Güncelleme Tarihi:
Ama hayır.
Bu cümleyi kullanan çok başka biri: Sürpriz bir isim.
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy.
Sarkozy, bu cümleyi İçişleri Bakanı iken, 2006 Kasım ayında kullandı.
Gittiği Cezayir seyahati sırasında, sömürge döneminde Fransızların Cezayir halkına yönelik uygulamaları konusunda özür dilemesi istendiğinde söyledi bu cümleyi. 14 Kasım 2006’da, Cezayir’deki Fransa Büyükelçiliği’nde verilen bir kokteyl sırasında kendisine yöneltilen. “Fransa özür dileyecek mi” sorusuna karşılık, bu cevabı verdi Sarkozy:
“Babalarının yanlışları için oğulların özür dilemesi beklenemez” dedi Cezayir’de. Aynı seyahat sırasında başka cümleleri de o zamanın Fransa İçişleri Bakanı, şimdinin Fransa Cumhurbaşkanı’nın:
“Sömürgecilik sistemi, adaletsiz bir sistem. Akdeniz’in her iki yakasında yaşayan kadınlar ve erkekler bu nedenle acılar yaşadı…”
Tıpkı 1915 olayları sırasında, Ermenilerin yanı sıra Türklerin de yaşadıkları büyük acılar gibi…
Aynı Sarkozy, şimdi sadece “özür” beklemiyor Türkiye’den. “Ermeni soykırımı olmamıştır” denmesinin bile suç sayılmasını gerektirecek bir yasanın önünü açıyor Fransa parlamentosunda.
SADECE SARKOZY Mİ SUÇLU?
Fransa ile, tam da bu konuda son 10 yıl içinde bu yaşadığımız üçüncü kriz. 2001’de, 2006’da ve şimdi de 2011’de, aynı sıkıntıyı yaşıyoruz.
Bu açıdan bakınca, şu soruyu da sormak gerekiyor?
10 yılda Fransa’da iki kere “soykırım krizinin” önü alındı. Ancak bu zaman zarfında Türkiye ne yaptı? Ya da daha önemlisi ne yapmadı?
Bu krizin önüne geçebilecek adımlar bir türlü atılamadı 10 yıldır. Bir ara, Ermenistan’la başlayan yaklaşma süreci umutlandırsa da, dış politika realiteleri, Azerbaycan’ın tavrını koyması, önünü kesti bu açılımın.
Ve şimdi, Ermenistan-Türkiye ilişkileri, eskisinden de gergin. Üstelik şimdi Fransa, önümüzdeki Nisan ayında da, yine seçim süreci yaşayacak olan ABD ile kriz gündemde.
TÜRKİYE NE YAPABİLİR?
Peki Türkiye ne yapabilir?
Fransa krizi ortaya çıktı çıkalı, pek çok fikir ortaya atıldı.
İlk akla gelen, ekonomik yaptırımlar. Fransız mallarına vergi konulması, boykot uygulanması.
Vergi konusu, mümkün değil. Türkiye hem Dünya Ticaret Örgütü üyesi, hem de AB ile ortaklık çerçevesinde yürürlükte olan Gümrük Birliği anlaşması var. Yani Türkiye Devleti’nin eli-kolu, imza koyduğu uluslar arası anlaşmalarla bağlı. Devlet olarak Türkiye’nin ekonomik anlamda yapabileceği tek şey, Fransa’yı büyük ihalelere almaması, ki zaten bu 2006’dan beri zaten yapılıyor.
Türk sivil toplumunun, yani halkın boykotu olabilir Fransız mallarına. Ancak bu da, çok uzun süreli bir adım olmaz. İlk baştaki büyük heyecan, yerini zamanla alışkanlıkların geri dönmesine bırakır. Ve kısa soluklu, çok da etkin olmayan bir halk hareketi olmakla kalır.
Fransa’ya karşı dillendirilen bir başka önlem, kültürel adım atılması. Burada da Fransızca eğitim veren okullardan “vazgeçilmesine” kadar varabilecek önlemlerden bahsediliyor.
Söylemesi, hatta yapması kolay gibi görünse de, hayatın gerçekleri bunu imkansız kılıyor. Çünkü, Fransızca’dan vazgeçmek pek mümkün değil. Çünkü, mesela Osmanlı arşivlerinin çok büyük kısmı bile Fransızca. Siz Fransızca öğretmezseniz ülkenizin çocuklarına, arşivlerinizi Fransızca bilen yabancılara emanet etmeniz gerekir ki, bu da olası değil.
Peki ya Fransa’nın yaptığının aynını yapmak; Yani “soykırım yapılmıştır” denmesini yasa ile suç haline getirmek?
Fransa’nın yaptığı, demokratik bir ülkeye hiç sığmayacak bir adım. Tam anlamıyla ifade özgürlüğünün kısıtlanması. Fransa’da yasa geçse bile, ilerde mutlaka iptal edilecek. Ne Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ne de Fransa’nın yetkisini kabul ettiği Lahey Adalet divanı, böylesine demokrasiye aykırı bir yasanın yürürlükte kalmasına izin vermez. Yasadan hüküm giyecek ilk kişinin açtığı dava, büyük olasılıkla kriz yaratan bu yasanın iptali ile sonuçlanacaktır. Tabii aynı durum, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi açısından Türkiye için de geçerli.
Sonuçta iş yine diplomasi ve hukuka kalacak. Fransa’yla da, dünyanın öteki ülkeleriyle de bu krizleri önlemenin yolu Türkiye’nin Ermenistan’la, Ermeni diasporasıyla sorununu çözmesinden geçiyor. Bu sorunu çözmenin bir yolu Ermenistan’la ilişkileri düzeltmek ise, ikinci yolu da riski göze alıp, hukuka başvurmak olabilir. Nitekim, Dışişleri Bakanlığı’nda uzun süredir tarafsız olacağına inanılan uluslar arası bir mahkemeye gitmek, bu mahkemenin kararını bekleyip görmek konusu tartışılıyor. Ancak bu adımı atabilmek kolay değil; Çünkü mahkeme, Türkiye’nin aleyhinde de karar verebilir. Sonuçta, bu durum büyük bir siyasi riski de beraberinde getiriyor.
Ama riskli de olsa, tek yol bu gibi görünüyor.