması gereken seviyede ilerlemedi. İsrail bu noktada Kürt terörü kartına destek vermeye başladı. Buradaki amaç Türkiye’yi meşgul etmek ve kendisiyle savaşacak güçte diğer orduya sahip olan Suriye’yi bölmektir. Tabii ABD’deki Yahudi lobisi güçlü bir şekilde Yönetim, Kongre ve medyada bunu işledi. Örneğin, yüzyıllarca ismi Ayn el Arab olan Suruç karşısındaki kasabadan “Kobani” Kuzey Suriye’de “Rojawa” yaratıldı. Kobani DAEŞ saldırısına uğradığında, dünyayı ayağa kaldırdılar. Burada yaşayan 200.000 Kürt Türkiye’ye kaçarken, “Türkiye, DAEŞ ile Kobani’de Kürtleri öldürüyor” yalanını güçlü bir şekilde yaydılar. Batıda bir Kobani lafı yayıldı. Ben o tarihlerde AB Bakanı idim. Avrupa’ya gidiyorum, Kobani diyorlar. ‘Bana haritada Suriye’yi gösterin, Suriye’yi gösterebiliyorsanız bir de Kobani’yi gösterin’ diyordum. Yarısı Suriye’yi gösteremiyordu, yüzde 90’ı Kobani’yi bulamıyordu, Çünkü haritada Kobani yok Ayn el Arab var. Kobani bir anlamda PKK’nın mabedi haline getirildi. Dikkat ederseniz Pence de açıklamasında ‘Kobani’ye dokunmayın’ diyor. Bunu oluşturan ABD’deki Yahudi lobisidir. Alçakça bir şekilde sistematik şekilde karalama kampanyası yapılıyor.
Ve burada aktör olarak Mazlum Kobani mi kullanılıyor?
General Mazlum Kobani diyorlar. İnsaf… Bu terörist ne zaman general oldu? Neyin generali? ABD askerleri ve subayları ile iki fotoğraf çektirdi diye mi? Afrin’de, Barış Pınarı Harekatı’nda korkudan kaçıp ABD askerlerine sığınan PYD çapulcularının lideri Mazlum Kobani, kırmızı bültenle aranan bir teröristtir. Başına 4 milyon lira ödül konmuş, Türkiye’de birçok insanın ölümüne neden olmuş, Abdullah Öcalan’ın ‘oğlum’ dediği, Kandil’in sıkı ilişkide olduğu bir teröristtir.
Masada anlaştığımız iki süper güç bu teröristi ciddiye aldığında altında bir bit yeniği aramak da kaçınılmaz olmuyor mu?
Masada anlaştığımız iki süper güç bu teröristi ciddiye aldığında altında bir bit yeniği aramak da kaçınılmaz olmuyor mu?
Böyle figürler yaratıyorlar. Bir lider figür yok çünkü. Cumhurbaşkanımız ABD’ye gittiğinde bu teröristin iadesini talep edeceğiz. Şunu tavsiye ediyorum, bütün bu desteğe, bütün yaptırım tehditlerine, silah ambargolarına rağmen Barış Planı Harekâtı’nı yaptık ve sonuç ortada. Peki dünya bu teröristin bu kadar arkasındaydı da neden bize karşı başarı elde edemedi, bunu düşünsünler. Çok da önemsememek lazım bu adamı. Artık yüzü afişe oldu. Suriye dağlık bir bölge değil. O artık bir müddet sonra sonu ya PKK başı gibi Türkiye’de bir hapishane veya DAEŞ başı gibi olabilir.
YPG, Suriye ordusuna katılır mı?
Gidecek yeri yok. Bunların milli davası falan da yok, bunlar sadece profesyonel silah kullananlar. Ya sivil hayata geçerler, ya Suriye ordusu içinde yer alırlar. Ama bir arada PYD bölükleri olarak değil tabii.
Örgüt kültürünün, Suriye silahlı kuvvetleri içinde yer edinmesi kolay mıdır?
Örgüt kültürü diye bir şey yok. Münferit silahşörler bunlar.
Biz buna nasıl bakarız?
Suriye devleti kurulur, kendi topraklarını yönetecek güce ulaşırsa biz zaten buraları bırakacağız. Orada olmalarını tabii ki iyi karşılamayız. O bölgede terörist yaşamaması lazım. Buna izin vermeyiz.
Suriye Milli Ordusu ne olacak?
Ülkeleri için savaşan, şehit olan insanlar. Suriye’de yeni bir devlet kurulursa ya Suriye Ordusu askerleri olurlar, ya onlar da sivil hayata geçerler.
TRUMP’IN MEKTUBU
‘Diplomaside böyle bir mektup yok. Bu mektuba aynı kabalıkta, aynı düşük ifadelerle cevap versek, Türkiye’de birçok insan ‘Ağzının payını verdik’ diye alkış tutacaktı. Ama Türkiye’nin en kritik zamanında böyle bir mektup detaydır. Cumhurbaşkanı Amerika’ya gittiğinde konuşacaklar. Ayrıca bu mektubun cevabını dünya verdi, Amerika’da bile alay konusu oldu.’
SURİYE’DE KAYDA DEĞER MİKTARDA PETROL YOK
Trump, DAEŞ’in Suriye’nin doğusundaki petrol yataklarını tekrar ele geçirmesine izin vermeyeceklerini ve YPG/PKK’nın bu bölgeye gidebileceğini açıkladı. Türkiye bu tutuma nasıl yaklaşıyor?
Irak’ta petrol var, Suriye’de öyle kayda değer petrol yok. O da Rakka-Deyrizor arasındaki çöle yakın bölgede. Petrol olarak en şaşalı zamanlarında günde 400 bin varil üretim vardı. 2006 da 1,9 milyar dolar gelir sağlanırken, üretim maliyetleri nedeniyle, 2008’de 100 milyon dolar zarar edilen petrol üretimi vardır. Petrolün rezervi var ama gelir sağlayacak bir şey yok. ABD, o nedenle Suriye’de kalmayı çok önemsemiyor. Irak öyle değil. Kerkük’te günde 400 bin varil, Basra’da 2.4 milyon varil üretiliyor. ABD şimdi diyor ki, “aman bu Suriye petrolü DAEŞ’e gitmesin. PYD sen git onun başında dur”. Burada zaten Suriye devlet haline gelirse, ne DEAŞ kalacak ne PYD… Bizim isteğimiz budur… Kaldı ki, DAEŞ’in da artık bir gücü yok. El Baghdadi de şayet operasyonda öldürüldüyse, çölde birkaç münferit terörist olarak kalacaktır. 25 bin kişilik terör ordusu olma ihtimali artık yoktur.
İDLİB’İN STATÜSÜNÜ KORUYACAĞIZ
Esad Soçi'de kritik toplantı sürerken İdlib kırsalını ziyaret edip Kürtlere sıcak mesajlar verdi. İdlib önemli bir nokta, burada çatışma potansiyeli görüyor musunuz?
Idlib bizim hududumuz olan bir bölge. Türkiye’deki 3.5 milyon Suriyeli arasında çok fazla İdlib’den gelen var. Orada yeni baştan Esad tarzı bombalama, Halep’e benzer bir durum olursa 1.5 milyon İdlib’linin göçe zorlanması tehlikesiyle karşı karşıyayız. İran ve Rusya’yla beraber kararlar aldık ve birçok gözlem noktamız var. Mutabakat kapsamında burada tekrar bombalamaya izin vermeyeceğiz. İdlib’in statüsünü koruma arzusundayız. Beşar’ın çok fazla hareket kabiliyeti olmaz.
DEVLET OLDUĞUNDA DEVREYE GİRECEK
Adana Mutabakatı’nın onaylanması Türkiye’nin dış politikası için de bir dönüm noktası mıdır?
20 Ekim 1998 tarihli Adana Mutabakatı’nın içinde çok önemli hususlar vardır. Suriye, PKK’nın terörist bir örgüt olduğunu kabul eder. Tüm yan kuruluşlarının da faaliyetlerini yasaklar. Ancak bu parlamentolarda onaylanmış bir belge değildir. O nedenle, bunu tamamlayan ve buna atıfta bulunan bir anlaşma daha, 2011’de Türkiye ile Suriye arasında imzalandı. TBMM de kabul edilip, 6 Nisan 2011’de kanunlaşan bu anlaşmaya göre; iki ülke, güvenliğini tehdit eden PKK terörü başta olmak üzere, mevcut adları veya gelecekte alabilecekleri adlarla da terör örgütlerine karşı ortak mücadele edileceğini; bu terörist gruplar ve işbirlikçilerinin, ticari, siyasi, askeri ve medya ile ilgili faaliyetlerine izin verilmeyeceğini; mensuplarının tutuklanacağını, talep eden tarafın vatandaşıysa o ülkeye teslim edileceğini ve gerekirse bu güvenliğin sağlanması için ortak operasyonlar yapılabileceğini karara bağlıyor. Buradaki sıkıntı şu: Beşar Esad yüzünden yaşanan olumsuz tablo nedeniyle Suriye rejimiyle ilişki içinde değiliz. Dolayısıyla Suriye’de devlet ortaya çıktığında bu anlaşma otomatik olarak devreye girecektir.
3.5 MİLYONUN 450 BİNİ KÜRT
- Barış Pınarı Harekatı’na ilişkin kimyasal silah kullanımı, etnik temizlik gibi iddialar ortaya atılıyor. Buna karşı Türkiye ne yapacak?
Çok alçakça ve çok haince bilgi kirliliği yaratılıyor. Bir merkezden çıkmış görüntüsü var. Aslında çok etkin bir cevap mekanizması kuruldu. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ve Anadolu Ajansı, servis edilen fotoğrafların gerçekte nerede kullanıldıklarını, söylenildiği gibi olmadığını ispatlıyorlar. Öyle bir kampanya ki bu, sadece basın, internet üzerinden yürümüyor. Lobiler bunun üzerine çalışıyor. Enes Kanter gibi adını değiştirecek kadar vatana ihanet içinde olan zavallı bir yaratığı televizyona çıkarıp, ileri geri konuşturuyorlar. Avrupa’da da parlamentolar ve sivil toplum düzeyinde bu tür çabaları da görüyoruz. Sadece karşı kampanyayla önlememiz mümkün değil, Türkiye’nin attığı adımlar, sağladığı başarı, ülkeye getirdiği huzur en büyük cevap olacaktır. Bizim Kürtlerle bir sorunumuz yok, bizim sorunumuz terör örgütleriyle… Suriye’den göç eden 3.5 milyon Suriyelinin 450 bini Kürt kökenli. Bu tabloya rağmen etnik temizlik ifadesini kullanmak talihsizliktir.
YOK ÖYLE ŞEY!
Avrupa Parlamentosu’nun kınama kararını nasıl yorumluyorsunuz?
Bu kararın nasıl çıktığına bakmak lazım. Türkiye’nin ne kadar düşmanı varsa bu kararı oraya sunmuşlardır. Karma Parlamento Komisyonu başına getirdikleri Türkiye kökenli parlamenter tamamen PKK’nın Almanya temsilcisidir. Bütün Avrupa sıkıntılı. Tarihten gelen hareket tarzı, burada yine devreye giriyor. İşler kötüye gidince Türkiye’ye vurmak ve konuyu dağıtmak.
Almanya Savunma Bakanı’nın Suriye’nin Türkiye sınırı boyunca uluslararası olarak kontrol edilen bir güvenli bölge oluşturulması önerisi makul bir öneri mi?
Almanya Savunma Bakanı’nın bence hiçbir siyasi tecrübesi olmadığı için bu önerisi Almanya içinde dahi kabul görmedi. ‘Ben hiçbir şey yapmayayım ama başarılı işin içinde yer alayım’ gibi bir düşünce olmaz. Ayrıca, bunun PYD ile Türkiye arasına Alman askerleri ile bir tampon bölge oluşturmak arzusunu taşıdığı yolunda endişelerimiz de var. Bizim tüm Avrupa karşımızda iken bu operasyonları DAEŞ ve PYD’yi temizlemek için yürütmüşüz, şehitler vermişiz, 3.5 milyon mülteciyi ağırlamışız. Şimdi başarı ortaya çıkmış, ben de geleyim. Yok öyle şey. Nitekim Rusya da ‘Gerek yok’ dedi.
İRAN İLE GÖRÜNMEYEN MUTABAKAT
Tahran yönetimi Barış Pınarı’na neden karşı çıktı?
İran bizim komşumuz, dostluğumuza değer veriyoruz. Bütün dünya İran’ın üzerine çullanmışken biz yanında yer aldık. Türkiye bundan zarar da gördü. İsterdik ki böyle bir ortamda İran yanımızda olsun.
Neden olmadı?
Doğrusu anlayabilmiş değilim. Sanıyorum Cumhurbaşkanımızın bir İran seyahati olacak, orada konuşulur. Zaten İran ile ilişkimizi kurarken görünmeyen bir mutabakat da vardı. İran’da birisi Türkiye aleyhine bir şey konuşursa şayet bu dini lider, cumhurbaşkanı ya da dış işleri bakanı değilse Türkiye kale almayacak şeklinde. Şu ana kadar da bu kişilerden tepki çıkmadı. Başka yerlerden geliyor, Cumhurbaşkanı da onu ayırıyor. Soçi’de biz Rusya ili bu son mutabakata giderken, İran yanımızda olsaydı bu İran’a da yarar sağlardı, İran’sız da yaptık. Şimdi de burayı Rusya ve Amerika ile yürütüyoruz. İran yok, kim kazandı kim kaybetti ortada. İran akıllı bir devlettir, bunu değerlendirecektir, büyük bir ihtimalle geri dönecektir.
SATRANÇ OYNAMAYAN RULET OYNAR!
Tarih boyunca bölgede liderliğe oynamış iki ülke Türkiye ile Rusya bugünün dünyasında stratejik ortak olabilir mi? Yoksa asimetrik ortak mı demeliyiz?
Biz Rusya ile 300 sene savaştık. Ama siyasetin güzelliği burada… Türkiye ve Rusya karşılıklı çıkarlara dayalı dostluk ilişkisini yaratabildi. Zor anlarda iki ülke birbirine güven duydu. Bir Rus uçağı düşürüldü, Ankara’da büyükelçi suikaste kurban gitti. İki başka ülke arasında böyle bir şey cereyan etse 100 sene bununla yaşarlardı. Ama Türkiye ve Rusya, bu ilişkinin kıymetini bildiler ve bu sorunun üstesinden gelmeyi başardılar. Rusya akıllı bir devlettir. Her şeyi satranç gibi oynar. Rusya’yla satrancı iyi oynarsanız, karşılıklı çıkarları dikkate alırsanız sonuç iyi olur. Bunu yapamayan ülkeler ise Rus ruleti oynarlar…
Kürtlerin yeni hamisi Rusya tespitlerine katılır mısınız?
Kürtlerin derken bu tabiri doğru kullanmak lazım. Kürtlerin hamisi Türkiye’dir. Nüfusunun büyük bölümü Kürt kökenli vatandaşlardır. Suriye’deki Kürtlerin hamisi de Türkiye’dir. Kürtler sorun yaşamasın diye bölgeyi terörden temizliyoruz. Kürtler değil, terör örgütleri hami arayışı içinde. Rusya akıllı devlettir, onlara hami olmaz.
ANAYASADA KÜRTLER
Bu hafta Anayasa Komisyonu çalışmalara başlıyor. Yeni anayasada Suriyeli Kürtler için nasıl bir statü öngörülürse Türkiye’nin kabülü olur?
Anayasa Komitesi’nin 150 kişisinin seçiminde epey uğraş verildi. Biz PYD’nin girmesine karşı çıkacağımızı söyledik. Bu kabul gördü. Bu yapısı itibariyle bizim bir sıkıntımız yok. Suriye Anayasası’nda Kürtler ile ilgili ayrı bir bölüm olmasını gerektirecek bir tablo yok. Orada şu söylenecektir, Suriye devleti bütün vatandaşlarının haklarını, hukuklarını, güvenliğini, yaşam şartlarını, refahını teminat altına alacak bir devlettir. Bunun içine herkes girer. Suriye’de de Irak’taki gibi bir otonom bölge kurulması gibi bir beklenti yok.
5000 NÜFUSLU 140 KÖY OLUŞTURACAĞIZ
Erdoğan, ‘3 milyon 650 bin mülteci gönüllülük esasına göre kendi topraklarında hayatlarını sürdürebilir. Uluslararası donörler toplantısı yapmak kaydıyla belli imkanlar sağlanırsa, istiyoruz ki buralarda yapacağımız yerleşim alanlarına suriyeliler yerleşsin’ Proje başka neler öngörüyor?
Bu çok önemli. 444 kilometrelik bir alanda 5000 nüfuslu 140 köy, 30 bin nüfuslu 10 ilçe oluşturalım diyoruz. İnsanların evleri, tarım yapabilecekleri alanları olsun. Kimse için ‘hadi bindirelim kamyona, Suriye’ye atalım’ demiyoruz. ‘Böyle bir şey var, gider misiniz?’ diye soracağız, sanırım gideceklerdir.
Araştırmalar genellikle bu gibi durumlarda yüzde 80’inin dönmeyeceğini söylüyor…
Diyorlar ki, İstanbul’un taşı toprağı altın niye dönsünler. Hayır, burada o kadar zor şartlarda yaşıyorlar ki… Bu insanlara diyoruz ki, ‘artık güvenli olan evine döneceksin, arazin, pasaportun, hastanen, okulun olacak, tarım alanın olacak’… Ben bu şartlara ulaşıldığında döneceklerine inanıyorum.
5000 köyü kim kuracak, büyük bir maliyet değil mi?
Biz kuralım diyoruz ama büyük para gerektiriyor. Donörler Konferansı işte orada devreye girecek. Avrupa’ya ‘göçü önlemek istiyorsan, gelin burada bir şeyler yapalım’ diyoruz.
Ön konuşmasını yaptınız mı Avrupa’yla?
New York’ta Sayın Cumhurbaşkanımız, Merkel, İtalya ve İngiltere Başbakanları dahil çok sayıda liderle görüştü bu konuyu. ‘Çok güzel’ diyorlar da paraya gelince susuyorlar. Konferans olur ve maliyeti karşılanırsa birlikte yapılır. Karşılanmazsa Türkiye ve Rusya olarak imkânlarımızı zorlarız. Suriyeli misafirlerimiz için burada harcayacağımız meblağları, belki oraya aktarırız.
ONUR VERİCİ BİR GÖREV
Kuruluş Yıldönümünde BM Genel Kurulu Başkanlığı’na aday gösterildiniz. Bu görevin önemi nedir?
Karar 2020 Haziranında alınacak. Yılsonuna kadar başka bir aday çıkmazsa oylamasız onay olacak. Bir aday daha çıkarsa 193 ülkenin oyuna gidilecek. Şimdiye kadar çıkmadı, çıkarsa da şansımız yüksek. Bu çok onur verici bir görev. Eylül 2020’den itibaren bir yıl sürecek. BM’nin protokolünde BM Genel Sekreteri’nin üzerinde bir konumu var. Genel Kurulu yönetmek dışında, ülke ziyaretleri, çeşitli konularda basın açıklamaları olacak. Yaklaşık 30 kişilik bir ofisi var. Seçilirsem Türkiye için de bir ilk olacak.